İçeriğe geç
Anasayfa » KADR U KIYMET BİLMEK VE SÖZ DİNLEMEK

KADR U KIYMET BİLMEK VE SÖZ DİNLEMEK

Allah Teâla Hazretleri İslam’ın mesajına kulak verip tâbi olan kullarını Sözlerin En Güzeliyle şöyle müjdelemektedir:

“Dinleyip/kulak verip de “sözün en güzeli ”ne tabi olanları müjdele. İşte Allah’ın hidayet nasib ettikleri onlardır ve aklı başında hareket edenler de bizzat onlardır.”[1]

Müslüman her söze değil amma, Hak Söz’e kulak verecek ve “sözlerin en güzeli” olan Kur’an-ı Kerim’e tâbi olacaktır. Başka bir alternatif yoktur ve böyle davranmak; imanın, hidayetin ve aklın icabıdır. Dinlenilecek ve uyulacak sözlerin miyar ve ölçüsü Kur’an olunca; O’nun tasvib ettiklerine/onayladıklarına uyulacak, onay vermediklerine uyulmayacaktır.[2] Hak Söz’ü anlamak için mü’minlerin, Kur’an’ı can kulağıyla dinlemesi ve susması Kur’an-ı Mübin’de şöyle açıklanmıştır:

Kur’an okunduğu zaman O’nu can u gönülden dinleyin ve susun ki merhamet olunasınız”[3]

“Şüphesiz ki, bunda aklı başında olan veya huzur u kalp ile kulak verip dinleyen kimseler için elbette bir öğüt ve ibret vardır.”[4]

Mü’minler her ne zaman Kur’an-ı Kerim’i işitseler, O’nu can u gönülden dinleyip susarlar, manasını öğrenmeye severek koşarlar, Allah katından geldiği bilinen her şeyi büyük bir özlem ve güçlü bir iman, tam bir teslimiyet ve muhabbetle kabul edip, ömrünce yaşarlar. Cenab-ı Hakk’ın sözünü dinlemenin süruru ve Hak Söz’ü tanıyıp kabul etmenin saadet ve sevinciyle gözleri yaşla dolup taşar.[5]

Gözyaşlarının tercümanı olduğu gönüllerinde kökleşmiş olan hidayet nimetine şu yakarışlarıyla hamd ederler:

“Bizi hidayetiyle bu saadete erdiren Allah’a hamdolsun! Eğer Allah bize hidayet etmeseydi, kendiliğimizden O’nun doğru yolunu bulamazdık.”[6]

Hak Söz’ü can kulağıyla dinleyip hidayete erenlerle, yüz çevirip hidayetten mahrum kalanlar arasındaki fark Kur’an-ı Hakim’de açıkça beyan edilmiştir:

“Ey Habibim! Sen Kur’an’a iman etmeyen kâfirlere de ki: Kur’an, kendisine iman edenlere hidayet ve şifadır. Kur’an’a iman etmeyen kimselerin ise, kulaklarında bir ağırlık vardır. Onlar Kur’an’ı hakkıyla işitemezler. Çünkü can kulağı ile dinlemezler ki, işitsinler.”[7]

“O kimseler ki onlar hidayet-i ilahiye ile hidayete erdiler. Allah Teâlâ onlara tevfik verir ve Kur’an’ı işittikçe hidayetleri artar, kuvvetlenir ve onlara takva yollarını gösterir.”[8]

Münafıklar, Kur’an’ı işitirler; fakat can kulağıyla dinleyip iman etmedikleri için Kur’an’dan istifade edemezler.

Mü’minler, Cenab-ı Allah’ın gösterdiği doğru yolu tutmakla hidayete erdiler, binaenaleyh Allah Teâlâ Hazretleri onların hidayetlerini ziyade etti. Çünkü her ne zaman Kur’an’ı işitseler can kulağıyla dinlerler, manasını öğrenmeye koşarlar ve hak olduğuna itikat ederek ihlas üzere iman ederler. Cenab-ı Hakk onların kalplerine takva nimetini de verir ki kalplerindeki Allah korkusu sebebiyle Kur’an-ı Azimuşşan’ın bütün emirlerini yerine getirir ve tüm yasaklarından da kaçınırlar.

Her kimin kalbinde Allah Teâlâ korkusu zayıftır, o kimsenin Allah Teâlâ Hazretleri’nin emirlerine imtisâli de o nisbette zayıf ve gevşek olduğu gibi nehyinden de kaçınması ona göre zayıf ve az olur.

Zira takvanın esası; emr-i celil-i İlâhi ile me’mur olduğu şeylerin cümlesini edâ eylemek ve nehiy buyurmuş olduğu menhiyâtın da cümlesini terk etmekten ibarettir.

Mü’minlerin imanlarının ziyadeleşmesine sebep olan şey de; Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri’nden işittikleri Kur’an-ı Azimüşşan ile Ehâdîs-i Nebeviyedir.[9]

Mü’minler, Kur’an-ı Azimüşşan’ı ve Ehadis-i Nebeviyeyi işittiklerinde, gönüllerinde kökleşmiş muhabbet ve bağlılıklarını şu sözleriyle ifade etmişlerdir:

“İşittik ve emrine itaat ettik, Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz, dönüşümüz ancak Sana’dır.”[10]

Lebbeyk ve sa’deyk ya Rasûlallah: Emrin baş üstüne ya Rasûlallah saadetler içinde olunuz.

