İçeriğe geç
Anasayfa » KALBİMİZİN BAHARI, GÖNLÜMÜZÜN NÛRU KUR’ÂN-I KERİM

KALBİMİZİN BAHARI, GÖNLÜMÜZÜN NÛRU KUR’ÂN-I KERİM

Yüce Rabbimizin nimetlerinden ve Hz. Muhammed aleyhisselâm ümmetinin değişmez özelliklerinden en birincisi Kur’ân-ı Kerim tilavetidir.

Kur’ân-ı Kerim: Allah Teâlâ tarafından Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’e vahiy yoluyla, Cebrâil aracılığı ile Âyet-Âyet, Sûre-Sûre indirilmiş, Mushaflarda yazılmış, gönüllerde ezberlenmiş, okunmasıyla ibadet olunan ve tevâtürle nakledilmiş, en üstün, en güzel, en âdil, eşsiz-benzersiz Allah kelâmıdır.

Kur’ân-ı Kerim: Kalplere ruh; gönüllere şifâ ve hayat veren ilâhi bir kitaptır. Bedenlerde can ne ise, ruhlarda Kur’ân da odur. O bütün insanlığın önünde ve arkasındaki karanlıkları aydınlatan Allah’ın bir nûrudur.

Kur’ân, tükenmez ilâhi bir hazine ve bereket kaynağıdır. Kur’ân, mü’minler arasında kesin bir hüküm; şakası yok bir fermandır. Allah’ın kopmak bilmez ipidir. O’na tutunanlar kaymazlar; O’nu rehber edinenler şaşmazlar. O’ndan başka yol arayanlar hüsrana uğrarlar.

Kur’ân, okunurken haz duyulan ve lezzet alınan ilâhi bir kitaptır. Kur’ân’ı okumaktan, dinlemekten, anlamaktan ve kavramaktan gaye bu gerçekleri öğrenerek yaşamaktır.

Kur’ân-ı Kerim’e iman, her Âyetine aynı derecede inanmakla mümkündür. O’nun bir Âyetinden şüphe eder ve hükmü hafife alınırsa, Kitabın tamamı reddedilmiş gibi imandan çıkılmış olur. Çünkü Kur’ân, kesin ve şüphesiz bir bilgidir.

Cenab-ı Hakk, Kendisinin ta’zim edildiği, isminin zikredildiği ve sabah-akşam tesbih edildiği evleri nurlandıracağını bizlere müjdelemektedir.[1]

“Allah’ı zikretmek sûretiyle evlerinizi nurlandırınız ve hanelerinizde çokca Kur’ân okuyunuz… Şüphesiz ki içinde Kur’ân okunan eve melekler gelir, şeytanlar kaçar. Ev, kendi sâkinlerine genişler, hayrı çoğalır, şerri azalır…”[2]

Bir kul için en güzel şey, Yüce Allah’ın ve Rasûlü aleyhisselâm’ın hoşnut olacağı şekilde yaşamak, hayat rehberi Kur’ân’ı baş tâcı kılıp hizmetinde bulunmak, kelâmullah ile Allah’ın kulları arasındaki cehalet bulutlarını dağıtarak sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirmek ve Hakk’ın Söz’ünü hayatta söz sahibi kılmaktır.

Rabbimiz, sanki bizden başka bir kulu yokmuş gibi özenle bizi terbiye edip yetiştirmekte, sayısız nimetlerini ihsan edip süslemektedir. Biz âciz ve âsi kulları ise nimetlerin kadri ve kıymetini bilip O’na şükredeceğimiz yerde, gaflete dalıp yaratılış gayemizi unutmaktayız. Halbuki insanoğlu; Cenâb-ı Hakk’ı bilip tanıması, nimetlerine şükredip O’na kulluk etmesi için yaratılmıştır.[3] Nitekim Rabbimiz’e her günkü niyâzımız da kulluğumuzu yinelemek ve O’ndan yardım dilemektir. “Ancak sana ibâdet ve kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.”[4]

Cenâb-ı Allah’ı tanımanın yollarından biri de yarattığı varlıklar ve ihsan ettiği sayısız nimetler üzerinde tefekkür etmektir. Bu düşünce, nimetlerin değerini bize öğretecek, hakiki sahibini tanıtıp gönlümüzdeki sevgisini arttıracaktır. Bu bilgi ve sevgi ise bizi Rabbimiz’e karşı şükreden bir kul olmaya götürecektir. Şükrümüz nimeti arttıracak, bizi dertten kurtarıp huzur ve saâdete kavuşturacaktır.

