Bir savaş esnasında Hz. Sa‘d bin Muâz el-Ensârî (r.a), bir ok, bileğinden geçen atar damara İsâbet ettiğinden yara alır. Ve oluk oluk kan akmaya başlar. Hz. Sa‘d (r.a), “Ya Rasûlullah, daha gencim, güçlüyüm. Fakat bu akan kandan dolayı (Allahu e‘lam) öleceğim. İslam’a daha çok hizmet etmek istiyorum.” diyordu. Efendimiz (s.a.v) Sa‘d bin Muâz’ın (r.a) bu yarasına mübarek tükürüğünü sürerek tedavi etti. Benî Kurayza Yahudileri, haklarında hüküm vermesi için bu değerli sahâbenin hakemliğini isterler, o da Efendimiz’in (s.a.v) emir ve tavsiyeleriyle bu teklifi kabul eder. Hz. Sa‘d (r.a), Medine Sözleşmesi’nin ihlal edilmiş olmasından dolayı eli silah tutan bütün Yahudilerin kellesinin vurulmasına, kadın ve çocukların da Hayber’e sürgüne gönderilmesine karar verir. Düşmanın dahi haklı gördüğü bu adil kararından hemen sonra ok yarasının yeniden nüksedip açılmasıyla gecenin bir anında ruhu arş-ı a‘lâya yükseliyor. Hz. Sa‘d (r.a), İslam’a olan son hizmetini böylece tamamlamış oluyordu. Bu değerli sahâbî’nin nasıl sarsılmaz bir imana sahip olduğunu hele bir görelim. İri yapılı olan Hz. Sa‘d’ın (r.a) cenazesini taşıyan sahâbe-i kirâm Efendilerimiz, “Ya Rasûlallah, (kardeşimiz) Sa‘d bin Muâz’ı taşırken sanki parmağımızın ucunda idi, hiçbir ağırlık hissetmedik.” diye hayretliklerini ifade etmişlerdir. Efendimiz (s.a.v), “Sa‘d’ın cenazesini yetmiş bin melek taşıdı.” diye cevap verir. Bundan önce böyle bir duruma rastlanmamıştır. Hz. Sa‘d (r.a) öyle mübarek bir zat ki hükmünde adil oldu. Hem Kur’ân-ı Kerîm’e hem de Tevrât’a uygun bir karar verdi. Hz. Sa‘d’ın (r.a) ölümü ile “Arşu’r-Rahmân”, sevincinden dolayı sallandı, titredi. Yani Hz. Sa‘d’ın (r.a) aziz ruhunun, “Arşu’r-Rahmân’a” yükselmesinden dolayı arştaki melâike-i kirâm aşırı sevince gark olmaları sebebiyle sevinçlerine hâkim olamayıp cüşa, aşka geldi.
Efendimiz (s.a.v), bu değerli sahâbenin defni esnasında kabrinin başında iken mübarek yüzleri birden bire sapsarı olmuş ve “Yâ Rabbi, Sa‘d bin Muâz’a yardım et.” diye titreyerek dua buyurdular. Ve az sonra da gülmeye başladılar. Sahâbe-i kirâm bu durumu Efendimiz’e (s.a.v) sorunca, “Sa‘d bin Muâz’ı kabir sıktı, Allah’a yalvardım, Sa‘d da rahatladı.” buyurdular.[1]
Evet, (vallâhi) kabir adamı sıkar. Bunu hiç düşünenimiz var mı? Hz. Yahya (s.a.v) ve Hz. Sa‘d bin Muâz (r.a) gibi muhterem zatları kabir sıkıyorsa seni, beni ne yapmaz ki! Lütfen kendimize çekidüzen verelim. Dünya hayatımızın sona ermesiyle başlayan bir hayat vardır. Siz bu hayatı durduramazsınız, durduramayacaksınız. O zaman gelin, lütfen, bu hayata hazırlanalım. Hazırlanalım ki hayat bulalım.
Kabir azabının olmadığını savunarak kendilerini teselli etmeye çalışanların bir türlü kabullenemedikleri bir başka önemli husus daha vardır. O da, “Nüzûl-i İsâ”, Hz. İsâ’nın (a.s) yeryüzüne ineceği gerçeğidir. Hz. İsâ’nın (a.s) nüzûlü ile ilgili hem Kur’ân, hem sünnet, hem de icmâ delilleri vardır…
Hz. İsâ’nın (a.s) Nüzûlü İle İlgili Kur’ân-ı Kerîm’den Delil:
1. “İsâ, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na örnek kıldığımız bir kuldur. Eğer biz dileseydik, sizden yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık. Gerçekten o (İsâ’nın yeryüzüne inmesi), kıyametin (ne zaman) kopacağının bir ilmi (bir alâmeti)dir…”[2]
Görüldüğü gibi bu âyette Hz. İsâ’nın (a.s) kıyamet için bir bilgi, bir alâmet olduğuna, âhir zamanda tekrar yeryüzüne ineceğine açıkça işaret edilmektir.
