İçeriğe geç
Anasayfa » KARDEŞLİĞİMİZİN ÂFÂKI

KARDEŞLİĞİMİZİN ÂFÂKI

Allah’a imanımız sayesinde kardeş olmamız büyük bir nimettir. Bu kardeşliğimizin temel dayanağı da imanımız, akidemizdir. Kardeşliğimizin yörüngesi ‘Allah için sevmek’tir.’ Allah için sevmek ise iman bağlarının en güçlüsüdür. İnsanın edinebileceği en mühim kardeşlik değeri, en güçlü bağ ‘Allah için ve Allah yolunda’ olan bağdır.

Maddî ve manevî bütün nimetler gibi ‘kardeşlik’ nimetinin değerinin bilinmesi, onun dış müdahalelere, nefsin arzularına karşı korunması devamlılığını ve bir ecir kaynağına dönüşmesini sağlar. Şükrü eda edilmeyen nimetler nasıl kulun elinden alınıyorsa, bir nimet olarak bilinmesi gereken ‘mümin kardeşliği’nin de hiç değersiz veya menfaatlere feda edilebilen, değeri ucuz bir kavrama dönüştürülmesi elden alınması sonucunu getirebilir. Çünkü nimetlerin sürekliliği hatta bir sıkıntı kaynağına dönüşmemesi kıymetlerinin takdir edilmesine ve o nimete mütenasip şükrün eda edilmesine bağlıdır.

Allah’a izafe edilen bütün değerler gibi kardeşlik de ‘ihlâs’ ve uğrunda samimi fedakârlıklar ister. Kardeşlik bir nimet ise, onun devam ettirilebilmesi kimi zaman elde kor tutmak gibi sıkıntılara zemin doğurabilir. Zira kulun, Rabbi huzurunda imtihana tabi tutulmayacağı herhangi bir ameli olamaz. Ecri Allah’ın rızasını kazanmak, cennete girmek olan bir amel aynı zamanda kulun imtihan edildiği ameldir. İmtihanın en doğal gereği, sıkıntıları ve belli bir disiplini beraberinde taşımasıdır. Kulun istediği gibi ve istediği zaman değil, Allah’ın dilediği gibi ve O’nun dilediği her yer ve zamanda kardeşlik imtihanı ile mükellef bulunmamız iman ekseninde olmamızın gereğidir. Eğer Allah ‘Mü’minleri kardeş’ ilan etmiş ise (bkz. Hucurât, 10) bu takdirde mü’minlerin kardeşlerini renklerine ve coğrafyalarına, ırklarına göre tasnif etme, kardeş seçme, kardeşleri -iman dışında- her hangi bir anlayışa göre tasnif etme hakları olamaz. Çatı tek çatıdır ve ‘Lailaheillellah’ çatısıdır.

Sorunsuz kardeşlik olmadı, olmayacak

İnsan, -Müslümanlığında dahi- sorunlar yumağıdır. Her insan şöyle veya böyle bir dert küpüdür. Müslümanların bir arada bulunmalarıyla meydana gelen cemaat, bu insanî sorunların bertaraf edildiği veya edilebileceği bir zemin değildir. Cemaat, o sorunlara rağmen iyi bir kulluk mücadelesinin yapıldığı zemindir. Beşerî yapımıza yenilmeden beraberce İslam’ı yaşama gayretinin adı cemaattir. Abdesti bozan nesneleri iç organlarımızda taşıdığımız halde, abdestli olarak namaza durmamızın bizden istenmesi gibi bir hakikattir bu. Abdestimizi bozacak kan damarlarımızda dolaşmakta olduğu halde abdest alıyor ve namaza duruyoruz. Eğer abdestimiz o kan nedeniyle bozulursa onun için fıkıhtan bir çare arıyoruz. Ashab-ı kiram örneği tahlil edildiğinde çok net bir şekilde şu gerçek anlaşılacaktır:

Ashab -Allah onlardan razı olsun-, Lat ve Uzza’yı yüzde yüz atarak-silerek, putlara ve şirke ait hiçbir iz bırakmayarak iman ettiler. Bu, tartışılamaz bir gerçektir. Öyle olmayan zaten iman vasfını alamamıştır. Mescidde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin arkasında namaza durup, Lat ve Uzza’yı içinde zikreden birinden söz edemeyiz. O belki münafıklar için söylenebilecek bir hakikattir. Münafıklar da sahabî karakterli kimseler değildirler.