Yüce Rabbimiz’in biz kullarına bahşetmiş olduğu en büyük nimet; yegâne huzur ve mutluluk kaynağı ve hayat rehberi olarak gönderdiği Kur’ân-ı Kerim ve iki cihânın saâdet güneşi Hz. Muhammed –sallallâhu aleyhi ve selem- Efendimizdir.

Bizler bu iki büyük nimeti gerçek manada tanıyabilmiş olsaydık, bugünkü hallere düşmeyecektik. Kur’ân’ın ve Habib-i Ekrem’in kadr ü kıymetini bilmiş olacak ve daha coşkun bir muhabbet ile sevecektik. Böylece Rasûlullah’ın Allah katından getirip haber verdiklerini, uygulayıp öğrettiklerini bütün gönlümüzle kucaklayacak ve kurtulacaktık.

Hiç şüphesiz kurtuluşun sırrı; herkesin Allah’ın emirlerine birlikte sımsıkı sarılması, yasaklarından da toplumca sakınıp uzak durması, bölünüp parçalanmamasıdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Hepiniz, toptan Allah’ın ipine (Kur’ân-ı Kerim’e, Allah’ın her emrine ve Peygamberine) sımsıkı sarılıp tutunun. Bölünüp parçalanmayın…” [5]

Kur’ân-ı Kerim’in ve iki cihânın sultânı Peygamber Efendimiz’in bizim için ne büyük birer nimet olduklarını hiçbir zaman unutmayalım. Kur’ân’a yönelmeye, itina ve özen göstermeye gayret edelim. O’na olan bağlılığımızı her gün daha da arttıralım. O’nu gönül ve ruhlarımıza sindirmek, hayatımızı O’nunla şekillendirmek sûretiyle huzur bulalım.

Kur’ân’ın davetine kulak vererek yeniden hayata kavuşalım. Bize hayat verecek düsturlara, hak ve adalet ölçülerine sahip, dirilişin kitabı olduğunu hiçbir zaman unutmayalım ve Yüce Rabbimizin şu fermanına tam bir teslimiyetle yönelelim:

“Ey iman edenler! Sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’ın ve Rasulü’nün davetine uyun.” [6]

Yegâne dinlenilip uyulacak davet, Allah ve Rasûlü’nün davetidir. Çünkü bu davet insanlığı her türlü karanlıktan nûra/aydınlığa çıkarmış, dünya ve âhirette hayat bahşedip huzûra kavuşturmuştur.

Yüce Allah’ın lütuf ve rahmetinin bir nişanı olarak indirdiği Kur’ân-ı Kerim ve O’nu okuyup öğretsin, açıklayıp tatbik etsin diye gönderdiği Hz. Muhammed aleyhisselâtü ve’s-selâm Efendimiz, bizim için her şeyden öncelikli sevinç vesilesi olup, dünyadan ve bütün dünyalıklardan, hatta canımızdan daha kıymetli ve azizdir.[7]                                                                                                                                                                                                                                              Her mü’min sözlerin en güzeli yüce Kitabımızı, güllerin ve gönüllerin efendisi, iki cihanın serveri Peygamberimizi çok iyi tanımalı, coşkun bir muhabbet ile sevmeli, her türlü tercihinden öncelikli tutmalı, hiçbir konuda önüne geçmemeli, cihandan ve canından aziz bilmelidir. Bu bilgi ve imân bizi değerli kılacak, iki dünyada da Aziz Ümmet yaparak, dışlanıp itibarsız olmaktan koruyacaktır.

