İçeriğe geç
Anasayfa » KABİR AZABI

KABİR AZABI

                “Kâfirlerin tamamı ve bazı günahkâr müminler için kabrin daralması ve kabir azabı haktır.” der, İmâmüna’l-a’zam Ebû Hanîfe en-Nu’mân (ra).[1] Bu ifadeleriyle adeta meydan okur hem kendi asrındaki inkârcılara, hem de kıyamete kadar aynı inkârı ısıtıp ısıtıp tekrar gündeme getirecek olanlara. Kabir azabı haktır ve inanılması zorunlu olan bir meseledir. Çünkü bu husus, Kur’ân, Mütevâtir sünnet ve icma ile sabittir. Kabir azabı hak olduğu gibi kabirde mü’minlerin nimete mazhar olması da haktır. Kısacası ölümle birlikte başlayan ebedî hayatın ilk durağı olan kabir, ya nimete ulaşılan ya da azâba dûçâr olunan bir yer olmaktadır. Bu husustaki tartışmalar, “kabir azabı” üzerinden yapıldığı için biz de konunun bu yönünü inceleyeceğiz.

Okumakta olduğunuz makalenin amacı, kabir azabının hak olduğunu ispat etmek değildir. Buna teşebbüs, güneşin varlığını ispata kalkışmak gibidir. Gayemiz, güneşi görmemizi sağlayacak bir pencere açmaktır. Âlimlerimiz, başta İmâm-ı Azam Hazretleri olmak üzere, inkârcılara gereken cevapları vermişler, bu konunun delillerini ortaya koymuşlardır. Biz burada, “inkârı mümkün olmayan kabir azabı”nın delillerine kısaca temas edeceğiz. 

Kur’ân-ı Hakîm’de Kabir Azabı

Yüce kitabımızda, birçok ayet-i kerime kabir azabına işaret etmektedir. Bu ayetlerden en meşhur olanı şudur:

“Onlar sabah akşam o ateşe sunulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!”[2]

Taberî,[3] Mâtürîdî,[4] Râzî,[5] Kurtubî[6] ve İbn Kesîr[7] gibi pek çok müfessir, ayet-i celileyi kabir azabına delil olarak gösterir. Bu hususta, istisnâlar olabilmekle birlikte, tefsirler arasında görüş birliği vardır. Hatta Mutezilî olarak bilinen Zemahşerî bile bu meselede ayetin delaleti noktasında müfessirler ile ittifak halindedir.[8]

Ayet-i kerime açıkça ifade etmektedir ki, kıyamette sokulacakları cehennem azabından önce, Firavun ailesine sabah-akşam azap edilmektedir. Bu da müfessirlerimizin ifade ettiği gibi kabir azabının olduğunu gösterir.

Şayet Kur’ân’ı mealinden okursak veya sanki Kur’ân yeni inmiş gibi 1400 senelik tefsir birikimini yok sayarak Kur’ân’ı yorumlamaya kalkarsak, Kur’ân’da kabir azabının olmadığını söylememiz mümkün olabilir. Sadece kabir azabı değil, pek çok hususu inkâr etmemiz gerekir.

Şu husus hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir: Elhamdülillah ki, yüce dinimiz Efendimiz (sav)’den itibaren hiç kesintiye uğramadan günümüze kadar gelmiş, tefsir, hadis, fıkıh… hangi sahada olursa olsun köklü geleneklerimiz oluşmuş ve bugün, tarafımızdan okunmaları bile yıllarımızı alacak muazzam eserler telif edilmiştir. Bu çerçevede bir kimsenin kalkıp on dört asırlık geleneği yok sayarak ortaya bir şeyler koyması ilmî olmaktan son derece uzak olur.

Neticede, üzerinde durduğumuz ayetin kabir azabına delaleti noktasında neredeyse icmâ oluşmuştur. İsimlerini yukarıda zikrettiğimiz tefsir otoriteleri bu konuda hemfikirdirler. Aksini iddia etmek için elimizde herkesi ikna edebilecek delillerin olması gerekir.

