İçeriğe geç
Anasayfa » İZZET VE SAÂDET ŞİÂRIMIZ ŞEHÂDET

İZZET VE SAÂDET ŞİÂRIMIZ ŞEHÂDET

Allah’ı can u gönülden sevmek, Allah ve Rasûlü tarafından sevilmek âciz bir kul için ne büyük bir bahtiyarlıktır…

Mü’minin en büyük arzusu; Rabbi’nin onu sevmesi ve kendisine “kulum!” diye hitap edip rızasına erdirmesidir. Bu sevgi, Allah’ın sözü/Kur’an en üstün olsun diye çalışmak ve Allah’ın Rasûlü Aleyhisselam Efendimiz’e uymak sayesinde kazanılan bir sevgidir.

Allah Teâlâ ancak kendi uğrunda saf bir iman ve temiz bir vicdan ile çarpışan erleri sever. Onların gönülleri sanki çelikten metin bir kal’a yahut bir mefkûre/ideal uğrunda taşları birbirine kurşunla kenetlenmiş yalçın bir duvar gibidir.[1]

Hiç şüphesiz Hakk’ın rızasına ermek, O’nun biricik Habibine sevgili olanı yapmakla mümkündür. Nitekim bu konuda Habib-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“Gerideki Müslüman topluluğunu üç gece nöbetçi olarak muhafaza etmem, bana göre iki mescidden birinde (yani) Medine-i Münevvere veya Beyt-i Makdis mescidinde Kadir Gecesinin bana nasip olmasından daha sevgilidir.”[2]

Yüce Rabbimiz, İslam uğrunda ve Müslümanlara hizmet yolundaki nöbetini tutan ve bu uğurda şehid olarak Rabbine kavuşan bahtiyar kullarını bize şöyle tanıtmaktadır:

“Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdikleri ahde/söze bağlı kaldılar. Onlardan kimi şehid olarak ahdini ödedi, kimi de sırasını beklemektedir. Onlar, hiçbir suretle ahidlerini değiştirmediler.”[3]

Bu Âyet-i Celîle, Allah ve Rasûlü’nün davetini işittiklerinde “Dinledik ve itaat ettik” diyen, ebedî güzellikler âlemi Cennet’in kokusunu duyan, Cennet’teki Rasûlullah aleyhissalâtü ve’s-selâm’ın arkadaşlığı özlemi ile yaşayan, Allah’ın sözü en yüce olsun diye üstün gayret gösteren, bu uğurda candan, serden ve yardan geçen Hz. Hamza, Enes bin Nadr, Mus’ab bin Ümeyr (radıyallahu anhum) gibi Sahâbiler ve kıyamete kadar gelecek olan Şühedâ hakkında nazil olmuştur.

Şühedâ-i Kiram daima ukba/Âhiret hayatı için birbirleriyle yarışmışlar ve dünyaya ancak Âhiret hayatını kazanacak kadar değer vermişlerdir. Hakk’ın övgüsünü tercih ederek Şehâdet’le ödüllendirilmişlerdir.

Dünya ve ukba hayatının rehberi, sözlerin en güzeli Kur’ân-ı Kerim’de; dünyanın, Rabb’imiz nazarında ve şehidin gözünde bir “hiç” olduğu şöyle ifade edilmektedir:

“(Âhiret için sarf edilmeyen) dünya hayatı sadece ve sadece; bir oyun ve eğlence, bir süs, servet ve evlat çokluğu (yarışı) ile övünme vesilesidir.”[4]

Cenâb-ı Hakk’ın, kulları arasında kendi dini için seçtiği öyle erler vardır ki, O’na gönülden yönelen bu erlere kendine varacak yolları göstermiştir. O erler Allah’ın dini İslâmiyete yardım için samimiyetle mücadele etmeyi,[5] Allah’ın sözü en üstün olsun ve herkese ulaşsın diye sa’y ü gayret göstermeyi ve bu yolda kazandıkları güzellik, temizlik ve şehâdet nişanı ile Rabb’lerine kavuşmayı tercih ederler. Allah’ın koyduğu sınırları korumaya özen gösterirler de bu uğurda yardan, serden ve tenden geçmeyi cana minnet bilirler.

