İçeriğe geç

Kanaat; “kişinin az da olsa elindekine razı olması, başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsında olmaması” gibi anlamlara gelen üstün ahlâkî bir tabirdir. Kanaat; Yaratıcıya kâmil imanın işareti, O’nun her canlının rızkına kefil olduğuna1 teslimiyetin göstergesi, Peygamber Efendimiz (sav)’in ifadeleriyle, dünya hayatındaki asıl zenginlik ve hakikî servettir.2 Kanaat; Allah katında sivrisineğin kanadı kadar dahi değeri olmayan dünyaya3 esir olmamak, dünya malını kalbe bağlamamaktır. Kanaat, dünyevî dertlerden arınmak, bütün mesaiyi ahiret için harcamaktır.

Kanaat, zühd mefhumu ile karıştırılmamalıdır. Zühd; dünya malını istememe, dünyadan yüz çevirme gibi anlamlar ifade eder. Kanaat ise kişinin elindekini önemsememesidir. Mesela bir kimsenin “Ben dünyalık istemiyorum, karnım doysun yeter.” demesi zühd, “Bana verilen dünyalığın az olması ile çok olması benim için birdir. Az olursa isyan etmem, çok olunca da şımarmam.” demesi kanaat olarak telâkkî edilir.

İmam-ı A’zam Hazretleri hakkındaki şu meşhur hâdise, kanaatin en güzel örneklerinden biridir. Rivayet edilir ki bir gün zenginin birisi İmam-ı A’zam’a sorar: “Ben de sizin gibi zenginim. Ama sizin namazda aldığınız huşûyu alamıyorum, namaza durunca aklıma sahip olduğum şeyler geliyor. Evlerimi, arsalarımı, develerimi düşünüyorum. Siz nasıl huşû içerisinde namazınızı kılabiliyorsunuz?” Ebû Hanîfe (rh) şöyle cevap verir: “Ben develeri ahıra bağlıyorum, kalbime değil.”

Kanaat, iffete açılan kapıdır. Kanaat sayesinde fertler toplumda itibar görürler. Cenâb-ı Allah’ın kendisine takdir ettiğine razı olup, başkalarına takdir edilmiş olana saygı göstermek, insanı hem Allah katında hem de halk arasında yüceltir. Değerli, onurlu ve saygıdeğer bir insan haline getirir. Peygamber Efendimiz (sav) bu hakikati “İnsanların elinde olandan yüz çevir ki insanlar seni sevsin.”4 sözleriyle dile getirmektedir. Öte yandan kanaat sahibi olmayan insan, hep tedirgin, hırslı ve dertlidir. Tedirginliği, sahip olduklarını yitirme endişesidir. Hırsı, daha fazla kazanma arzusudur ki bazen -maazallah- Allah’ın rızası için yapılması gereken işleri bile hırsına kurban eder. Derdi de, sahip olamadıklarıdır. Efendimizin ifadeleriyle, bir vadi dolusu altını olduğu halde bir vadi dolusu daha istemesidir.5 Hal böyle olunca kanaatsizlik, yalan, gıybet, haset gibi pek çok kötü huyu ve büyük günahı beraberinde getirir. Misal vermek gerekirse; günümüzde çoğu insanın üç kuruş daha fazla kazanabilmek için yalan söylemekten hatta yeminler etmekten kaçınmadığı herkesçe malumdur.

Kanaat, Allah’ın lutfettiği her nimette olmalıdır. Mesela, evli olanlar eşlerinden şikâyetçi olmak yerine kanaatkâr olmayı tercih etmeli, eşlerinin bir huyunu sevmezse bir başka huyunu sevebileceklerini6 ya da Allah’ın onunla hayırlar halk edebileceğini7 bilmelidirler. Günümüzde boşanmaların ve evli olduğu halde gayr-ı meşru ilişkilerin artmış olmasının ortak tek bir nedeni vardır: Kanaatsizlik.

Teknolojinin gelişmiş olması maalesef kanaatsizliği beraberinde getirmiş, insanlar bir tuşla her şeye ulaşabilir olmuştur. Bu da toplumda, hep daha fazlasını isteme arzusunu arttırmıştır. Daha fazla tüketen, daha fazlasını isteyen insanların sayısı her geçen gün artmış, Allah rızası için çalıştığını iddia eden pek çokları kanaatsizlik hortumunun içinde kaybolmuş, insanlar attığı her adımda dünyevî beklentiler içerisine girmişlerdir.