Kabir azabına delalet eden diğer ayetler de şöyledir:

“Muhakkak ki o zulmedenlere bundan evvel de bir azâb var. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.”[9]

“Şu da bir gerçek ki, onlara en büyük azaptan önce o yakın azaptan da tattıracağız, belki dönerler.”[10]

“Benim Kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak hasrederiz.”[11]

“Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.”[12]

“Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medîne halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.”[13]

Zikrettiğimiz ayetlerin kabir azabına delâletleri ile ilgili tefsirlere müracaat edilmelidir. Biz, en baştaki ayet-i kerime ile maksadın hâsıl olduğuna inanarak, bu bölümü fazla uzatmamak için, buraya nokta koymak istiyoruz.

Sünnet-i Nebeviyye’de Kabir Azabı

Kabir azabı konusunda vârid olan hadisleri incelediğimizde, meselenin mütevâtir olduğu hemen anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav)’den nakledilen bir husus, mütevâtir olunca onun sübûtu kat’î olmuş; yani Allah Rasûlü’ne âidiyeti kesin olmuş olur ve inkârı küfrü gerektirir. Mütevâtir ile alakalı bu değerlendirmede ulemâ arasında ittifak olduğu herkesçe bilinmektedir.

Usûl eserlerinde mütevâtir rivayet “baştan sona kadar her nesilde, yalan üzerinde birleşmeleri aklen ve âdeten mümkün olmayacak kadar çok kimsenin rivayet etmiş olduğu hadis” diye tarif edilir.[14] Bir lafız/ifade veya konu bu şartlara uygun olarak nakledilmişse mütevâtir olarak isimlendirilir ve kesin bilgi ifade eder. Mütevâtirin tespitinde ilk nesil olan sahâbe dönemi önemlidir. Çünkü sahâbe döneminden sonra rivayetlerin râvîlerinin artması tarihî bir vakıadır. Kısacası bir haber, ashâb-ı kirâm tarafından tevâtüren naklediliyorsa, sonraki asırlarda daha kuvvetli bir şekilde rivayet ediliyor demektir.

Kabir azabı mevzuuna dönecek olursak, yaptığımız genel bir incelemenin ardından gördük ki; kabir azabı ile ilgili rivayetler 48 sahâbîden nakledilmiştir. Bu sahâbîler: Abdullah b. Abbâs,[15] Abdullah b. Amr,[16] Abdullah b. Mesud,[17] Abdullah b. Ömer,[18] Abdurrahmân b. Hasene,[19] Abdurrahmân b. Seleme,[20] Hz. Âişe,[21] Hz. Ali,[22] Avf b. Mâlik,[23] Berâ b. Âzib,[24] Câbir b. Abdillah,[25] Cerîr b. Abdillah,[26] Ebû Bekre,[27] Ebû Berze,[28] Ebu’d-Derdâ,[29] Ebû Eyyûb el-Ensârî,[30] Ebû Hureyre,[31] Ebû Musâ el-Eş’arî,[32] Ebû Râfi’,[33] Ebû Saîd el-Hudrî,[34] Ebû Ümâme,[35] Enes b. Mâlik,[36] Esmâ bint Ebî Bekir,[37] Fudâle b. Ubeyd,[38] Hâlid b. Urfûta,[39] Huzeyfe b. el-Yemân,[40] Kays el-Cüzâmî,[41] Meymûne bint Hâris,[42] Meymûne bint Sa’d,[43] Mikdâm b. Ma’dîkerib,[44] Muâz b. Cebel,[45] Hz. Osman,[46] Osman b. Ebû’l-Âs,[47] Hz. Ömer,[48] Sa’d b. Ebî Vakkâs,[49] Selmân-ı Fârisî,[50] Süleymân b. Surad,[51] Ubâde b. es-Sâmit,[52] Ukbe b. Âmir,[53] Übey b. Ka’b,[54] Ümmü Habîbe,[55] Ümmü Hâlid,[56] Ümmü Mübeşşir,[57] Ümmü Seleme,[58] Ümmü Süfyân,[59] Ya’lâ b. Mürre,[60] Zeyd b. Erkam[61] ve Zeyd b. Sâbit’tir.[62]

Daha kapsamlı bir araştırma ile bu sayının artacağı rahatlıkla söylenebilir. Fakat bu kadarı dahi mütevâtir hükmü verme açısından yeterlidir.

