İçeriğe geç
Anasayfa » İZZET ALLAH’IN, RASÛLÜ’NÜN VE MÜ’MİNLERİNDİR

İZZET ALLAH’IN, RASÛLÜ’NÜN VE MÜ’MİNLERİNDİR

İlk İnsan İlk Din

Cenab-ı hak bu dünyayı yarattıktan sonra canlıların hayatlarını sürdürmelerine imkân verecek şeyleri yarattı. Otlar, ağaçlar, sular, yapraklar vs. Ardından onlarla geçinecek olan hayvanları yarattı. Mahlûkatın bütününe hükmedecek olan insanı ise en sona bıraktı ve diğer canlılara hâkim kıldı. Allah Teâlâ insanoğluna diğer mahlûkattan farklı olarak verdiği akıl sebebiyle onu din sahibi kıldı. Kendisine Kitap verdi. Aklı ile o kitabı anlayarak dünya hayatına tatbik etmesini istedi. İnsana yerine getirmesi gereken şeyler ilk olarak Âdem (a.s) vasıtasıyla bildirildi. Diğer bir ifadeyle yeryüzü dinle yani İslâm ile ilk olarak Âdem (a.s) vasıtasıyla tanıştı. O günden bugüne Cenab-ı Hakk’ın mahlûkatına bildirdiği tek din işte bu İslâm’dır.

Rabbimiz bu dünyaya başka bir din göndermemiştir. Daha açık ifade edecek olursam; mesela, Yahudiliğe ilâhî din derler. Hayır, Yahudîlik insanlarca ortaya koyulmuş bir beşerî yoldan ibarettir. Hristiyanlık için de aynı şeyi söyleyebiliriz o da aynı şekilde insanların ortaya koyduğu bir beşerî yoldur. Ama İslâm denince bu ilâhî kanun demektir. Arada fark budur, her zaman böyle bilinmiştir, bugünde böyle bilinmelidir. Tekrar ifade edelim, İslâm ve iman ilk insan Âdem (a.s) ile başlamıştır, hâlâ devam etmektedir.

En son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) Efendimizle de din kemale ermiş ve kıyamete kadar bütün beşeriyeti her zemin ve zamanda fevkalade idare edecek bir şekle bürünmüştür.  Son peygambere, son kitaba uymak ise bütün insanlığın vazifesi olmuştur. “İnni rasûlün ileykum cemian …” Muhakkak ben sizlerin hepinize gönderilmiş bir Rasûlüm, Âyet-i Kerime’siyle de bu hakikat kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa bildirilmiştir.

Son Peygambere İman

Peygamber Efendimize iman etmeden, inanmadan cennete girilebilir mi? Böyle bir sorunun cevabı gayet nettir. Hayır. Birisi “girilir efendim” derse ne olur? O kimse tevbeye muhtaç olur. Tevbe etmeye mecbur olur. Tevbe etmese kendisi cennete giremez de o soktukları adamlar girebilir mi onu bilemem. Ama şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki kendisi bu itikatla Cennete giremez. Niçin? İlâhi tayin böyledir. Son peygambere iman etmeden cennet yüzünü görmek mümkün değildir.

Bir de şu mesele vardır efendim, peygamberlik zinciri katiyen kopmayı kabul etmez. Yani her peygamber zincirin bir halkasıdır ve Müslümanlara vacip olan o zincirin her halkasına iman etmektir. Tek bir peygamberi inkâr peygamberlerin tamamının inkârı demektir. Mesela bugün Yahudiler aslında peygamber inancına sahip değillerdir. Hristiyanlar hakeza. Zira bu iki zümrede son peygambere iman etmemektedirler.

Bakın câlib-i dikkattir.

“Kezzebet kavmu nûhini’l mürselîn”

Nuh kavmi peygamberleri inkâr etti yalanladı.

Âyet-i Kerime bu şekilde. Ama biz biliyoruz ki Nuh kavmi sadece Nuh (a.s)’ı yalanladı. Ayet-i Celîle’de niçin “elmurselîn” buyruluyor.  Demek ki; sadece Nuh (a.s) yalanlamak demek daha önceki peygamberleri de yalanlamak demektir.

O da bir peygamberdir.