Cenab-ı Hakkın ve Habib-i Ekrem Aleyhisselam Efendimizin sözlerini can u gönülden dinlemek ve davetlerine tâbi olmak bize dünyada huzur, ahirette ebedi saadet kazandıracağı şöyle müjdelenmektedir:

“Ey iman edenler! Sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’ın ve Rasûlü’nün davetine uyun.”[11]

Çünkü üç şeyden daha iyisi yoktur. “Allah’a davet eden sözden, salih amelden ve “ben Müslümanlardanım” diyenlerden daha iyisi yoktur.”[12]

Şu halde can kulağıyla dinlenilecek, uyulacak ve tavsiye edilecek söz Hakk’a davet eden sözdür. Böylece gönüller Hakk’a bağlanacak, diller hakkı söyleyecek, Cenab-ı Hakkın ve yaratılmışların hakkı gözetilerek dünyamız cennet hayatına dönüşecektir.

“Bir Müslüman, kendi din kardeşine, onun hidayetinin artmasına vesile olacak veya kendisini tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha faziletli bir hediye veremez.”[13]

Maalesef bizler, bize dünya ve ahirette hayat bahşedecek Kur’an’ın sedasını unuttuk veya kulaklarımızı bu sedaya kapattık. Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimizin bizim için canımızdan daha değerli olduğunu, kurtuluş ve saadetimizin, Cennet ve Cemâlullah ile şereflenişimizin yegâne kaynağı olduğunu hatırlamaz olduk.[14]

“Şüphesiz o Kur’an senin için de, kavmin için de kesin bir şereftir. Siz, ondan mesul olacaksınız”[15]

“O Peygamber, mü’minlere kendi öz canlarından daha kıymetli, sevgili ve üstündür.”[16]

Yüce Rabbimizin biz kullarına miras bıraktığı, Sevgililer Sevgilisi Peygamber Efendimizin tebliğ edip uyguladığı Kuran-ı Azimuşşan, bütün dünyalıklardan daha kıymetli ve sevgilidir:

“De ki: Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle (Kur’an ve İslam nimeti ile), işte yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durdukları bütün dünyalıklarından daha hayırlıdır.”[17]

Bugün Müslümanların başına gelen felaketlerin sebebi, her nimetin kaynağı olan Kur’an ve İslam nimetine karşı nankörlük göstermelerinin İlahi bir cezasıdır. Çünkü İslam hayatı Cennet hayatına eşittir. İslam’dan yüz çevirmek ise her kötülük ve darlığın başıdır.

Nitekim Yüce Rabbimiz Sözlerin En Güzeli’nde şöyle buyurmaktadır:

“Erkek olsun, kadın olsun her kim, mü’min olarak salih amel işlerse, ona bu dünyada mutlaka tatlı, hoş ve güzel bir hayat yaşatırız.”[18]

 “Her kim benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır.”[19]

Zamanındaki Müslümanların davranışları Yunus’u üzmektedir. Kimse haddini bilmemekte, kötüler itibar görmekte, iyilerin kıymeti bilinmemekte, Hakk’ın ve Habibi’nin emri dinlenmemekte olduğunu şöyle ifade etmektedir:

Müslümanlar zamane yatlı oldu

Helal yenmez haram kıymetli oldu

Haramiyle hamir tuttu cihanı

Fesad işler eden hürmetli oldu

Şakird üstad ile arbede eder

Oğul ana ile gayretli oldu

Tutulmaz oldu Peygamber Hadis’i

Halayık cümle Hak’dan utlu oldu

Okuyan Kur’an’a kulak tutulmaz

Şeytanlar semirdi kuvvetli oldu.[20]

Daima hatırı gözetilecek, sözü dinlenilecek, hürmet ve saygıda kusur edilmeyeceklerin başında; Yüce Rabbimiz, iki cihan güneşi Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz, peygamber varisleri olan ulemamız, ibadet-taatle büyümemizde emeği olan büyüklerimiz ve ebeveynlerimiz, salih ve sadık olan vefalı dostlarımız gelmektedir.

İslamiyet’in emir ve yasaklarının iki cihan saadetini temine matuf olduğunu ikrar ile her türlü dünyevi ve uhrevi işlerimizde söz sahibi olarak ancak Allah ve Rasûlünü tanımak mecburiyetinde olduğumuzu can u gönülden kabul etmek, Hakka olan kulluğumuzun asgari şartlarındandır.

Müslümanlar olarak bir taraftan Cennet ve nimetlerine sevdalanırken, diğer taraftan Cehennem ve sıkıntılarından ürküp korkacağız ki, İlahi hudutları zorlamadan yaşayalım. Sonuçta hem fert hem de cemiyet olarak huzur ve saadeti yakalamış olalım. İslamî kaide ve kurallara uymakta; Allah’ın ve dinin menfaati yoktur. Bunun faydası insanlığadır.

