İçeriğe geç
Anasayfa » KENDİNİ BİLMEYEN NEYİ BİLİR?

KENDİNİ BİLMEYEN NEYİ BİLİR?

Kendini bilmek hayat hamurunun bozulmaz mayası, bilgi maddesinin manası, bir bütün olarak âlemin şirazesidir. Kendini bilmek olmayınca hamur mayasız, madde manasız, âlem de şirazesiz kalır.

Peki bu denli önemli olduğu iddiasıyla girizgâh yaptığımız kendini bilmek ne demektir? Gerçekten de bu kadar önemli midir? Bu suallerin cevabı ilerleyen satırlarda…

Kendini bilmek dediğimizde doğumumuzla birlikte kulağımıza fısıldanan ve boşlukta yer kaplayan bedenimize karşılık gelen ismimizi biliyor olmamız kastedilmez. Zira ismimiz yalnızca cismimizin istiklalinin sembolüdür. Kendini bilmek dediğimizde asıl kastettiğimiz bundan farklı olan birçok husustur. Örneğin kendini bilmek et ve kemik yığınıyla sınırlı olmadığımızın farkına varmaktır. Anlayabilen, anlatabilen ve anlaşabilen hem de bu üçünü birden yapabilen bir varlık olduğumuzu gördüğümüzde kendimize bir adım yaklaşmış oluruz.

Bu adımın akabinde kendimize dikkatlice baktığımızda şaşırtıcı bir biçimde belli başlı seçimlerin toplamından ibaret olduğumuzu görürüz. Bedenimizin her bir noktasına adeta imzasını atmış olan bir karar mercii olduğunu hayretle kavrarız. Öyle değil de böyle, şuraya değil de buraya, şu kadar değil bu kadar olmasının kararını kendi kendimize vermediğimiz gibi etrafımızda gözlemlediğimiz herhangi bir şeyin de bu kararların sahibi olamayacağını kolayca idrak ederiz. Hatta mesele o kadar açıktır ki anladığımızın farkında bile olmayız. Bunun üzerine az önce sözünü ettiğimiz üç fonksiyonun kaynağı olan aklımız bu karar merciinin herhangi bir karar merciine bağımlı olmaması gereken bir varlık olduğunu anlar. İşte bu esnada O ve Onun dışındakiler şeklindeki keskin ayrım zuhur eder. Bu ayrımın neticesinde insan bir karar merciine bağlı olan kısmında yer ettiğini iyice bilir. Ayrıca bu kısımda yer edinmenin acziyet, ihtiyaç duymak gibi manalarla iç içe olmayı ifade ettiğini de görmüş olur. İşte bunları bilmek insan için iki faydanın hasıl olması demektir; bir varlık olarak sınırlarını bilmek, bir şahıs olarak haddini bilmek.

Bir varlık olarak sınırın nerede başlayıp nerede bittiği bilinmezse artık kişi insan olmanın gereğini yerine getiremez. Yani aklını kullanamaz hale gelir. Bazı şeyleri bilebilmek, seçebilmek, elde edebilmek onu her şeyi bilebileceği, seçebileceği ve elde edebileceği vehmine sürükler. Nimeti kendinden bilmeye başlayınca[1] kulluk çizgisini aşıp harem-i ilahîye talip olur.[2] Burada bulundukça konumuna yakışmayan kibir, enaniyet, ucub gibi özellikler bürür kalbini. Mülkün sahibi olduğunu zannedip dünyaya haddinden fazla sarılır. Dünyayı sevdikçe de kalbinde kulluk makamına yakışık kalmayan hased, kin gibi başka hastalıklar yer eder.

İnsan kendi şahsiyeti itibariyle haddini bilmediğinde de kontrolü altında olduğu karar merciinin kendisi hakkındaki tercihlerine razı gelmez. İçinde yer alan tutkuların esiri, zaaflarının da kurbanı olur.

Kısacası insan kendini bilmediğinde değerin kendisini yitirir. Onu yerli yerince kullanmayı bilemez olur. Ya bir şeylere hak ettiğinden çok değer yükler ya da hak edene hak ettiği kadar değer veremez. Bu sebeple insan kendini bilmeyince ne bildikleri ne tercihleri ne de elde ettiklerini doğru kanalize edebilir. Bunlardan hiçbiri de kişiyi hepsinin hakiki kaynağına götürmez. Netice itibariyle insan aslında bir bütün olarak manayı yitirdiği için hiçbir şey bilmemiş olur. Dimağına yüklediği bilgi yığını ise, o manayı yitirdiğinden, sadece bir yük olarak kalır.

Kendini bileni bilmeyene kıyas etmek ise bu satırları okumayı lütfeden kıymetli okurlarımıza kalsın…

Haddini hududunu bilen bahtiyar kullardan olmak duasıyla.

Vesselâm.


* Arş. Gör., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi.

[1] Kasas, 28/78.

[2] Nâziât, 79/24.