Cenab-ı Hakk, izzet ve onur vesilesi olarak indirdiği Kur’ân-ı Kerim’i bize şöyle tanıtmaktadır:

“Şüphesiz o Kur’ân, senin için de, kavmin için de büyük bir şereftir ve ileride hepiniz O’ndan sorumlu olacaksınız.” [8]

Allah ve Rasûlünün davetine kulak verip Kur’ân’a hicret eden, O’nun hayat ölçülerini baş tâcı yapan, dinleyip uyulacak her sözde Kur’ân’ı ölçü tutan, O’nun seçtiğinden hoşnut olup, O’na imanın onur ve coşkusu ile yaşayan, bu coşku ve sürûru hayatının her alanına taşıyıp, bütün işlerinde Rabbinin rızasını arayan milletleri Cenâb-ı Hakk üstün kılıp, yükseltir ve her iki dünyada da aziz kılar. Kur’ân’ın sesine kulak vermedikleri, O’nu rehber kabul etmeyip dışladıkları için de nice milletleri alçaltır. Nitekim Sultân-ı Enbiyâ (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Allah, bu kitap sebebiyle -Kur’ân’a uydukları için- pek çok milleti yükseltir. Bu kitap sebebiyle -Kur’ân’a uymadıkları için- de pek çok milleti alçaltır.” [9] 

Sadece okunan, fakat günlük hayatta emredildiği gibi uygulanmayan, dışlanıp hayattan uzak tutulan, davetine kulak verilmeyen Kur’ân, kıyamet günü aleyhimizde dâvacı olup bizi şikâyet edecektir. Çünkü Peygamber Efendimiz “Kur’ân, senin ya lehinde ya da aleyhinde bir hüccettir” [10] diye buyurmuşlardır.

Yüce Rabbimiz de Peygamberi Zişânının diliyle bizi şöyle uyarmaktadır:

“Peygamber (s.a.v) dedi ki: “Ey Rabbim! Benim kavmim, bu Kur’ân’ı terk edip dışladılar.” [11]

İzzet ve itibarı Hakk katında, Kur’ân’a tâbi olmakta arayanlar dünyada daima itibar kazanmışlardır. İnsanların yanında arayanlar ise her zaman bundan mahrum kalmışlardır.

Kur’ân’ı yeterince dikkate almayan O’na inanmayan, O’nu görmemezlikten gelip arkaya atan, Ondan yüz çeviren, O’nu dinlemek istemeyen, okuyup manası üzerinde düşünmeyen, hükümleriyle amel etmeyen, O’nu bütünüyle terk edip dışlayan bir millete Peygamberimiz’in şefâat etmesi asla mümkün değildir. Çünkü her şeyin ölçüsü Kur’ân-ı Kerim olduğu gibi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz’in şefâat ölçüsü de hiç şüphesiz Kur’ân’dı. Hz. Ayşe annemiz, Ashâb-ı Kirâm’a O’nun ahlâkını; “Canlı Kur’ân” olarak anlatmıştı. Darılırsa, Kur’ân darıldığı için darılırdı; beğenirse, Kur’ân beğendiği için beğenirdi.

Âhirette Peygamber Efendimiz’i görememe ve O’nun şefâatinden mahrum olma ne büyük bir hasretlik ve hüsrandır.

Cenâb-ı Hakk iki cihan güneşi Hz. Muhammed Mustafa –sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i bize şöyle tanıtmaktadır:

 “Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız (zahmet çekmeniz) O’na çok ağır ve güç gelir, O’nu üzer. Çünkü O, size çok düşkündür. (Üzerinize titrer). Mü’minlere karşı çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” [12]

Ne mutlu Peygamberini gerçek manada tanıyan, Kur’ân’ı okuyup anlayan, bu bilinçle yaşayan, Rabbinin hoşnutluğunu kazanıp Peygamberine kavuşabilen kimselere.

Allah Teâlâ doğrular doğrusu, sözlerin yegâne ölçüsü yüce Kitabını, biricik Habibiyle biz kullarına iletip hayat rehberi kılmıştır. Kemâle erdirdiği, bütün nimetini kendisiyle tamamladığı,  bizim için beğenip hoşnut olduğu İslâmiyete bizi seçmiş ve kendine varacak yolu hak söz olan Kur’ân’ıyla gösterip, O’na gönülden yönelenlere de hidâyet etmiştir.[13]

Bütün bu nimetler Rabbimizin şu sözünü bize hatırlatmaktadır:

“Bu, Rabbimin lütfundandır. Kendisine şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim, diye beni imtihan ediyor!” [14]

