İçeriğe geç
Anasayfa » KANAAT SÜNNETTİR

KANAAT SÜNNETTİR

Kanaat, Fahri Kâinat Efendimizin hayatının tamamında bilfiil yerine getirdiği ve aksini hiç yapmadığı sünnetidir. “Elinde olanla yetinme, başkasında olana tamah etmeme ve dünya hırsından uzak durma” gibi anlamlara gelen kanaat, halk arasında gönül zenginliği olarak dile getirilen ruhî bir erdemdir. Kanaat; Yaratıcıya kâmil imanın işareti ve Onun 9 her canlının rızkına kefil olduğuna[1] teslimiyetin göstergesidir.

Dünyanın Allah 9 katında sivrisineğin kanadı kadar dahi değeri olmadığını[2] belirten Peygamber Efendimiz , kanaatin dünya hayatındaki asıl zenginlik ve hakiki servet[3] olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca Rasûlullah  Efendimizin, kanaat duygusunu hiç bırakmamış olması kanaatin ömür boyu sürmesi gereken bir hal olduğuna işarettir.

Yegâne örneğimiz olan Peygamberimiz , sahip oldukları ile yetinmiş, dünyevî arzuları gaye edinmemiştir. Abdullah b. Mes’ûd 4 şöyle anlatmaktadır: Rasûlullah bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. Biz “Yâ Rasûlallah! Sizin için bir döşek edinsek.” dedik. Bunun üzerine O : “Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden bir yolcu gibiyim.”buyurdular.[4] 

Yatağı son derece sade olduğu gibi[5] vefat edinceye kadar iki gün peş peşe arpa ekmeği ile doymadı[6], birkaç gün hiçbir şey yiyemediği de oldu.[7] Kimi zaman birkaç sıradan hurma dahi bulamazdı.[8] Bazen açlıktan karnına taş bağlardı.[9] Katıksız undan yapılmış ekmeği hayatında hiç yememişken kızartılmış bir koyunu gözleriyle dahi görememişti.[10] Vefat ederken de bindiği beyaz katırı, silahı, yolcular için vakfettiği arazisinden başka bir şeyi yoktu.[11]

Allah Rasûlü  bulunduğu durumdan hiç şikâyet etmedi. “Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemeniz açısından daha uygun bir davranıştır.[12]buyurarak hep daha geride olanlara bakılması gerektiğini vurguladı. Bir başka hadislerinde de “Hiçbir kul kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” buyurarak çok malın hesabının da büyük olacağı gerçeğini dile getirdi.

Rasûl-i Ekrem  Efendimiz şu duaları zaman zaman dillendirirdi: “Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar ihsân eyle.[13], Allah’ım! Verdiğin rızka kanaat etmeyi nasip eyle, o rızkı bereketli eyle.[14]

Rasûlullah Efendimiz  ümmetinde kanaat duygusunu oluşturacak “rızkın değişmeyeceği” temel gerçeğini de değişik vesilelerle buyurmuştur. Bir hadislerinde “Sizden birinin yaratılışı annesinin karnında kırk günde tamamlanır. (Kırk günden) sonra bu şekilde (kırk günlük süre içerisinde bu nutfe yine) kan pıhtısı halini alır. Sonra (yi­ne) bu şekilde bir çiğnem (et) haline gelir. Daha sonra ona bir melek gönderilir de ona dört şeyi yazması emredilir. Bunun üzerine (melek bu çocuğun) rızkını, ecelini, amelini, bedbaht mı, bahtiyar mı olacağını yazar.”[15] buyurarak rızkın daha doğmadan takdir edildiğini, “Ey insanlar! Allah’tan korkun ve rızkınızı güzel yoldan arayın. Hiç kimse (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkı elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helâl olanı alın, haramdan sakının![16] hadisi ile de rızkın değişmeyeceğini ve “Ecelin gelip bulması gibi rızık da gelir sizi bulur[17] buyurarak da rızık konusunda tamahkar olmamak gerektiğini kişinin takdir edilen rızka mutlaka ulaşacağını ve ecel gibi rızkın da mutlak olduğunu belirtmiştir.


[1] Hud, 11/6.

[2] Tirmizî, Zühd 13.

[3] Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130.

[4] Tirmizî, Zühd 44.

[5] Buhârî, Rikak 17.

[6] Buhârî, Eymân 22; Müslim, Zühd 22.

[7] Tirmizî, Zühd 38.

[8] Müslim, Zühd 36.

[9] Buhârî, Megâzî 29.

[10] Buhârî, Et’ıme 8.

[11] Buhârî, Vasâyâ.

[12] Müslim, Zühd 9.

[13] Buhârî, Rikak 17; Müslim, Zühd 18, l9.

[14] Hâkim, el-Müstedrek, 1/626; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 8/783.

[15] Buhârî Tevhid 28; Müslim, Kader 1.

[16] İbn Mâce, Ticâret, 2.

[17] İbn Hibbân, Sahih, 8/31; Bezzâr, Müsned, 10/37; Taberânî, el-Kebîr, 3/84.