Kanaatin anlamını, önemini ve gerekliliğini kısaca ifade ettikten sonra “Nasıl kanaatkâr olunur?” sorusuna cevap arayalım.

Nasıl Kanaatkâr Olunur?

Kanaatin dünya ve ahiret saadeti olduğunu bilmek

Kanaatkâr insan, dünya ve ahiret saadetini kazanmış demektir. Bir başka ifade ile dünyada mutlu bir hayat yaşayıp ahirette cennete ulaşmak kanaatle mümkündür. Bu noktada Peygamber Efendimiz (sav)’den iki rivayet vardır: “Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine verdiği nimete kanaat eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.”8 “Bana, insanlardan bir şey dilenmeyeceğine (kanaatkâr olacağına) dair söz veren kimseye, cenneti garanti ederim”9

Dünyada nail olunacak rızıkların ana rahminde iken takdir edildiğini bilmek

Rasûlullah (sav) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde tamamlanır. (Kırk günden) sonra bu şekilde (kırk günlük süre içerisinde bu nutfe yine) kan pıhtısı halini alır. Sonra (yine) bu şekilde bir çiğnem (et) haline gelir. Daha sonra ona bir melek gönderilir de ona dört şeyi yazması emredilir. Bunun üzerine (melek bu çocuğun) rızkını, ecelini, amelini, bedbaht mı, bahtiyar mı olacağını yazar.”10

Her insanın, hayatı boyunca elde edeceği bütün rızıklar daha anne karnında iken takdir edilir. Rızkı elde etmede çalışmanın, zekânın önemli bir yeri vardır; fakat en nihayetinde iş Allah’ın takdirine döner. Bir iş adamı, anlık hata neticesinde servet denecek bir miktarı kaybedebilirken bir başkası daha kolay yoldan önemli miktarlar kazanabilir. Hiçbir kimse, rızkı olmayan bir şeyi elde edemeyeceği gibi rızık olarak yazılmış olan da kaçamaz. Bu hususta Allah Rasûlü şöyle buyurur: “Ecelin gelip bulması gibi rızık da gelir sizi bulur.”11

Rasûlullah Efendimiz’i örnek almak

Peygamber Efendimiz’in öne çıkan en önemli hususiyetlerinden biri dünyaya iltifat etmemiş olmasıdır. Onun hayatında dünyevî hesaplar hiç olmamıştır. O, sahip olamadıklarının peşine düşmediği gibi elindekilerini de kalbine bağlamamıştır.

Efendimiz (sav) vefat edinceye kadar, iki gün peş peşe arpa ekmeği ile doymadığı12 gibi birkaç gün hiçbir şey yiyemediği de olurdu.13 Kimi zaman birkaç sıradan hurma dahi bulamazdı.14 Bazen açlıktan karnına taş bağlardı.15 Katıksız undan yapılmış ekmeği hayatında hiç yememişken, kızartılmış bir koyunu gözleriyle dahi görememişti.16 Yattığı yatağı da son derece sade idi.17 Bazen de hasır üzerinde yatardı.18 Vefat ederken de geride bindiği beyaz katırı, silahı, yolcular için vakfettiği arazisinden başka bir şeyi yoktu.19

Burada önemli bir noktanın altını çizelim. Naklettiğimiz bu bilgilere göre hasır üzerinde yatmanın, karna taş bağlamanın sünnet olduğunu düşünmek isabetli olmasa gerektir. Sünnet olan kanaatkâr olmaktır. Allah’ın verdiğine şükredip uhrevî işlere dikkatleri yoğunlaştırmaktır. Maddeyi amaç haline getirmemektir.

