İçeriğe geç
Anasayfa » KELÂMIN BESMELESİ SELÂM

KELÂMIN BESMELESİ SELÂM

İman edip sâlih amel işleyenler için Rahmân, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.”[1] İşte bu sevginin beşerdeki tezahürü birbirleriyle münasebetlerinin ilk adımı olan “selâm” dır, yani selâmlaşmadır.

İnsanların nasıl selâmlaşacağını Efendimiz (s.a.v) bize şöyle izah ediyor: “Allah Teâlâ Âdem aleyhisselâm’ı yaratınca şöyle buyurdu: “Şurada oturan meleklerin yanına git, onlara selâm ver; sana ne cevap vereceklerini iyi dinle; çünkü senin ve zürriyetinin selâmı öyle olacak.” Âdem aleyhisselâm meleklerin yanına gitti ve: “es-Selâmü aleyküm” dedi. Melekler de: “es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh” diyerek karşılık verdi. Melekler Âdem aleyhisselâm’ın verdiği selâmı bir kelime fazlasıyla aldılar.”[2] Meleklerin Hz. Âdem (a.s.)’in selâmına bir kelime ziyadesiyle karşılık vermiş olmaları, ayet-i kerîmede buyrulan “Size bir selâm verildiği zaman, siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın; yahut aynı ile karşılık verin.”[3] emrinin yerine getirilmesidir.

Esmâ-i Hüsnâ’dan bir isim, aynı zamanda cennet kelâmı olan “selâm” mü’minlerin birbiriyle kaynaşmasına vesile olur. Selâm, müslümanların cemiyet içerisinde birbirlerine sevgi ve hürmet gösterme şeklidir. Selâmlaşma kötü niyetleri ortadan kaldırıp mü’minler arasında ülfet peyda eden, Allah’ın rızasına kavuşmak isteyenlerin  birbirlerine yaptığı bir duadır.

İslam’ın yeryüzünde sağlamaya çalıştığı temel esaslardan biri müslümanların birbirlerine karşı sevgi ve saygı duymasıdır. Bunun için gerekli olan her şeyi dinimiz teşvik etmiştir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) kendisine gelerek “İslam’ın hangi hasleti daha hayırlıdır?” diye soran bir sahabîye şöyle cevap vermiştir: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.”[4] Efendimiz (s.a.v)’in tanımadığımız kişilere de selâm vermekle bizi mükellef kılması son derece mühimdir ki; bu sayede birbirini tanımayanlar arasında ilk anlaşma ve kaynaşma sağlanmış olur. Çünkü iki taraf da en büyük müşterekte yani din kardeşliği noktasında buluşmuş olur.

Mü’minler ancak selâmlaştıktan sonra aralarındaki sevgi bağını kurabilirler. Selâmlaşmanın bir ülfet kaynağı olduğunu anlamak bakımından şu hadis-i şerif oldukça sarihtir: “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir ameli size haber vereyim mi?: Aranızda selâmı yayınız.”[5]

Ebû Umâre (r.a.) şöyle rivayet ediyor: Rasûlullah (s.a.v) bize şu yedi şeyi emretti: Hasta ziyaretini, cenazeye iştirak etmeyi, aksırana dua etmeyi, zayıfa yardım etmeyi, mazluma yardımcı olmayı, selâmı yaymayı ve yemin edene yardım etmeyi.[6] Selâmı yaymaya dair daha pek çok hadis-i şerif mevcuttur. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bu hadis-i şeriflerle selâmlaşmayı  İslam’ın bir şiârı telakki etmemizi arzu etmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Bir Müslüman, karşılaştığı bir topluluğa selâm verdiği, onlar da selâmını aldığı zaman, selâm veren kimse Allah’ın selâmını verdiği için o topluluktan bir derece daha üstün olur. Eğer selâmını almazlarsa, onlardan daha hayırlı ve daha temiz biri o selâmı alır.” Bunların yanında selâm verme Müslüman için mütevazı davranmanın da bir gereğidir.

