“Allah iman edenlere,
dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir sözle sebat verir.”
(İbrahim Suresi, 14/27)
İyilik ve kötülüğün dünya hayatında pek çok karşılığı vardır. Maddî yönüyle görülen bu karşılıkların çoğunlukla manevî tarafları ihmal edilir. Oysa her işlenen fiil öncelikle kalbe tesir ederek onu etkisi altına alır. Kalp de aynı şekilde fiillere tesir ederek bir sonraki fiilin mahiyetini belirler. İşlenen fiiller neticesinde de kararan veya nurlanan kalp kulluğun iyi ya da kötü olmasını temin eder.[1]
Kalbin aynası olan dil, iç dünyamızı dışa yansıttığımız bir vasıta olarak nitelenmiştir. Bu anlamıyla dil, insanda var olmayan bir şeyi değil bilakis tam da insanın kendisini ortaya koyar. Bundan dolayı ki cemiyet hayatında bir insanın kıymeti en çabuk diliyle izhar olur.
Dil, diğer azalara kıyasla kalbi daha yoğun bir şekilde tesiri altına almaktadır. Özellikle yalan söylemenin kalpte büyük bir tahribata yol açtığı ifade edilmiştir. Kalp ve dil arasındaki irtibat ise şu şekilde açıklanabilir: Kişi yalan söylediğinde kalbinde yalancı bir sûret oluşur ve kalp onunla şekil almaya başlar, sonrasında da kalbin durumu tamamen ona göre şekil değiştirir.[2] Bu sebepledir ki Efendimiz’e (sav.) sorulan “Mü’min korkak olur mu?” ve “Mü’min cimri olur mu?” sorularına “Evet.” şeklinde cevap alınırken “Mü’min yalancı olur mu?” sorusuna “Hayır.”[3] cevabı verilmiştir. Efendimiz (s.a.v) diğer bir hadîs-i şerîflerinde de yine bu duruma şöyle işaret etmiştir: “Doğru sözlülükten ayrılmayın! Çünkü doğru sözlülük kişiyi iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Yalandan sakının! Çünkü yalan günaha, günahlar da cehenneme götürür. Şu sözü bilmez misiniz: doğru söyledi, iyi(lerden) oldu; yalan söyledi, kötü(lerden) oldu”[4] Hadîs-i şerîflerden anlaşıldığı kadarıyla kul, söylediğinin tesiri altında kalarak hayatını ona göre şekillendirir. Yani uydurduğu, aslı olmayan şeylere zamanla kendini inandırarak onları birer hakikat olarak beller.
Yalanın kalbe tesiri haricinde mü’mine yakışmayan büyük bir kötülük olduğunu şu şekilde de anlayabiliriz: Bir mü’minin yalan haricinde birçok günahı işlediğini farz edelim. Toplum nazarında o kişiye bir nebze de olsa duyulan güven onun bir kez yalan söylemesiyle bertaraf olur. Çünkü yalan, hakikati olmayan bir hayal ürünüdür. Güven duygusu ise İslam’ın ve salih bir toplumun en temel vasıflarından biridir. Bu sebeple kendisine güvenilmeyen bir kişi her ne kadar Müslümanım dese de imanında büyük zafiyetler barındırır. Bu anlamda âlimlerimiz yalancı bir mü’minin kâmil bir imana sahip olmadığını ifade etmişlerdir.[5]
Yalanın yaygınlaştığı bir toplumda güven duygusu çekilerek insanların birbirine olan nefreti artar. Özellikle kendisine yalan söylendiğini fark eden bir kişi yalan söyleyenden nefret edeceği gibi diğer insanlara da su-i zanla yaklaşmaya başlar ve böylelikle toplumda büyük bir huzursuzluk baş gösterir. Bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur: “En büyük ihanet, arkadaşına haber verdiğin bir sözde, o sana inandığı halde senin ona yalan söylemendir.”[6]
Yalan konusunda dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise küçük çocuklar için kullanılan bazı ifadelerdir. Dil alışkanlığı olarak onlara verilen vaatler hemen yerine getirilmelidir. Aksi takdirde içinde hiçbir kötülüğü barındırmayan, fıtrat olarak ter temiz olan çocuklarımızın vadedilen şeylerin gerçek olmadığını veya gerçekleşmeyeceğini öğrenmeleri/fark etmeleri yani “sözde gerçek fakat eylemde hayal” bir olguyu keşfetmeleri onları yalana götüren ilk adım olacaktır. Allah muhafaza eylesin ki; “…yalan günaha, günahlar da cehenneme götürür…”[7]
[1] Bir hadîs-i şerîfte bu minvalde şöyle buyrulur: “… vücutta (cesette) öyle bir tutamlık parça vardır ki o parça temiz/doğru olduğunda bütün vücut dosdoğru olur, eğer kirli/eğri olursa bütün vücut kirli/eğri olur. Dikkat edin o parça kalptir.” Buhârî, “İman”, 39.
[2] Gazzâlî, el-Erbaîn, s. 142.
[3] Muvatta, “Kelam”, 19.
[4] Muvatta, Kelam, 16.
[5] Zürkânî, Şerhu Muvattâ’, IV, 651
[6] Ebû Dâvud, “Edeb”, 78.
[7] Muvatta, Kelam, 16.