Kabir Azabı ve İcmâ

Bazı Mutezilî ve Râfızîler aklî bir takım çıkarımlarla kabir azabını inkâr etmişlerdir.[63] Bununla beraber İslâm ulemâsının kâhır ekseriyeti de kabir azabının hak olduğunu kabul etmektedir. Mâtürîdî ve Eş’arî eserlerinde bu kabul açıkça görülmektedir. Sadece Ehl-i Sünnet değil, Ehl-i Sünnet dışı telakkî edilen gruplardan bir kısmı da yine kabir azabı meselesini kabul eder. Bu noktada İslâm âlimleri katında hemen hemen icmânın oluştuğu söylenebilir.

Bunların ötesinde avâm nezdinde kabir azabı konusunda tam bir icmâdan söz edilebilir. Bugün Anadolu’muzun herhangi bir köyüne gidip rastladığımız ilk şahsa “Kabir azabı hakkında ne dersin?” diye sorduğumuzda büyük ihtimalle vereceği cevap “Allah bizi kabir azabından korusun.” olacaktır.

Bu kadar âlimin ve şu kadar halkın yanlış olan bir mevzûda bir araya gelmeleri aklen ve naklen[64] mümkün müdür? Âlimlerimizin yanlış fikirde olduklarını ve insanların on dört asırdır yanlış inandıklarını hangi akıl kabul edebilir?

Öte yandan hadis kitaplarına baktığımızda hemen hepsinde kabir azabı ile ilgili rivayetlere rastlanır. Bu rivayetler genelde cenâze ile ilgili kısımda olsalar da, Begavî[65] ve Birgivî[66] gibi bazı müellifler iman bölümünde ilgili rivayetleri “Kabir Azabını İspat” diye özel bir başlık altında serdederler. Bu uygulama kabir azabına imanın onlar nezdinde imanın bir şartı olduğunu göstermesi açısından mânîdârdır.

Bunların yanında kabir azabı ile ilgili hadisleri bir araya toplayan husûsî eserler de telif edilmiştir. Bunlardan birkaçı; Beyhakî’nin, İsbâtü azâbi’l-kabr’i,[67] Gazâlî’nin, Sekerâtü’l-mevt ve şiddetühü ve hayâtü’l-kubûr’u,[68] ve İbn Receb el-Hanbelî’nin, Ahvâlü’l-kubûr,[69] isimli eserleridir.

Neticede, bu mevzûda ümmet arasında mutâbakât vardır. Mutâbakâttan kastımız {e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f}100’lük bir mutâbakât değildir elbette. Zaten bu ölçüde birliğin olduğu meseleler oldukça azdır. Mutâbakâttan amacımız, kâhır ekseriyetle birliğin sağlandığı, manasındadır. Evet, bugün ümmet-i Muhammed, dün olduğu gibi kabirde azabın olduğuna inanmakta ve dualarında kabir azabından Allah’a sığınmaktadır.

Biz de yazımızı, Kur’ân, mütevâtir sünnet ve icmâ ile sâbit olan kabir azabı konusunda, büyük sahâbî Abdullah b. Mesud (ra)’ın naklettiği ve Efendimizin sabah-akşam yaptığı şu dua ile bitirelim:

Sabaha/Akşama ulaştık. Mülk Allah’ındır. Hamd O’na mahsûstur. Allah’tan başka ilâh yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsûstur. O’nun gücü her şeye yeter. Allah’ım! Bu günün/gecenin ve bundan sonrakilerin hayrını senden isterim. Bu günün/gecenin ve bundan sonrakilerin şerrinden sana sığınırım. Rabbim! Tembellikten, insanı mahveden yaşlılıktan sana sığınırım. Cehennem azabından ve kabir azabından sana sığınırım.[70]

 

[1] Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-ekber, s.65.