Rasûlullah (s.a.v)’tan sonra da ashabı da onun yolunu tutmuştur. Şöyle ki: Tufeyl ibn Übey ibn Ka’b, Abdullah ibn Ömer (r.a.)’e gelir ve onunla çarşıya çıkardı. Tufeyl şöyle anlatıyor: Biz çarşıya çıktığımızda Abdullah eski eşya satan, değerli mal satan, yoksul ya da herhangi bir kimseye uğrasa mutlaka selâm verirdi. Bir gün yine yanına gelmiştim, çarşıya gitmek için kendisine arkadaş olmamı istedi. Ona “Çarşıda ne yapacaksın? Malların fiyatlarını sormuyorsun, bir şey satın almak istemiyorsun, sohbet yerlerinde de oturmuyorsun. Şurada otur da birlikte konuşalım.” dedim. O da: Biz sadece selâm vermek üzere çarşıya çıkıyoruz, karşılaştığımız kimselere de selâm veriyoruz.” diye cevap verdi.[7]

Şayet İslam’da selâmın ehemmiyeti bu kadar fazlaysa onun bazı kaideleri olması ve müslümanın da bunlara dikkat etmesi gerekmektedir. Buna göre ilk olarak, selâm vermek sünnet, ona aynı şekilde ya da ziyadesiyle karşılık vermek farzdır. Alınmazsa günahtır. Hadis-i şerifte, müslümanın müslüman üzerindeki  beş hakkından birincisi olarak onun selâmını alması gösterilmektedir: “Müslümanın müslüman üzerinde hakkı beştir: Selâmını almak,…”  Eğer selâmı alan taraf bir cemaat ise en azından içlerinden birinin selâmı alması gerekir. Bir kimse selâmı aldığında diğerleri almayabilir ama faziletli olan selâmı hepsinin almasıdır. Eğer selâmı veren taraf bir cemaat ise en azından içlerinden biri niyabeten selâm vermelidir. Selâmı, cemaatten birine “Selâmün aleyküm falanca” diyerek hasretmek âdâba aykırıdır.

İkincisi, selâmı sünnette vârid olan lafızlarla almak ve vermek gerekir: “es-Selâmü aleyküm”, “ve aleyküm selâm”. Bunların dışında başka sözlerle selâm vermenin uygun olmadığı ve İslâm’da “selâm” kelimesinin ihtiva ettiği iltifat, temenni, dilek, kurtuluş, ferahlık ve esenlik dualarının yerini tutmayacağı bilinmelidir. Özellikle örfümüzde dahi yeri olmayan uydurma lafızlardan ve selâmlaşma şekillerinden kaçınmaya dikkat edilmelidir. Ancak, dua maksadıyla sünnette olduğu üzere bunlara ilave yapılması tabiki faziletlidir. Bu ziyadeleştirmenin kazancını Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den öğreniyoruz: Bir gün Rasûlullah (s.a.v) sahabîleriyle oturuyordu. Oraya gelen biri “es-Selâmü aleyküm” diye selâm verdi. Efendimiz “ve aleyküm selâm” diyerek karşılık verdi ve o zâtın on sevap kazandığını bildirdi. Biraz sonra başka biri geldi ve “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah” diye selâm verdi. Efendimiz onun selâmını da “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullah” diye aldı ve yirmi sevap kazandığını bildirdi. Daha sonra gelen biri buna bir kelime daha ekleyerek “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh” diye selâm verdi. Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v) ona da “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullahi ve berekâtüh” diye karşılık verdi ve otuz sevap kazandığını belirtti.[8]

