Sahabe-i Kiram’dan Abdullah İbni Mes’ud (r.a.) Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bilerek faizi yiyen, yediren, ona kâtiplik eden, bilerek ona şahitlikte bulunan kimse, dövme yapan ve güzellik için yaptıranlar Kıyamet günü Muhammed’in dili ile lanete uğramışlardır. (Müslim, Musakât 105)
Her yerde onlar var. O halde her şeyleri ile meşrular mı?
Fıkhî bir hüküm vermek niyetinde değiliz. Ancak; onun içki, kumar, namazsızlık, yalan kadar yaygın bir günah olduğunu da biliyoruz. Belki onlardan daha çok. Son zamanlarda hem zihinlerimizde hem de sosyal hayatımızda dokunulmazlık kazanarak gündemimizden uzaklaşmış bir günah. Hatta yakınımıza bir şube açılsa neredeyse yoldan ve zamandan kazandığımıza sevinecek durumdayız. Tabelaları, sembolleri bizim için tiksindirici olmaktan uzaklaştı. Caddelerin en dikkat çekici yerleri onlara ait ve saltanatlarından kimse rahatsız değil. Yani o dokunulmaz günahlar arasında bambaşka bir yere sahip oldu. Kötü alışkanlıklardan bahsedilebiliyor, alkolden, esrardan, rüşvetten ama o hep “gündem dışı” bir günah.
Bu kadar dokunulmaz olmasına, konuşulmamasına rağmen ondan bahsedildiğinde, yine mi? diye hayıflanmalara sebep olacak kadar da sıkıcı kabul edilen bir konu. Velhasıl adı da, kendisi de, bahsedilmesi de, yazılması da ayrı bir dert. Çünkü o faiz. Modern hayatımızın bir parçası. Çünkü onsuz ‘iktisat’ olmaz. Ekonominin vazgeçilmezi. Onun yüzdesi önemli, artışı önemli, düşüşü felaket, çıkması endişe verici.…
Fıkhî bir hüküm verme selahiyetinde değiliz, iddiasında da. Bir “meseleyi” peygamberimizin bir buyruğu ışığında tekrar güncellemek gerektiğine inanıyoruz. Hepsi sadece bu. Evet, biliyoruz hepimizin cebinde bir bankaya ait kart var. Hepimizin bulunduğu sokakta, yoksa en yakın sokakta muhakkak bir banka şubesi veya şubenin yerini alacak bir cihaz muhakkak var. Hepimizin en basit işlemleri için bile sözgelimi bir vergi için muhakkak onlara uğradığı muhakkak…
Bu sayılanlardan hiçbiri söz konusu kuruluşları hayatın “zarûrî” unsuru görmemize mazaret olmamalı. Ya da bunlardan hiçbiri “ruhsat” olanı “azimete” dönüştürmemize sebep olmamalı. Ayet-i kerimenin tekrar tekrar tecelli etmesini istiyormuş gibi ‘bu da bir nevi ticaret gibidir’ dedirtmemeli. Hâlbuki Allah alışverişi helal faizi haram kıldı ilkesi, imanımızın değişmez hakikatidir. Oysa bir işyerinin ticari kazancı ile bir tefecinin gayr-i meşru kazancı zihinlerde bir tutulmaya başlandı. Oysa benzetmeye zorlayanlar için benzerlikler, ayırt edebilmek isteyenler için ne kadar çok ‘fark’ vardır.
Cebimizde falan kuruluşun bankamatiği var diye rahat rahat buralarda çalışmayı, bu kuruluşlarla kredili işlem yapmayı, kredi çekene şahitlik etmeyi mazur görmemiz gerekir mi? En azından zihnen bunun uygun olabileceğini bir an bile düşünmemin imanım için ne kadar büyük tehlike olduğunun farkında mıyım?
Kefilim olur musun?
Kefîlim olur musun? sorusuna hemen evet diyemiyoruz. Çünkü bu sorunun nesnesi meselenin mahiyeti açısından son derece mühim. Ben falan mü’mine borçlanacağım ölürsem borcuma kefil olur musun? şeklinde bir soru olsa gücüm yeterse evet diyebilirim. Mü’min kardeşime bu manada kefil olabilirim. Tek şartla ki keyfî, konfora dayalı bir borç değilse bu. Bu aramızdaki kardeşlik hukukunun tabii bir sonucu.