Zaten Lat ve Uzza, fıtrî bir gerçek değildir. Topluma da bünyeye de sonradan sokulmuştur. Atılması yolunda çalışma yapıldığında da kısa bir zamanda başarı sağlanmıştır.

Ancak, fıtrî olarak adlandırılabilecek, mal sevgisi, liderlik hırsı, şöhret düşkünlüğü, şehvet esareti gibi başlıklar, ihtilalle, nasihatle tamamen silinebilir şeyler değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin özel eğitimine muhatap olmuş bir neslin bile, gerek onun sağlığında ve gerekse ondan sonraki dönemde, hassas bir imtihan konusu olarak bünyede bulunan söz konusu bu zafiyetlerle defalarca karşılaştığına şahid oluyoruz. Sadece Kur’an’da bu zafiyetlerin müessiri olduğu olayların tahlil edilmesi bile yeterli olacaktır.

Bu yapımızla ve bu şartlarda bir araya gelip İslam’ı yaşayacak ve Rabbimizin imtihanını kazanmış olacağız. Biz, cemaat şeklinde bir arada bulunmakla adeta birbirimizin huyunun suyunun ortaya çıkmasına vesile oluyor ve imtihan konumuzu belirliyoruz. Durduğu yerde kimsenin içyapısı, karakteri tayin edilemez. Soğuğu ve sıcağı, acıyı ve tatlıyı, zoru ve kolayı görenin reflekslerinden tam bir karakter tahlili yapılabilmektedir. Camide ibadet halinde olanlarda mükemmel bir İslam tablosu görebiliriz. Aynı grubun, faizin kapıyı çaldığında ne yapacağı önemlidir. Cihadın vakıa olarak karşılarına dikildiğindeki teslimiyetleri imtihanın sonucunu göstermektedir. Cinsel imtihanın gün yüzüne çıktığındaki tutum, sonucu belirleyecek tutum olacaktır.

Cuma mantığı

İyi Müslümanlık, bir medresede Şeriat eğitimi görmek ve âlim vasfına haiz olmaktan ibaret sayılamaz. Bu vasıflara haiz olduktan sonra, evlenip kurduğu yuvada, öğrendiği Şeriat’ı nasıl tatbik edeceği kişinin iyi Müslümanlığını gösterecektir. Vaaz dinlerken Allah korkusundan gözyaşı akıtanın, haramla burun buruna geldiğinde Allah korkusunu ne kadar hatırlayacağı kesinlikle daha önemlidir.

Özellikle vurgulanmasında yarar olan bir husus vardır: Bizim, Allah için yapmamız gereken şeylerin başında, bir arada olmamız, tek bir ümmet görüntüsü vermemiz de vardır. Bir mahalledeki Müslümanların toplanıp, Cuma namazını kılacakları bir cami yapmalarından daha önemlisi, Cuma mantığıyla bir arada, tek kelimeli insanlar olarak baş başa kalmayı becerebilmeleridir. Şeytanın, onlar üzerinde, cumayı ihmal ettirme emeli, dağınık kalmaları emelinden daha büyük değildir.

Ezanla beraber namaza çağıran Allah, imanla beraber kardeşliğe çağırmıştır. Namazın farzlarına, sünnetlerine, namazı bozan şeylere dikkat eden Mü’minlerin, namaz gibi ilahi yönü bulunan iman kardeşliğinin gereklerine ve kardeşliği ifsat eden şeylere dikkat etmeleri en azından imanda bir samimiyet işareti olarak algılanmalıdır. Ancak bu algılama, kardeşlik için yapılacakların/yapılması gerekenlerin asgarisidir. Kardeşlik, mücerret bir koruma ile yetinilebilecek çapta değildir. Korumanın ötesinde uğrunda fedakârlık yapılması, maddî ve manevî emek verilmesi gerekmektedir. Kış gününde soğuk suyla abdest almanın zorluğuna tahammül edildiği gibi kardeşliğin sıkıntılarına da tahammül edilmesi, bu tahammülün de kula emredilmiş bulunan ‘sabır’ dairesi içinde görülmesi gerekmektedir.