Bu duaların dışında hüsn-i niyetle ve güzel maksatlarla söylenmek istenen diğer lafızlar ancak sünnet tatbik edildikten sonra kullanılabilir. “Hayırlı sabahlar”, “Akşamınız hayır olsun”, “Merhaba”, ”Hoşgeldiniz” gibi temenniler selâmdan sonraya bırakılmalıdır. Öyle ki; Rasûlullah (s.a.v) musafahayı da selâmdan sonraya bırakır, bir ashabıyla karşılaştığında ilk önce selâmlaşır ve ardından musafaha ederdi.[9]

Evlere girildiğinde, ailenin yanına varıldığında selâm verilmelidir. Enes (r.a) Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Yavrucuğum! Ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki sana ve ev halkına bereket olsun.”[10]

Selâm vermek için beklenmemeli, selâmı ilk veren olmak için acele edilmelidir. Rasûlullah (s.a.v)’a iki kişi karşılaştığı zaman hangisinin önce selâm vermesi gerektiği sorulduğunda “Allah Teala’ya daha yakın olan” buyurdu.[11] Ayrıca Rasûlullah (s.a.v) önce selâm vereni şu şekilde de tavsif etmiştir: “İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir.”[12]

Selâm veren kişi, selâm vermiş olduğu müslüman kardeşine araya küçük bir fasıla girmiş olsa da selâmı tekrarlamalıdır. “Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.”[13]

Rasûlullah (s.a.v) kimlerin kimlere selâm vereceğini şöyle beyan etmiştir: “Binekte olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana, küçük büyüğe selâm verir.”[14]Ayrıca Rasûlullah (s.a.v)’ın çocuklara selâm verdiğini Enes (r.a)’ın çocuklara selâm verip ardından “Rasûlullah (s.a.v) böyle yapardı” demesinden anlıyoruz.[15]

Selâm verilen yerde uyuyan varsa alçak sesle selâm verilmelidir. Mikdad (r.a) anlatıyor: …Rasûl-i Ekrem (s.a.v) geceleyin gelir, uyuyanı uyandırmayacak, uyanık olanlara işittirecek şekilde selâm verirdi. Nebî (s.a.v) bir gece geldi, her zamanki gibi selâm verdi.[16]

Şayet girilen yerde birileri yoksa o kimse kendine ve orada bulunan meleklere “es-Selâmü aleynâ ve alâ ıbâdillehi’s-salihîn” diyerek selâm vermelidir.

İki kişi karşılaştığında selâmlaştıktan sonra musafaha etmeleri faziletlidir. “İki Müslüman karşılaştıklarında musafaha ederlerse birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanır.”[17]

Müslümanın din kardeşini güler yüzle karşılaması faziletlidir. “Kardeşini güler yüzle karşılamak şeklinde bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme.”[18]

Selâm verme hususunda dikkat edilmesi gereken bazı mühim noktalar daha vardır. Mesela, selâmı iade etmekten hakikaten veya hükmen âciz olan kimseye selâm vermek mekruhtur. Kendisine selâm verilmemesi gereken kimseler şunlardır: Uyuyan, namaz kılan, ezan dinleyen, abdest alan-bozan, Kur’an-ı Kerîm okuyan-dinleyen, zikirle meşgul olan, dua eden, ilim halkaları- ilimle meşgul olanlar, yemek yiyen.

Selâm verirken rükûa gidercesine eğilmek mekruhtur.

Dikkat edilmesi gereken diğer husus selâm lafzıdır. Kendisine “Aleyke’s-selâm” lafzıyla selâm veren birini Rasûl-i Ekrem (s.a.v) “Aleyke’s-selâm deme çünkü aleyke’s-selâm ölülere verilen selâmdır.” buyurarak ikaz etmiştir.[19]

Bunun dışında, başkasına selâm göndermenin caiz oluşunu Cebrail (a.s)’in Rasûl-i Ekrem (s.a.v) aracılığıyla Hz. Âişe (r.a) validemize selâm göndermesinden ve bu şekilde bize gelen gıyabî selâma vermemiz gereken cevabın “ve aleyhi’s-selâm ve rahmetullahi ve berekâtüh” şeklinde olması gerektiğini Hz. Âişe (r.a) validemizin mukabelesinden anlıyoruz.[20]