2. “Biz, Allah’ın Rasûl’ü, Meryem oğlu İsâ Mesih’i öldürdük.” demeleri sebebiyle onları lanetledik. Hâlbuki onu öldürmediler ve onu asmadılar da. Fakat öldürdükleri kişi onlara İsâ gibi gösterildi (İsâ’ya benzetildi). Onun hakkında ihtilâfa düşenler kesin bir şüphe içindedirler. Onların bu konuda zanna uyma dışında hiçbir bilgileri yoktur. Kesinlikle onu öldürmemişlerdir, aksine Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, Azîz (daima üstün ve gâlip)dir. Hâkim’dir ve hikmet sahibidir. (Yahudiler, İsâ’yı (a.s) öldürdüklerini iddia ederken Hristiyanlar da bu iddiayı kabul edip inandılar. Fakat Kur’ân-ı Kerîm bu iki grubun görüşünü reddediyor.) Ehl-i kitaptan hiçbir kimse yoktur ki ölmeden önce ona iman etmiş olmasın. Kıyamet gününde o, onların üzerine şahitlik edecektir.”[3]
3. “Hani Allah, İsâ’ya şöyle demişti: “Ey İsâ! Seni vefat ettirecek benim. Seni katıma yükseltecek, kâfirlerden Seni tertemiz (olarak) ayıracak, Sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün kılacak da benim.”[4]
Bu âyet-i celîlede geçen “müteveffî” kelimesi yani vefat kelimesi ölüm manasından başka farklı manalarda da kullanılmıştır. Bunlardan birkaçını istifâdenize sunmak istiyorum:
– “Ey İsâ! Seni tastamam olarak kabzedip hem hay (diri) olarak katıma yükseltecek olan benim.”
– Ebû Bekir el-Vâsitî’ye göre, “Ey İsâ! Senin nefsânî ve bilumum dünyevî arzu ve isteklerini vefat ettirip (mahvedip) Seni tertemiz olarak katıma yükseltecek olan benim.”
– “Müteveffî” kelimesinin bir başka manası da bir şeyi bütünüyle kavrayıp tastamam olarak alıvermektir. Yani, “Ey İsâ, Seni ruh mea’l-cesed (canlı olarak) katıma yükseltecek olan benim.”
– Bazı müfessirlere göre bu âyette şöyle bir takdim ve tehir vardır: “Ey İsâ, kâfirlerden Seni tertemiz olarak ayırıp katıma yükseltecek ve yeryüzüne indirdikten sonra vefat ettirecek (öldürecek) olan benim.”
– Vefat kelimesinin diğer bir manası da “uyku”dur. Çünkü Zümer Sûresi’nin 42. âyetinde uyku, vefat manasında kullanılmıştır. Yani bir korku, bir endişe olmasın diye onu uykuda iken semaya yükseltmektir. Bu takdirde âyetin manası şöyle olur: “Ey İsâ, uyurken Seni katıma yükseltecek, kâfirlerden Seni tertemiz arındıracak, Sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün kılacak da benim.”
– Âli-İmrân Sûresi’nin 46. âyet-i celîlesinde şöyle buyruluyor: “O (İsâ), beşikte iken de, yetişkin halde iken de konuşacaktır. O Salihlerdendir.”
Bu âyette yetişkin diye tercüme edilen “kehl” kelimesi kırk yaşını geçip yaşlı bir döneme yaklaşmak demektir. Bu yaştan önce yani “kehl” müddetinden önce göğe yükseldiğine göre tekrar yeryüzüne indirilecek ve yetişkin bir kişi olarak insanlara hitap edecek demektir.