Gönüllerindeki imana, ihlâs ve temizliğe alınları şahitlik etmekte olan bu erler alınlarındaki yüz akı nişanıyla tanınmaktadırlar. Nitekim Cenâb-ı Hakk da şehidlerini bu kulları arasından seçmektedir. Çünkü şehidlik: Allah yolunda ve Allah’ın dini uğrunda emaneti, sahibine tertemiz bir alın ve yüz akı ile teslim edebilmektir.

Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimiz Hadîs-i Şerif’lerinde buyurmuşlardır ki:

“Ayakları Allah yolunda tozlanan kimseye Allah, ateşi (Cehennemi) haram kılar.”[6]

“Kim, Allah’ın sözü en üstün olsun için savaşırsa; o kimse Allah yolundadır.”[7]

Allah’ın sözü en yüce olsun diye çaba sarf ederken ayağına diken batan, hatta postalı tozlanan mücahid; gazidir. Fedây-ı can ve ten eden ise: Şehid’dir.

Şehidlik: İslâm ve iman için verilen mücadelede ferdin ulaşabileceği en zirve ve son makamdır.

Şehidlik: geçici dünya nimetlerinden ve sevdiklerinden Allah için vazgeçebilmenin karşılığı olan ebedi bir ukba nimetidir.

Şehidlik: Emaneti, sahibine tertemiz teslim edenin aldığı en yüksek bir ücrettir.

Şehidlik; dünyada kazanılır, amma dünyayı severek değil, dünyayı bir hiç görerek kazanılır ancak…

Dünya Mü’minin nazarında ne ki? Sadece ebedî hayatı kazanmada bir vasıta… Hepsi o kadar…[8]

Habbab bin Eret –radıyallahu anh-’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Biz rızây-ı Bâri’yi kasdederek Nebî aleyhissalâtü ve’s-selâm ile Medine’ye hicret ettik. Artık ecir ve mükâfatımız Cenâb-ı Hakk’a vâcip oldu. Dostlarımızdan kendilerine hicret müjdesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler olduğu gibi, bu ecr u nimetten hiçbir şey tatmadan Âhirete gidenler de vardı, Mus’âb bin Ümeyr –radıyallahu anh- bunlardandır. Mus’âb (r.a.) Uhud günü şehid olmuştu da biz onu saracak bir kefen bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuştuk. Ve bu aziz şehîdi ona sarmaya çalışmış idik. Başını bürürken ayakları açılıyordu. Ayaklarını kapatırken başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- bize şehîdin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de “İzcir” denilen kokulu ottan koymamızı emreyledi.”[9]

Buhâri’nin Abdurrahman bin Avf’ın oğlu İbrahim’den rivayetine göre, İbrahim diyor ki:

Babamın oruçlu bulunduğu bir gün önüne konulan iftar sofrasını şöyle bırakıp, bana dedi ki:

“Mus’ab bin Umeyr (r.a.) Uhud günü şehid edildi. Halbuki Mus’ab benden çok hayırlı idi. Bu mübarek şehide kefen yerine bir kaftan sarılmıştı da, bununla başı örtülse ayakları açılıyordu. Ayakları örtülse başı açılıyordu.

(İbrahim diyor ki: Öyle zannediyorum ki babam sözüne şöyle devam etti:) Yine Uhud’da Hz. Hamza (r.a.) da şehid oldu. O da benden hayırlı idi. Onu da kefenleyecek bir hırkadan başka bir şey bulunmadı. Bunlar zühdî bir hayat içinde Hakk evine gittikten sonra dünyanın bunca nimetleri karşıma seriliyor. Âhiret için kazandığımız hasenâtımız ta’cil edilip de dünyada verilmiş olmasın?” deyip onun, şehidlerin yüksek derecelerine ulaşmasının geciktiğine üzülerek ağlamaya başladı. Hatta iftar yemeğini de terk eyledi.[10]

Şehidlik dinî bir ünvan ve rutbedir. Bu makam ve rutbe Allah’ın sözü en üstün olsun için Hakk’ın yolunda fedây-ı can ve ten ederek; saf bir iman, temiz bir vicdan ve tertemiz bir alınla elde edilir. Paslanmış bir yürek, kararmış bir vicdan ve kirlenmiş bir alınla elde edilemeyeceği açık bir gerçektir. Şair ne güzel söylemiş:

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

                           ***

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar.