Ancak soru bankalardan alınacak bir krediye prosedür tamamlansın diye yapılacak bir kefaletse durum değişmelidir. Acaba ödeyemezse gibi bir soru yerine, acaba benim bu işleme kefaletimin sünnetteki karşılığı nedir sorusu zihni meşgul etmelidir.
Sevgili Peygamberimizin; “Allah’a ortak koşmak, sihir, cinayet, iftira” gibi günahlarla bir arada ve felaket olarak isimlendirdiği ‘faiz’ (Buhârî, Vesâyâ, 23) bu muamelenin merkezinde mi? Bu tereddüt gerektirmeyen bir soru ve cevabı evet. Bu muamelenin tam merkezinde riba var. Bunun niteliğini falan kişilerin olur vermesi, zaruret diyerek fetva vermeleri değiştirmez. Bunun adı her halükarda ribadır.
İşlemi yazan/temsilciliğini yapan ve kefil olana lanet;
Yukarıdaki Peygamber tavsiyesi böyle bir işlemi sadece alan ve veren arasında cereyan eden bir işlem olarak ele alınamayacağını göstermektedir. Günümüzde de uygulandığı şekli ile faiz ‘alan’, ‘veren’, ‘bu işlemi yürüten görevli/çalışan/memur’, ‘kefil’. Dört unsurlu bu işlemin ve tarafların resmî muamelenin tamamlanması için prosedür unsurlar olarak görülmemesi gerektiği açıktır.
Bankaların kapısındaki güvenlik memurları, içeride gişe görevlileri, hesapları kontrol eden denetleyici, şubenin başındaki şefler ve müdürler şeklinde listeyi uzatabiliriz. Ancak cümle her halükarda hadisteki ‘katib’ ifadesi ile özetlenir. Çünkü hadis kıyamete kadar şamil olacak özlükte bir ifade ile bu faiz işlemini kayıt altına alan zümreyi tek kelime ile özetlemiştir: “kâtib”
Sorumluluk veya rahat günah işleyebilme sorumsuzluğunda bu dört sınıf ortaktır. Şu durumda arkadaş hatırı için, akrabalık hukuku için böyle bir vebale girmekle Hz. Peygamberin ihtarı arasında tercih yapmak durumunda kalmamalıyız. Kefilim olur musun? sorusunun muhatabı olduğumuzda zihnimize ya borç ödenmezse endişesi yerine ya ben de büyük bir sorumluluk altında girersem gelmelidir.
Hayra vesîle olma hevesimiz var. Hayırda yarışma iddiamız ve bundan beklentilerimiz de var. Ancak bunlar kadar harama vesîle olmak gibi bir endişemiz de olmalı. Omuzlarımızda yükselecek bir haramın bizim için ‘şerde bir çığır açan…’ hadisindeki gibi Kâbil olmak riski demek olduğunu bir kez daha gözden geçirebilmeliyiz. Bizim gönüllü bir şekilde, arkadaşlık hatırına açtığımız bir yoldan belki de bir eve rızık girecek, belki o yol bir ev olacak. O ev ve rızık mü’minlerden birinin eti kemiği olacak. Bir gün gelecek o evde Kur’an hatmedilecek, namaz cd’leri çocuklara eğitim amaçlı izlettirilecek, pedagoglara gidilecek, ayet-hadisli eğitim uzmanları şunları yapın çocuk dindar olacak diyecekler ancak o evden Kur’an’ın bir ayeti için her şeyi göze alan bir mü’min maazallah çıkmayacak. Anlamasa bile Allah’ın her şeye kadir olduğuna iman eden bir mü’min çıkmayacak. Kadir kelimesinin filolojik kökünü bilen biri yetişecek yetişmesine de damarlarındaki hamur bir türlü imana dönüştüremeyecek bunu. Belki de buna o doğduğunda Ona ilk Kur’an’ı hediye eden çok sevdiği amcası sebep olmuştu. Çünkü O babasını kıramayarak sahilde aldıkları ev kredisine şahitlik yaparak kefil olmuştu…
Nesillerimizin imanını (ilmini/bilgisini/kariyerini demiyoruz) riske edecek bir iş teklif ediyorum sana; Kefîlim olur musun?