İçeriğe geç
Anasayfa » İYİ Kİ GELDİN HOŞ GELDİN ARINDIR BİZİ

İYİ Kİ GELDİN HOŞ GELDİN ARINDIR BİZİ

Allah’ın biz kullarına olan emirlerinde, sayısız hikmetler mevcut olduğu şüphesizdir.

Bir bölümünü bildiğimiz bu hikmetlerin bir kısmı da günler geçip, ilim ve fen ilerledikçe birer birer ortaya çıkmaktadır ve çıkacaktır. Prensip olarak bütün ibadetler gibi, oruç da beşerin sıhhat ve saadetini temin için farz kılınmıştır. Cenâb-ı Hak, Kurân’ı Kerîm’de kendisinin bütün âlemlerden müstağni olduğunu beyan buyurmaktadır.[1] Yani bütün dünyanın Allah’ın emirlerini yerine getirmeleri ile, mükellef insanların tamamının oruç ve diğer ibadetlere karşı bigâne kalmaları, Allah’ın varlığına ve kudretine herhangi bir tesir icra etmez. Fakat hakkı ile yapılan ibadetler, insanoğluna ve dolayısıyla cemiyete çok güzel akseder ve yansır.

 Kur’ân-ı Kerîm’de, orucun Müslümanlıktan önce gelen bütün ilâhî dinlerde de farz kılındığının ifade olunması[2] ibadetler içerisindeki ehemmiyetini gösterir. Yine ehemmiyetine binaendir ki, bir kudsî hadiste Allah ﷻ: “Oruç benim içindir (yani oruca riya ve gösteriş karışmaz), onun mükâfatını ben vereceğim.” buyurmaktadır.

 Allah ﷻ, Kur’ân-ı Kerîm’de mazereti olmayan her mükellef Müslümanın oruç tutmasını, mazereti olanların sonra kaza etmelerini, kasten oruç bozanların “keffâret”le cezalandırılmasını ve şifa bulmaz derde müptelâ olanların fidye denilen malî mükellefiyete tabi olduklarını bizlere beyan buyurmaktadır.[3] İşte bu mufassal beyan, mükellef Müslümanların oruca iştiraklerini temin gayesine matuftur ki, bu da oruç ibadetinin büyük ehemmiyet taşıdığının bir diğer ifadesidir.

Meşru bir sebeple oruçlu olmayanların, bu hallerini aile fertleri dâhil, içerisinde yaşadığı cemiyetin bütün fertlerinden gizlemeleri de dinin emirleri arasındadır. Şu halde, bir aylık Ramazan içerisinde, herkesin bu büyük ibadete hürmet göstermesi gerekmektedir. Yani herhangi bir sebeple oruca iştirak etmeyenlerin, bu hallerini teşhir etmemeleri dinî ve medenî bir borçtur. Mazereti dahi olsa, herkesin içerisinde oruç yemiş olmak, Allah’ın emrine karşı isyan, Ramazân-ı Şerîf’e karşı hürmetsizlik ve oruçluya karşı saygısızlıktır. Yani alenen oruç yiyenler, içerisinde yaşadığı cemiyete karşı suç işlemiş olmaktadırlar. Bu ise, içtimaî terbiye noksanlığından ileri gelmektedir. Başka dine mensup dahi olsa, oruçlu bir Müslümana karşı lazım gelen hürmeti gösteren kimselere, rastlayanlarımız çok olmuştur.

Üzerinde bu derece önemle durulan orucun, sayısız ruhî, bedenî ve içtimaî faydaları vardır. Bütün bir sene, kayıtsız şartsız yiyip içme neticesi, vücutlarımızın muhtelif yerlerinde birikmiş olan toksinlerin muhtelif hastalıklara sebep olduğu tıbben ifade edilmektedir. Oruç sayesinde, bir ay içerisinde, tedrici olarak bu zararlı maddeler atılır ve vücut sıhhat bulur. Peygamberimiz Efendimiz buna işaretle: “Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz.” buyurmaktadır. Hemen hemen bütün hastalıkların tedavisinde takip edilen en müessir metod, bildiğimiz gibi perhizdir. Oruç ise, en disiplinli bir perhizdir. İnsan oruç tutmak suretiyle, açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu nefsinde tatmış olur. Böylece ihtiyaç içerisinde kıvrananların ve cemiyetteki açların durumu gözünün önünde canlanır. Açlığın insana neler yaptırabileceğini düşünüp merhamet hisleri coşar ve cemiyet hizmetine koşar. Ramazan haricinde bol bol yiyip içerek ve nefsin arzularını tatmin ederek “küçük dağları ben yarattım” havasında kendinde bir varlık hisseden fert; oruç sayesinde iftar sofrasına sallana sallana, bitkin, tâkatsiz ve dudakları kurumuş olarak dönerken, Allah’ın nimetlerinden 5-10 saat mahrum kalmanın kendisini ne hale getirdiğini görmek suretiyle nefsi terbiye etmiş olur ve merhamet hisleri gelişir.