İslam’a karşı olan ilgisizliğimiz bilgisizliğimizden ileri gelmektedir. İman ve İslam’ı tehlikeye düşüren, ahlak ve fazileti yok eden günahların başında, hiç şüphesiz İman ve İslâm’ın, Allah’ın eşsiz en büyük nimeti olduğunu bilmemek ve şükrünü terk etmek gelmektedir.

Yüce Rabbimiz biz kullarını Kur’an-ı Mübin’inde şöyle uyarmaktadır:

″Eğer şükrederseniz, size olan nimetimi elbette artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz şüphesiz ki benim azabım çok şiddetlidir”[21]

“Rabb’inin nimetini anlattıkça anlat”[22]

Müslüman milletlerin içine düştüğü zillet ve perişanlığın sebeplerinden biri cehaletin verdiği sarhoşluk, diğeri ise; yaşama zevkine düşkünlükten doğan sarhoşluktur.

Yüce Rabbimiz “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğenip seçtim.”[23] buyurarak, bizlere Cenab-ı Hakk’ın rızasının, nimetler deryası İslamiyet’in kadr u kıymetini bilerek, hayatı Müslümanca yaşamak suretiyle kazanılabileceğini bildirmiştir.

*                *                      *

Hocaların hocası Merhum Osman Öztürk Hocamız, iki cihan serveri Peygamberimiz Hz. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin güzel hal ve ahlakını talebesine yansıtmayı ömrünce şiar edinmiştir.

Kendilerini kadir-şinaslıkta da örnek almaya çalıştığımız, kadr u kıymetini bilememenin, sözlerini can kulağı ile dinleyememenin hüznü ve eserlerini okurken gaflete düşmemenin kararlılığı içerisinde Fatiha ve berekete vesile olması niyetiyle yazımızı Hocaefendimizin şu güzel ifadeleriyle tâçlandırmak istiyorum:

Müslüman Kadir-şinastır.

Kadir-şinas; kadir-kıymet bilir, yapılan iyiliği unutmaz demektir. İnsanları gönlümüzde layık oldukları yerlere yerleştirmek de bir cins kadir-şinaslıktır.

Gerek şahsımıza ve gerekse ideallerimize hizmeti geçmiş olanları; hayatta oldukları sürece arayıp sorarak, takdir ve teşekkürle, vefatlarından sonra da hayırla anmak; insanî ve İslamî görevimizdir.

Kadr u kıymet bilenlerin kadir ve kıymetleri bilinir. Bu güzel haslet yaygınlaştıkça; insanî münasebetler/sosyal ilişkiler gelişir. Bunlar gelişince de toplumun yapısı güçlenir.

Kadir-şinaslık; insandaki iyilik yapma, yardımcı olma ve hizmet etme duygularını geliştirir. Emeklerinin takdir olunduğunu gören insanlar; önlerine çıkan yeni hayır işlerinde emeklerine acımazlar.

İnsanoğlu fıtrat itibariyle; teşekkür ve takdire ihtiyaç duyar. Takdir olunmak, kıymet verilmek ve değeri bilinmek; büyük-küçük, zengin-fakir herkesin hoşuna gider. Baba ve anne bile evladları tarafından takdir olunmaktan hoşlanırlar. Hocalar da talebelerince takdir olunduğunda aynı duyguları yaşarlar. Bu duygu insanlara emeklerinin boşa gitmediğini gitmeyeceğini “bu kubbede bırakacağı hoş sadâ” nın vefatından sonra da devam edeceğini ilham eder. Bu ilham ise; insanlara ilgi ve şefkat gösterirken cömert davranmayı temin eder.[24]

 

[1] Zümer, 39/18.

[2] Bkz. Prof. Dr. Osman Öztürk, Sözlerin En Güzeli,  s. 11.

[3] A’raf, 7/204.

[4] Kâf, 50/37.

[5] Bkz. Maide, 5/83.

[6] A’râf, 7/43.

[7] Fussilet, 41/44.

[8] Muhammed, 47/17.

[9] bkz. Ramazanoğlu Mahmud Sami (k.s.), Musahabe 2, s. 20, 21.

[10] Bakara, 2/285.

[11] Enfal, 8/24.

[12] Fussilet, 44/33.

[13] Râmûzu’l-Ehâdis.

[14] Bkz. Ahmet Yaşar Hocaefendi, Akaid Sohbetleri, s. 328.

[15] Zuhruf, 43/44.

[16] Ahzâb, 33/6.

[17] Yunus, 10/58.

[18] Nahl, 16/97.

[19] Taha, 20/124.

[20] Yunus Emre Divanı, s. 213-214

[21] İbrahim, 14/7.

[22] Duhâ, 93/11. (Bkz. El-Hediyyetü’l-Alaiyye, Allâme Alâuddin Âbidîn rahimehullah, s. 328.)

[23] Mâide, 5/3.

[24] Merhum Prof. Dr. Osman Öztürk, Genç Adam, s. 90.