[2] Mümin; 40/46.

[3] Bkn. Câmiu’l-beyân, 21/395.

[4] Bkn. Tevîlâtü’l-Kur’ân, 9/33.

[5] Bkn. Mefâtîhu’l-gayb, 27/64.

[6] Bkn. el-Câmiu li ahkâmi’l-Kur’ân, 15/278.

[7] Bkn. Tefsiru’l-Kur’ân, 7/146.

[8] Bkn. Keşşâf, 4/175.

[9] Tûr; 52/47.

[10] Secde; 32/21.

[11] Tâhâ; 20/124.

[12] İbrâhîm; 14/27.

[13] Tevbe; 9/101.

[14] Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 232.

[15] Müslim, Mesâcid, 134.

[16] Ahmed, 40/346.

[17] Müslim, Zikir ve Dua, 76.

[18] İbn Mâce, Cenâiz, 38.

[19] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 90.

[20] Taberânî, Ehâdîsu’t-tıvâl, s. 281.

[21] Buhârî, Sıfatu’s-salât, 65.

[22] Tirmizî, Tefsîr, 88.

[23] Müslim, Cenâiz, 85.

[24] Buhârî, Cenâiz, 85.

[25] Ahmed, 22/58.

[26] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 39.

[27] Nesâî, Sıfatu’s-salât, 90.

[28] İbn Hibbân, Sahîh, 13/44.

[29] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 10/311.

[30] Ahmed, 38/520.

[31] Buhârî, Cenâiz 85.

[32] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 133.

[33] Taberânî, el-Kebîr, 1/325.

[34] Hâkim, el-Müstedrek, 2/413.

[35] İbn Hibbân, Sahîh, 16/536.

[36] Buhârî, Cenâiz, 85.

[37] Buhârî, Cenâiz, 85.

[38] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 96.

[39] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 101.

[40] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 53.

[41] Ahmed, 29/332.

[42] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 123.

[43] Taberânî, el-Kebîr, 25/37.

[44] Tirmizî, Cihad, 25.

[45] Taberânî, el-Kebîr, 20/124.

[46] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 124.

[47] Taberânî, el-Kebîr, 9/58.

[48] Nesâî, İstiâze, 3.

[49] Buhârî, Deavât, 40.

[50] Ahmed, 39/138.

[51] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s. 101.

[52] Bezzâr, Müsned, 7/138.

[53] Taberânî, Müsnedü’ş-şâmiyyîn, 2/188.

[54] İbn Hibbân, Sahîh, 15/206.

[55] Hâkim, el-Müstedrek, 2/413.

[56] Buhârî, Deavât, 36.

[57] Taberânî, el-Kebîr, 25/103.

[58] Hâkim, el-Müstedrek, 1/705.

[59] Taberânî, el-Kebîr, 25/161.

[60] Beyhakî, İsbâtu azâbi’l-kabr, s.89.

[61] Müslim, Zikir ve Dua, 73.

[62] Müslim, Cennet, 67.

[63] Taftazânî, Şerhu Akâid, s. 160.

[64] Rasûlullah (sav)  şöyle buyurur: “Allah (cc), benim ümmetimi sapıklık üzerinde bir araya getirmeyecektir.”  (Tirmizi, Fiten, 7)

[65] Bkn: Begavî, Mesâbîhu’s-sünne, 1/26.

[66] Bkn: Birgivî, Kitâbü’l-îmân, varak: 18/a (müellif nüshası).

[67] Nşr: Şeref Mahmud Kuzat, Amman 1405.

[68] Nşr: Abdüllatif Aşur, Riyad 1406.

[69] Nşr: Muhammed Zağlûl, Beyrut 1405.

[70] Müslim, Zikir, 74-76.