Hayat şartları daha aşağıda olanlara bakmak

İnsan ne kadar varlıklı olursa olsun kendisinden daha zengini ve ne kadar fakir olursa olsun kendisinden daha aşağı seviyede olanı vardır. Hasta olan birinden durumu daha kötü olanlar olduğu gibi, gücü kuvveti yerinden olandan daha iyisi de vardır. Bu yüzden hayat şartları açısından daha aşağıda olanlara bakılmalıdır. Böyle yapmak hamd etmeye vesile olacak ve kişiyi kanaat sahibi yapacaktır. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemeniz açısından daha uygun bir davranıştır.”20

“Çok imkân=çok hesap”
şuurunda olmak

Cenâb-ı Hakk’ın “Sonra size verilen nimetten elbette hesaba çekileceksiniz.”21 ayetine muhatap olan müminin elde edemediklerine üzülmek yerine sevinmesi gerekmez mi? Az malı olanla çok malı olanın hesabı bir olmayacaktır. Efendimizin “Fakirler, cennete zenginlerden beş yüz sene önce girerler.”22 ifadelerindeki hakikat de budur. Peygamber Efendimiz bir başka hadisinde verilen nimetlerden hesaba çekileceğimizi şöyle belirtir: “Hiçbir kul kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.”23

Çok dua etmek

Kanaatkâr olabilmek ancak Allah’ın yardımı ile mümkün olabilir. Peygamber Efendimiz hâne-i saadetleri için “Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar ihsân eyle.”24 diye dua ederken öte yandan şu duayı da ihmal etmemiş ve bizlere de tavsiye etmiştir: “Allah’ım! Verdiğin rızka kanaat etmeyi nasip eyle, o rızkı bereketli eyle.”25

Hâtime

Sözlerimizi bitirirken, Yüce Rabbimiz bizlere; Yunus Emre’nin dediği gibi “Hoştur bana senden gelen / Ya hil’at ü yahut kefen / Ya gonca gül yahut diken / Kahrın da hoş lütfun da hoş.” diyebilecek kanaate sahip olmayı nasip eylesin. Gönlümüz hep aşk-ı ilâhî ile dolu olsun. Hz. Ebû Bekir’in malının tamamını infak ettiğinde ailesi için “Onlara Allah ve Rasûlü’nü bıraktım (Allah ve rasûlünün sevgisi onlara yeter).” dediği gibi26 Allah ve Rasûlü’nün sevgisi bizlere yetsin. O sevgi gözümüzü gönlümüzü doyursun…

Son olarak, şu ayet-i kerimeleri tefekkür edelim:

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”27

“Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.”28

“Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz. O’nun tuttuğunu O’ndan sonra salıverecek de yoktur. O, üstündür, hikmet sahibidir.”29

“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.”30

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir. Allah, o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfûz’da)dır.”31

“Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.”32

“Allah, kullarına (tümüne birden) rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla haberdardır ve onları hakkıyla görendir.”33

1             Hûd; 11/6.

2             Buhârî, Rikâk, 15; Müslim, Zekât, 130.

3             Tirmizî, Zühd, 13.

4             İbn Mâce, Zühd, 1.

5             Buhârî, Rikâk, 10; Müslim, Zekât, 116-119.

6             Müslim, Radâ, 61.

7             Nisâ; 4/19.

8             Müslim, Zekât, 125.

9             Ebû Dâvûd, Zekât, 27.

10           Buhârî, Tevhid, 28; Bedu’l-halk, 6; Enbiyâ, I; Kader, I; Müslim, Kader, 1.

11           İbn Hibbân, Sahih, 8/31; Bezzâr, Müsned, 10/37; Taberânî, el-Kebîr, 3/84.

12           Buhârî, Eymân, 22; Müslim, Zühd, 22.

13           Tirmizî, Zühd, 38.

14           Müslim, Zühd, 36.

15           Buhârî, Megâzî, 29.

16           Buhârî, Et’ıme, 8, Rikak, 16.

17           Buhârî, Rikâk, 17.

18           Tirmizî, Zühd, 44.

19           Buhârî, Vasâyâ, 1, Cihâd, 61, 86, Humus, 3, Megâzî, 83.

20           Müslim, Zühd, 9.

21           Tekâsür; 102/8.

22           Tirmizî, Zühd, 37.

23           Tirmizî, Kıyamet, 1.

24           Buhârî, Rikâk, 17; Müslim, Zühd, 18, l9.

25           Hâkim, el-Müstedrek, 1/626; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 8/783.

26           Ebû Dâvûd, Zekât 40; Tirmizî, Menâkıb, 16.

27           En’am; 6/32.

28           Âl-i İmrân; 3/145.

29           Fâtır; 35/2.

30           Yûnus; 10/107.

31           Hûd; 11/6.

32           Ra’d; 13/26.

33           Şûrâ; 42/27.