                           ***

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı

                           ***

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber         

Safahat, Mehmet Akif ERSOY

 

Bu vesile ile bütün Şühedây-i Kirâm’ı, özellikle Çanakkale Şehidlerimizi minnet, şükran ve rahmetle yâd ediyoruz.

İşte, Çanakkale bu ulvî gaye uğruna kim bilir tarih boyu kaçıncı defa verilen şanlı mücadelenin; emaneti, sahibine izzet, onur ve tertemiz bir alınla teslim etmenin destânıdır.

Şehid kanlarıyla yoğrulmuş bu topraklarda, saf bir iman, temiz bir alın ve şehid oğlu olmanın onur ve bilinci ile dolaşmak, ecdadını minnet ve rahmetle yâd etmek, iman ve islâm mirasına sahip çıkmak, vatanın hizmetinde ve nöbetinde bulunmak, ezanlarla uyanmak, kardeşini kendine tercih edip önde tutmak, hukukunu gözetmek, derdiyle dertlenmek, onu asla düşmana teslim etmemek ve şu mısra ile tarif edilen fedakâr erlerden olabilmek Mü’min olmanın değişmez özelliklerinden ve kardeşlik görevlerindendir.

  Hişam’ı gör ki; o halinde kaşlarıyla bana,

“Ben istemem, hadi git ver”, diyordu, haykırana.

                                                                     Safahat

Bedir Gazvesi’nde, Medineli Müslümanların sözcüsü olan Sa’d ibn-i Muaz (Radıyallahu anh)’ın Peygamberimiz’i memnun eden şu sözleri; şehidin gönlünde karar kılmış tertemiz îmânını, Efendimiz Aleyhisselâm’a olan sevgi ve bağlılığını en güzel şekilde ifade etmektedir:

“Yâ Rasûlallah! Biz sana inandık, taraf-ı Bârî’den getirdiği Kur’an’ın hak olduğuna i’tikad ve i’timad ettik ve sana itâat ve ittibâ etmek üzere ahd ü misak eyledik. Nasıl dilersen o suretle hareket et, bize emret, biz seninle beraberiz. Seni gönderen Allah Hakkı için eğer denize girersen seninle beraber gireriz, hiçbirimiz geri kalmayız, biz düşmana varmaktan çekinmeyiz. Muharebe vaktinde geri dönmeyiz.

Yâ Rasûlallah! Biz harbde sebât etmesini, sadâkat göstermesini biliriz. Düşmanla karşılaştığımızda Cenâb-ı Hakk’dan umarız ki, Ensar câmiasının elinden seni memnûn ve mesrûr edecek şehâmet hârikaları gösterecektir. Hemen alâ bereketillah bizimle beraber düşman üzerine azimet buyurunuz!”[11]

Şühedâ’nın fazilet ve övgüsünü, Rabb’i katındaki derecesini bizzat Cenâb-ı Hakk’tan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselâm Efendimizden dinleyelim:

Sözlerin en güzeli Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın sevgilileri şöyle tanıtılmaktadır:

“Allah yolunda (O’nun dini uğrunda) öldürülenlere “ölüler” demeyin; aksine onlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız.”[12]

“Habibim!  Allah yolunda öldürülen o şehidleri sakın ölmüştür sanma! Bilakis onlar Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdiği nimetlerle rızıklanarak ve sevinçli olarak Rabb’leri yanında hayattadırlar.”[13]

“Şüphesiz ki Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar; öldürürler veya kendileri öldürülerek şehid olurlar. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da verdiği gerçek bir sözdür. Allah’tan daha çok, sözünü yerine getirecek kim vardır? O halde (ey Mü’minler), yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin, size müjdeler olsun. Bu, en büyük saadettir.”[14]

Bu Âyet-i Celile’de açıklandığı gibi, Mü’min Cenâb-ı Hakk’a canını ve dünya varını verir de, karşılığında ebedî saadet yeri olan Cennet’i alır. İşte, bu alış-veriş büyük bir sevinç, saadet ve kurtuluş vesilesidir. Şâir Fuzûlî’nin dediği gibi:

Canı Cânân dilemiş, vermemek olmaz ey dîl

Ne nizâ’eyleyelim ol ne senindir ne benim.