İhmal edilmemesi gereken çok mühim bir husus da selâmı bir yerden ayrılırken de vermektir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) buna dikkat etmemiz için bize şöyle buyuruyor: “Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm sonraki selâmından daha üstün değildir.”[21]

Gayri Müslimlerle selâmlaşmada ise nelere dikkat etmemiz gerektiğini şu iki hadis-i şerif bize yol gösteriyor: “Yahudi ve hıristiyanlara öncelikle siz selâm vermeyin. Yolda onlardan biriyle karşılaştığınız zaman eziyet etmemek şartıyla, onları yolun kenarından yürümeye zorlayınız.”[22], “Kitap ehli olanlar size selâm verdiklerinde onlara: Ve aleyküm deyiniz.”[23] Burada Rasûlullah (s.a.v) dolaylı olarak “…selâm” kısmını söylemememizi tembihlemektedir.

Selâmlaşma yüz yüze yapıldığı gibi çeşitli vasıtalarla da yapılmaktadır. Başkalarına hitaben yazdığımız metinlere de selâm vererek başlamak faziletlidir ki Rasûlullah (s.a.v) da gönderdiği mektupların başına selâmın yazılmasını kâtiplerine emrederdi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Veda Haccı’ndan sonra hastalanıp mescide çıkamayınca kendisini ziyarete gelenlere “Müslümanlara selâmımı götürünüz.” buyurdular ve sonra açıkladılar: “Sadece bugünkülere değil, kıyamete kadar gelecek Müslümanlara benden selâm söyleyiniz.”

Bu ümmet İslam’ın bir cüz’ü olan selâma her zaman ihtimam göstermiş ve bir selâm medeniyeti kurmuştur. Her şeyden öte bizzat Rasûlullah (s.a.v)’ın hayatında selâmı görüyoruz. Zaten Müslümana yakışan O’nun yolundan yürümek ve gösterdiği selâmlaşma  şekline ve âdâbına uymaktır.

Allah Teala’nın ve sevgilisi Rasûlullah (s.a.v)’ın selâmı üzerinize olsun.

[1]   Meryem 96.

[2]   Buhârî, Enbiya 1; Müslim, Cennet 28.

[3]   Nisâ 86.

[4]   Buhârî, İman 20; Müslim, İman 63.

[5]   Müslim, İman 93; Ebû Dâvûd, Edeb 131; Tirmizî, İsti’zan 1; İbni Mâce, Edeb 11.

[6]   Buhârî, Mezâlim 5; Müslim, Libas 3.

[7]   Mâlik, Selâm 6.

[8]   Ebû Dâvûd, Edeb 132; Tirmizî, İsti’zan 2.

[9]   Taberânî

[10] Tirmizî, İsti’zan 10.

[11] Tirmizî, İsti’zan 10.

[12] Ebû Dâvûd, Edeb 135; Tirmizî, İsti’zan 6.

[13] Ebû Dâvûd, Edeb 135.

[14] Buhârî, İsti’zan 7; Müslim, Selâm 1.

[15] Buhârî, İsti’zan 15; Müslim, Selâm 15.

[16] Müslim, Eşribe 174; Tirmizî, İsti’zan 26.

[17] Ebû Dâvûd, Edeb 143; Tirmizî, İsti’zan 31.

[18] Müslim, Birr 144; Ebû Dâvûd, Libas 24

[19] Ebû Dâvûd, Libas 24; Tirmizî, İsti’zan 27.

[20] Buhârî, İsti’zan 16; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 90-91.

[21] Ebû Dâvûd, Edeb 139; Tirmizî, İsti’zan 15.

[22] Müslim, Selâm 13; Ebû Dâvûd, Edeb 138.

[23] Buhârî, İsti’zan 22; Müslim, Selâm 6-9.