Peki, insanın Peygamber Efendimiz için “Eh, tamam o da bir peygamberdir, kabul ediyoruz demesi yeterli midir?” Bu durumda bakılır. “Siz onu peygamber olarak kabul ediyorsunuz, biz de ona peygamber diyoruz.” manasına gelen bir ifade kullanılıyorsa hiç bir kıymeti yoktur. Amma o bir peygamberdir, biz de onun peygamberliğine iman ettik derse o zaman mü’min olur kurtulur. Böyle bir durumda da yapılması gereken dini güzelce öğrenip amel etmektir.   Şimdi bugünkü manzaraya bakalım, farzedin ki papa sizin peygamberiniz de peygamberdir dedi. Ama aynı papa Irak’ta çocukları öldürmeyin, hanımlara dokunmayın, merhamet edin diyor mu? Bu ortada yok. Kendi inandıklarına inanmayanlara zulmederken sevap kazanan adamın sadece peygamber haktır demesi hiçbir şey ifade etmez, laftan ibaret kalır efendim.

Gayr-i Müslimleri cennete sokma gayretinde olanların tutundukları diğer bir dal da sâlih amel meselesidir. Bir kimse elektriği keşfetti, cennete gitti. Matbaayı keşfetti, cennete gitti. Niçin bunlar amel-i sâlihtir de onun için. Tamam, belki sâlih ameldir ama dünyaya göre sâlih ameldir. Ahirette işe yarayacak sâlih amelin şartı imanın olmasıdır. İmanın olmadığı yerde bu işler orada para etmez. Besmelede daima demiyor muyuz? er-Rahman er-Rahîm. Ne demek, ahirette merhamete muhatap olabilmek için iman şart. Günde bilmem kaç kez besmele çekiyorlar da nasıl böyle dalgalı şeyler söylüyorlar benim aklım ermiyor efendim. Anlamıyorlar desek olmuyor, anlıyorlar desek hiç olmuyor böyle acayip bir hal var…

Bu hususlarda düşülen hataların bir sebebi de İslâm’ın izzet ve şerefini tam manasıyla kavrayamamak. Hâlbuki İslâm’ın izzetini en iyi bir şekilde anlaması, yaşaması ve hissettirmesi gerekenler âlimlerdir. İslâm ulemasıdır. İslam uleması yakın zamana kadar bu hususa oldukça dikkatli hareket etmişlerdir. Bir misal vereyim. Bir ara dışarıdan bir vazifeliydi, ama aklımda değil papaz mıydı, patrik miydi, unvanı neydi bilemiyorum yani, onu İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Efendi karşılasın denildi de karşılamadı. Efendim kabalık değil midir yani niye karşılamıyor?  Burası çok mühimdir; o efendi buraya gelsin mi gelsin, bir araya gelinsin.  Bu olur mu olur, caizdir. Peki, bir İslâm âlimi ona giderse buna dinen bir mani var mıdır? Hürmet manasına gelirse vardır, üstünlük tanımak manasına gelince vardır. “İzzet Allah’ın, Rasûlü’nün ve Mü’minlerindir.”, “Şayet mü’minler iseniz en üstün sizlersiniz.” Âyet-i Celîlelerini iyi düşünmek gerekmektedir.

Onlarla bir araya gelme meselesinde unutulmaması gereken bir husus daha vardır ki, o da ahlakın sirayet etmesi meselesidir. Efendim o tür gayr-i müslimlerle bir araya gelmeler çoğalınca senli benli olma başlar. Senli benli olunca da taraflar bir birlerine yaklaşmaya ve o nisbette de birbirlerini benimsemeye başlarlar. Halbuki bir taraf yüzde yüz tamire muhtaç diğer taraf ise irşadla vazifeli. Bu taraflar denk olabilir mi. Tabiî ki hayır. Son senelerde bu bir araya gelmeler yeni bir isim altında sürdürülüyor. Sanki şimdiye kadar yapılmadık bir şeyi yapıyorlar. Müslümanlarla gayrimüslümleri bir araya getiriyorlar.

Dinler arası diyalogdan kasıt Müslümanlarla gayri Müslimlerin beraber yaşamaları ise bu zaten İslâm tarihi boyunca var. Müslümanlar gayri Müslimler (Yahudiler, Hrıstiyanlar) ile beraber yaşadılar komşuluk ettiler. Her biri kendi dininde mezhebinde kalarak güzel güzel geçinip gittiler. Hiç kimse diğerinin yaşayışına karışmıyor ayinine müdahale etmiyor. Ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde her isteyen havrasına kilisesine rahatça gidiyor. Mezheplerinin icaplarını yerine getirebiliyor. Bu hürriyeti veren hak dinin İslam olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh dinler arası diyalog hareketi bir ihtiyaçtan doğmuş değildir. Bu başka mana taşımaktadır. Müslümanlık Hıristiyanlık ve Yahudilik belli bir noktada toplanmış ve Hıristiyanlığın ve belki siyonizmin kumandası altında bir türlü hin birliğinin sağlanması hareketidir. Yapılan konuşmalardan yazılıp çizilmelerden gösterilen hareketlerden açıkça anlaşılan budur. Gerisi lâf u güzâftır.