Fedây-ı cân ve ten edebilmek için buna hazır olmak gerekir. Bu hazırlık ise, saf bir iman ve temiz bir vicdanla; ölüm ötesi hayata, öldükten sonra dirilmeye, haşre, mizana, kitaba, Cennet ve Cehenneme iman etmek; Cennet’in sahibi Yüce Rabbimize, Hakk’ın biricik Habîbi Efendimiz’e kavuşmayı özlemek, Cenâb-ı Hakk’ın rızasını hayatın her alanında gözetmekle gerçekleşir.

İmanımızın şahidleri olacak ve bizi şehadetle Rabbimize kavuşturacak olan Cennet’le müjdelenmiş kamil mü’minlerin vasıfları sözlerin en güzeli Kur’an-ı Kerim’de şöyle sıralanmaktadır:

“(Bu müjdeye erişen Mü’minler); Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyâhat edenler[15], rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten/günahtan vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları koruyanlardır. Habibim! Sen böyle Mü’minleri (Cennet’le) müjdele!”[16]

İki cihan güneşi Efendimiz aleyhisselâm, özlemini çektiği Ümmeti’nin şehidleri hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Şehidlere yerleşmiş oldukları Cennette bir arzuları olup olmadığı sorulur. Cevaben: “Ey Rabbimiz, senin uğrunda bir defa daha şehid edilmemiz için, senden ruhlarımızı cesetlerimize iâde edip, tekrar dünyaya gönderilmemizi istiyoruz.”derler.”[17]

“Allah Teâlâ hazretleri katında şehid için altı haslet vardır.

1-Kanı ilk aktığı anda günahları mağfiret olunur.

2-Cennetteki makamını görür.

3-Kabir azabından kurtulur.

4-Kıyamet gününde büyük korkudan emin olur.

5-Başına bir vakar tâcı giydirilir ki, onun bir tek yâkutu dünyadan ve dünyadakilerden hayırlıdır.

6-Yakınlarından yetmiş kişiye şefaat eder.”[18]

 

“Şehidin kanından akan ilk damla ile günahları bağışlanır. İkincisiyle ona iman elbiseleri giydirilir. Üçüncü damla ile Cennet hûrileriyle evlendirilir. ”[19]

“Şehid, öldürülmenin acısını ancak herhangi birinizin cimdik acısını hissettiği kadar duyar.”[20]

“Allah yolunda (nöbet beklemekte ve sair din ve vatan hizmetlerinde) uyumayan göze cehennem haram kılınmıştır.”[21]

“İki göze ebedî olarak Cehennem ateşi dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyerek geceleyen göz.”[22]

“Kim sıdk u ihlas ve halis bir niyetle Allah’tan şehidlik mertebesini isterse, Allah onu yatağında ölse bile şehidlik derecesine ulaştırır.”[23]

Yüce Rabb’imizden, O’nun ve Rasûlü aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz’in hoşnud olacağı şekilde yaşamayı, ölürken şehâdeti, huzurunda da berâatini alarak; Peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kulları ile haşr olmayı lütf u keremiyle ihsan etmesini niyaz ederiz! (Âmin!)

 

[1] bkz. Saf, 61/4

[2] Beyhakî

[3] Ahzâb, 33/23

[4] Hadid:57/20

[5] bkz. Ankebut, 29/69

[6] Buhâri

[7] Buhari, İlim 45

[8] bkz. Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK, Şehadet ve Biz, Mektup Dergisi

[9] Tecrid-i sarih Tercümesi: 4/447

[10] Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz, 36

[11] Ramazanoğlu Mahmud Sâmî (k.s.), Bedir Gazvesi,   Erkam Yayınları

[12] Bakara: 2/154

[13] Âl-i İmran, 3/169-170

[14] Tevbe, 9/111

[15] “Oruç tutanlar” diye tefsir edenler varsa da buna cihad ve ilim tahsili için seyahat yapanlar anlamı verilmiştir.

[16] Tevbe, 9/112

[17] İbn-i Mâce, 7, Hadis no:2801

[18] Mişkâtü’l-Mesâbih, Hadis no: 3834

[19] Râmûzu’l-Ehâdîs

[20] Mişkâtü’l-Mesâbih, Hadis no: 3836; et-Tâc, 4/333

[21] Nesaî

[22] Tirmîzî, Fezâilü’l-cihâd 12

[23] Müslim