Buradan şu hakikatleri netleştirebiliriz:

  1. Şeytanın saptırma süreci, birlikten koparma ile başlamaktadır. Birlik güçlendikçe saptırma zorlaşmakta, birlik eridikçe saptırma kolaylaşmaktadır. Müslümanların, daha iyi bir İslam’ı yaşamalarıyla ilgili emelleri, oluşturdukları dairenin çapıyla bağlantılıdır. Dairenin çapı küçüldükçe İslam ve İslam olmaktan beklenenler küçülmektedir. Çap büyüdükçe de sorunlar da büyümüş olsa bile, İslam’ın tahakkukunu emrettiği hedeflere yaklaşma ve onları gerçekleştirme oranı büyümektedir. Bu zaviyeden bakıldığında, kabuğuna çekilip, sorunsuz ve randımanlı bir ibadet havasında din yaşama anlayışı makbul bir anlayış değildir. Dertleriyle ve endişeleriyle beraber, ümmet mantığının ağırlıkta olduğu anlayış makbuldür.
  2. Şeytanın namaz ve benzeri ibadetler üzerindeki yatırımı kadar, mü’minlerin kardeşliğini zedelemeye de yatırımı vardır. Namaz örneği üzerinden yürüyecek olursak; şeytanın namaza müdahalesi, musallinin namazını ifsat etmeye yönelik hamlelerinden ibaret değildir. Namazın ifsadı kadar, beraber namaz kıldığı diğer mü’minlerle ilişkilerin ifsat edilmesi ve böylece caminin, cemaatin fonksiyonunu yitirmesi, en azından gereken düzeyde olmaması onun emelleri arasındadır. Böylece namazın ısrarla camide ve cemaatle kılınması yönündeki uyarılar görmezden gelinmiş olmaktadır. Meselenin anlaşılabilmesi, namazla cemaatin nerede ve nasıl kesiştiğinin anlaşılabilmesine bağlanmaktadır. Cemaati toplanmaktan ibaret görmekle namazı camiye gidip gelmekten ibaret görmek arasında bu açıdan önemli bir benzeşme vardır.

Benzer şeylerin hac ibadeti için de söylenmesi mümkündür.

  1. Şeytan, bir karar ve talimatla kardeşliğin sona ermesini sağlayamayacağını bilmektedir elbette. Bunun için kardeşliği tamamen kaldırmakla değil, kardeşliğin halkalarını çözmekle uğraşmaktadır. Bunun en tabii sonucu da mü’minlerin -eğer kardeşliğin imanî bir değer olduğuna imanları varsa- onu koruma ve kollama konusundaki hassasiyetleri de o çapta olmalıdır. Kardeşliğin tamamını kolladığını zannederken, çözülen bir iki halkanın bitme sürecini hazırladığını fark edememiş olabilirler. Parçalardan oluşan bir bütünün kendisini değerli tutup parçalarını ihmal etmek yorumlanabilir bir mantık değildir.

İman kardeşliğinin parçalardan müteşekkil olduğunu inkâr etmek mümkün olmadığına göre, parçaların muhafaza edilmesine özen gösterilmesini dinî bir vecibe olarak görmek gerekmektedir.

Mü’minlerin birbirlerinin mahrem alanlarına saygısı, veda hutbesine konu olacak çaptadır. Veda hutbesinin ilk cümleleri arasında, mü’minlerin ırzlarını, mallarını konu edinen ve korunmalarındaki hassasiyet açısından Harem diyarına benzeten cümleler, oldukça düşündürücü ve sonuçları bakımından ürkütücüdür.

‘Dava uğruna’ gibi bir gerekçeye dayandırılmış olsa dahi, mü’minlerin kalp kırma, incitme ve horlama gibi tavırların yine dava için doğuracağı sonuçları, zamana yayılmış haliyle ya da şeytanın o tavırlardan üreteceği fitnenin etkilerinin sonuçlarıyla düşünmeleri önemsenmelidir. Şeytanın dümen suyunda gerçekleştirilmiş eylemlerden bereket ummak yanılgıdır. Maalesef, şeytanı, eylemlerinden tanımak ve ondan arınmış eylemler yapabilmek hiç de kolay olmamaktadır. Nice tuzaklarını, tuzağa yakalandıktan sonra anlayabilmekteyiz. Nefsimizin ve imanî kimliği oluşmamışların kışkırtması kimseyi aldatmamalıdır. Büyük bir imtihanın içinde en büyük düşmanımız şeytana dikkat etmeliyiz.

Şeytan, namazımızın da hırsızıdır kardeşliğimizin de.