Nüzûl-i İsâ ile ilgili sünnet deliline gelince, bu konuda bir veya birkaç hadîs değil onlarca hadîs-i şerîf mevcuttur. Ve bu hadîslerin bir bölümü Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim’de yer alan hadislerdir. Konu ile ilgili hadîs-i şerîfler mütevâtir hadislerdir. Bu hadislerden sadece birkaçını istifâdenize sunmakla yetinmek istiyorum:
– Said ibn Müseyyeb’in, Ebû Hureyre’den (r.a) naklettiği bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: “Nefsim, yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, muhakkak ki Meryem oğlu İsâ sizin içinize adaletli bir hakem olarak inecektir. O zaman o, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak (çünkü o zaman herkes İslam’a girmiş olacak). Mal o kadar çoğalacak ki hiçbir kimse mal kabul etmeyecek. Nihâyet bir secde dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlı olacaktır.” Sonra Ebû Hureyre (r.a) şöyle der: “İsterseniz şu âyeti okuyunuz: “Ehl-i kitaptan hiçbir kimse yoktur ki ölmeden önce ona (İsâ’ya) iman etmiş olmasın. Kıyamet gününde o, onların üzerine şahitlik edecektir.”[5]
– “Meryem oğlu İsâ aranıza inip de size imam olduğu zaman acaba haliniz nice olur?”[6]
– Amr bin Afv, “Mecma bin Ceriye el-Ensâri’den şöyle söylediğini işittim. “Meryem oğlu İsâ, Deccal’i “Bab-ı Lüd” denilen yerde öldürecektir.”” der.[7]
– “Ümmetimden bir tâife hak üzere savaşır ve kıyamet gününe kadar muzaffer olur. Meryem oğlu İsâ (gökten yeryüzüne) indiğinde o tâifenin reisi (âmiri) ona, “Bize namaz kıldır.” der. O ise şöyle der: “Hayır (sizin) bir kısmınızın bir kısmınıza karşı âmir olması Allah’ın bu ümmete (özel) bir ikramıdır.””[8]
– “Nefsim, yed-i kudretinde olan Zât-ı zü’l-Celâl’e yemin ederim. Meryem oğlu İsâ’nın aranıza adaletli bir hâkim olarak ineceği haçı kırıp hınzırı öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artacak ki kimse onu kabul etmez; tek bir secde dünya ve dünyadakilerin tamamında daha hayırlı olacaktır.[9]
İslam ulemâsı, ehl-i sünnet âlimleri ahir zamanda Hz. İsâ’nın (a.s), yeryüzüne ineceği hususunu, kaleme aldıkları çok değerli eserlerinde açık ve net olarak ortaya koymuşlardır. Ve bunu kıyametin büyük alâmetlerinden saymışlardır. İtikâda dâir ilk yazılan eser İmam-ı Âzam (r.a) Hazretleri’nin “el-Fıkhu’l-Ekber”dir. Bu eserinde İmam-ı Âzam (r.a) kıyamet alâmetlerinden bahsederken aynen şöyle diyor: “Yecüc ve Mecüc’ün zuhûr etmesi, güneşin batıdan doğması ve İsâ aleyhisselâmın gökten yeryüzüne inmesi haktır.”
İslam akâidinde çok önemli bir yeri olan İmâm-ı Tahâvî, hicri 200. yılın ortalarında yazdığı “el-Akîdetü’t-Tahâviyyeh” isimli eserinde kıyamet alâmetlerinden bahsederken şu ifadelere yer veriyor. “Biz kıyamet alâmetlerinden olan Deccal’in çıkışına, Meryem oğlu İsâ’nın (a.s) gökten yeryüzüne inişine iman ederiz. Güneşin batıdan doğacağına, Dabbetü’l-Arzın çıkacağına da iman ederiz.”
İmam Ebû Mansur Mâturîdî de âhir zamanda kıyamet kopmadan önce Hz. İsâ’nın yeryüzüne ineceğini ve kendisine tâbi olanlarla beraber kâfirlerle harp edeceğini zikretmektedir.
Mâturîdî akîdesine ait meşhur, “Ömeru’n-Nefesî” akâidinde kıyametin büyük alametleri şöyle sıralanıyor: “Deccal’in çıkması, Dabbetü’l-Arz, Ye’cüc ve Me’cüc’ün zuhûr etmesi, Hz. İsâ’nın gökten yeryüzüne inmesi, güneşin batıdan doğması haktır.”
Devamı var…
[1] Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 14, s. 136-141.
[2] Zuhruf, 43/59-61.
[3] Nisâ, 4/157-159.
[4] Âli-İmrân, 3/55.
[5] Buhârî, Enbiyâ 51(165).
[6] Müslim, İman 245.
[7] Tirmizî, Fiten 62/2244.
[8] Müslim Nebevî Şerhi, 2/193-194.
[9] Buhârî, Büyu‘ 102, Mezâlim 31, Enbiyâ 49; Müslim, 155; Ebû Dâvud, Melâhim, 4324; Tirmizî, Fiten, 54/2234.