Oruç, insanı suç işlemekten de alıkoyar. Nitekim Türkiye’miz dâhil Müslüman memleketlerde yapılan istatistikler, Ramazanlarda suç işleme nispetinin büyük çapta düştüğünü göstermektedir. Oruç, insanı prensip sahibi olmaya, kanun ve nizamlara uymaya alıştırır. Nefsini frenleme melekesi kazandırır. Sahura kalkmak, yatsı namazının haricinde teravih namazı kılmak suretiyle, insanı bir nevi fedakârlığa da yine oruç alıştırır. İftar ziyafetleri sayesinde, hısım, akraba ve eş dost ile kaynaşma temin edilir, yeni dostlar kazanılır, muhitteki fakir ve muhtaçların gönülleri alınmış olur.

Ramazan’la birlikte gelen zekât ve sadaka-i fıtır sayesinde, insanoğlu Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden, başkalarını da hissedar etmenin alışkanlık ve zevkine erer. Bu sayede hemen herkesin evinde “Ramazan bereketi” tecelli ettiği gibi, cemiyetteki zengin fakir âhengi temin edilmiş olur.

 Ramazan ayını özellikli bir mevsim olarak ifade ve kabul ettikten sonra, tedkikin kolaylaştırılması açısından konuyu farklı başlıklar altında şöylece ele almakta fayda vardır:

 Yoğunlaşma Mevsimi

Bağışlanma ve sevap vesilesi bol, sayılı günler[4] olan Ramazan ikliminde bazı hususlarda yoğunlaşmak dinin de aklın da icabıdır. Bunlardan biri ve birincisi; Kur’an’da yoğunlaşmaktır. Zira Kur’ân-ı Kerîm bize Ramazan’ı; “içerisinde Kur’an’ın indirildiği ay”[5] olarak tavsif buyurmaktadır.

1. Kur’an’da Yoğunlaşma

Bir Müslümanın elinden ve dilinden Allah’ın Kitabı’nın hiç düşmemesi gerektiği ön- kabulünden sonra, bilhassa iftar vakti öncesi ve sahurda onunla çok beraber olmak, vaktin en kıymetli bir şekilde değerlendirilmesi demektir. Kur’an’da yoğunlaşmayı da; a) elfâzında  b) manasında yani anlamada yoğunlaşmak olarak düşünebiliriz. En zorunun ise, Kur’an’ın hükümlerini hayata uygulamada yoğunlaşmak olduğunda şüphe yoktur.

 a) Kur’an’ın elfâzında yoğunlaşma: Kur’ân-ı Kerîm’i manasını anlamaksızın okumak ve dinle-mek demektir. Son yıllarda kafa karıştırma ve aykırı söz söyleme merakında olan bazı ilahiyatçılara göre; manasını anlamaksızın okunan Kur’an’ın okuyana hiçbir faydası yoktur. Allah Rasûlü Muhammed aleyhisselâm’a göre ise; “‘Elif lâm mîm’ diyen bir değil üç sevap alır.”[6]

Hâl böyle olunca da elbette Allah’ın Kitab’ını okuyan ve dinleyenin, manasını bilmese de kazanacağı sevaplar vardır ki, bunu engellemeye kimsenin gücü yetmez. Bu arada “mukâbele”ye çatanlara da şunu hatırlatmak isteriz ki mukabele ilk defa Peygamber Efendimiz’le Cebrail aleyhisselâm arasında cereyan etmiştir.[7] Bu sebeple de fevkalâde önemli bir sünnettir. Manayı anlamaksızın Kur’an okumaya ve mukabeleye hangi gerekçe ile olursa olsun karşı çıkanlar, insanımızı Allah’ın Kitabı’ndan uzak tutmaya çalışmaktadırlar. Bu böyle bilinmelidir.

b) Kur’an’ı anlamada yoğunlaşma: Şüphe yok ki okunan İlâhî Kelâm’ın ne gibi mesajlar ihtiva ettiğini anlayabilmek ve hemen tatbikata geçmek Rabbimizin bizden istediğidir.[8]

Bu hususta da bazı şeyleri hatırlamak gerekecektir:

Türkçeleştirilmiş Kur’an’dan ve kelime manası ile yetinilip, dipnotlarla da olsa takviye edilmemiş meallerden beklenilen netice alınamaz. Hatta bu yolla -hâşâ- Kuran’ı küçümsemelere yol açacak neticelere varanlara rastlamak da mümkündür.