Mü’minler her ne zaman Kur’ân-ı Kerim’i işitseler, O’nu can ü gönülden dinleyip susarlar, manasını öğrenmeye severek koşarlar, Allah katından geldiği bilinen her şeyi büyük bir özlem ve güçlü bir imânla kabul edip tâbi olurlar. Cenâb-ı Hakk’ın sözünü dinlemenin sürûru, hakkı tanımanın sevinciyle gözleri yaşla dolar.[15]

Rivâyet edilir ki Hz. Fatımatüzzehra -radıyallahu ânha- bir eliyle arpa öğütür, ayağıyla da beşik sallardı. Diliyle Kur’ân okur, kalbiyle okuduğu Kur’ân’ın tefsirini yapar, üzerinde düşünür, ağlar, gözleri yaşla dolardı.[16]

Peygamber Efendimiz’in Kur’ân’a vakfedilmiş ve Ümmetine adanmış hayatını, sevgili kızı Fatımatüzzehra’nın güzel evsâfını, güzide Ashâb’ının sade ve mütevâzi yaşantılarının bizim için en güzel model olduklarını unutmaz, dünyalıklara sahip olmakla rahata kavuşacağımızı değil de dünyalıklarımızda kardeşimizin de hakkı olduğunu düşünürsek,  kardeşimizin hakkını gözetir, kendi nefsimize tercih edip önde tutar, derdiyle dertlenir, bunun da bir Kur’ân hükmü olduğuna iman edersek, Yüce Kitabımız’a bağlılığımızı ispat etmiş, Muhammed –aleyhisselam- ümmetinden olduğumuzu göstermiş  oluruz.

Peygamberimiz hiç şüphesiz ümmetini çok sevmekte ve onlara şefâat edeceğini müjdelemektedir. Ümmetinin göz bebeği çocuklara karşı ise bizi uyarmakta, onları öne çıkarıp yetiştirilmelerinin önemini şöyle vurgulamaktadır:

“Çocuklarınızı üç hasletle terbiye edip yetiştiriniz, şu üç hususu onlara öğretiniz:

  1. a) Peygamberini sevmeyi
  2. b) Ehl-i beytini sevmeyi
  3. c) Kur’ân’ı okuyup ezberlemeyi”[17]

 

Bu Hadîs-i Şerifi her mü’min kalbinde bir âyine gibi saklaya, hayatını buna göre düzenleye, bu sevgiyle yaşaya, son nefesine kadar böyle gide, sonunda Cenab-ı Hakk’ın rahmetine şayan olup Şefâat-ı Mustafâ’ya erişe.

Peygamber –sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu duâsı ne güzel duâlardandı:

“Allâhım! Zâtına verdiğin, Kitabında indirdiğin veya kullarından birine öğrettiğin ya da bilgisini katında gizlediğin her bir güzel ismin hürmetine Senden, Kur’ân’ı kalbimin baharı, gönlümün nûru, hüznümün cilâsı, gam ve kederlerimin gidericisi kılmanı dilerim.” [18]

Bu günler Kur’ân’la barışma günleridir. Bu günler Kur’ân’la tanışıp, dertleşme günleridir.

Ne mutlu Kur’ân’ın kendilerinden hoşnut olduğu, kendilerinin de Kur’ân’dan hoşnut olduğu kimselere.

 

[1] bkz. Nûr, 24/36

[2] bkz. Umdetü’l-Kârî, 2/368

[3] bkz. Zâriyât, 51/56

[4] Fâtiha, 1/5

[5] Âl-i İmran, 3/103

[6] Enfal, 8/24

[7] bkz. Bakara, 2/151; Yûnus, 10/58

[8] Zuhruf,43/44

[9] Müslim, Salatü’l-Müsafirin: 260

[10] Müslim

[11] Furkan, 25/30

[12] Tevbe, 9/128

[13] bkz. Mâide, 5/3; Şûra, 42/13

[14] Neml,27/40

[15] bkz. A’raf,7/204; Maide, 5/83

[16] el-Hediyyetü’l-Alâiyye, Allâme Şeyh Alâuddîn Âbidin –rahimehullah- S:295

[17] el-Câmiussağir

[18] Ahmet bin Hanbel Müsned: 1/391; Hak Dîni Kur’ân Dili: 6/4880