Dipnotlarla zenginleştirilmiş bir meal çalışması veya derli toplu bir tefsir, Kur’an’ı anlamada yardımcı olacaktır. Ancak herkesin değil, ilmi-ihlası-ameli baş başa yürüyenlerin eserlerini tercih etmek, doğru hareket etmiş olmanın temel şartıdır. Netice almak için bilmek yetmez, tatbikata geçmek sonuç getirir. Burada da bir yanlıştan uzak durmak icap edecektir ki bu da; Kur’an’dan hüküm çıkarmak, bir ihtisas işidir ve düz Müslüman onu hüküm çıkarmak için değil, bilgilenmek için okur, ahkâmla tanışmak isteyenlerin müracaat edecekleri kaynak; fıkıh ve ilmihal kitaplarıdır. Türkçe yazılmış tıp kitaplarını okuyanlar dünyanın hiçbir yerinde hekimlik icra etme hakkını elde edemezler. İslâmî ilimleri ehlinden okumamışların da Kur’an’dan hüküm çıkarmaya hakları olamaz.

 2. İbadette Yoğunlaşma

Bunu da a) Oruçta b) Namazda c) Kadir Gecesi’nde yoğunlaşma olarak düşünebiliriz. 

a) Oruçta yoğunlaşma: Bu, Ramazan boyunca bazen 29, bazen 30 gün olmak üzere  ve ara vermeksizin gerçekleşmektedir. Eğer sahur ve iftarlarda aşırılığa kaçılmıyorsa iyi bir açlık eğitimi olmaktadır. Bu eğitimin insana kazandırdıklarının bir kısmı gündelik hayatta kendisini gösterir ve hissettirir. Diğer kısmı ise belki de daha büyük faydaları ihtiva etmekle birlikte net olarak göze çarpmamaktadır.  Bir ay boyunca fasılasız oruç eğitimi alanların sene içerisinde mesela haftada iki gün (Pazartesi ve Perşembe) oruçlu olmaları da kolaylaşmaktadır.

b) Namazda yoğunlaşma: Beş vakit namaza ilaveten kıldığımız teravih namazları ve vakit namazlarına her zamankinden fazla gösterilen ihtimam, cami ve cemaate devam gayreti; her zaman memnuniyetle müşahede ettiğimiz bir namazda yoğunlaşma hareketidir. Bu arada yine bazı densiz ilahiyatçılar yüzünden teravih cemaatinin azaldığı da ne yazık ki bir gerçektir. 

c) Kadir Gecesi’nde yoğunlaşma : “Bin ay(83 sene 4 ay)dan hayırlı olduğu Kur’an’la sabit[9] bu mübarek gecede yılın diğer gecelerinde rastlamadığımız bir hareketliliğe şahit oluruz. Değişik usullerle de olsa insanların bir kısmının senede bir geceyi olsun ibadet maksadıyla kutlaması çok güzel bir şeydir. Bazı kutlamaların folklorik havaya bürünmesine bile göz yumulmasında -inşaallah- bir vebal yoktur. Yarım yamalak da olsa, biraz satıhda kalınmış da olsa dinî bir iklimin oluşması, elbette oluşmamasından iyidir.

Hoş geldin, bereket getirdin, huzur getirdin, sıhhat ve afiyet getirdin. İyilikler ve güzellikler getirdin. Memnun git ve memnun gel, yine bekliyoruz. Gel, gel de arındır bizi, selamete çıkar hepimizi.*


* Prof. Dr.

[1] Âl-i İmrân, 3/97.

[2] Bakara, 2/183.

[3] Bakara, 2/184.

[4] Bakara, 2/187.

[5] Kadr, 97/1.

[6] Tirmizî, Sevâb’ul-Kur’ân, 16.2912.

[7] Buhârî, III, 35.

[8] Nisâ, 4/105.

[9] Kadr, 97/3.

* … sayımızda yer alan bu yazıyı, rahmete vesile olması ümidiyle istifadenize sunuyoruz.