İçeriğe geç
Anasayfa » KIRAAT İLMİ NASIL GELİŞTİ

KIRAAT İLMİ NASIL GELİŞTİ

Kur’an-ı Kerim

Kur’an-ı Kerim Allah (celle celâluhü)’ın ezelî ve ebedî kelâmıdır. Cebrail (aley-hisselâm) vasıtası ile ins ü cinnin nebisi son peygamber Hazreti Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e son kitap olmak üzere Arapça olarak indirilmiş mu’ciz bir Kanûnî Rabbâni’dir. Gerek cinler âlemi gerek beşeriyyet âlemi nâzil olunduğu andan itibaren kıyâmete dek birbirine yardım etseler dahi bir benzerini veya bir sûresinin benzerini meydana getirmekte âcizdirler. Bütün beşeriyyetin hayatına tatbîk olunmak üzere indirilmiştir. Bu vesile ile insanlık âlemini zulmetten nûra, dalâletten hidâyete, haksızlıktan adalete Allah (celle celâluhü)’ın izni ile çıkarır. Tilâvetiyle ibâdet, hayata tatbik edilmesiyle adalet elde edilmiş olur. Kim O’nunla hükmederse âdil olur; kim de O’ndan başkasıyla hükmetmeye kalkarsa kendisi de, hükmetmek isteği insanlar da sapıklığa düşer. Aleyhissalâtü ve’sselâm Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Bu kitap sayesiyle nice kavimleri Allah (celle calâluhü) yüceltir ve nicelerini de zelil kılar.” buyurmaktadır. (Bu ilâhi kitabı hayatına tatbik eden fert, cemiyet ve milletleri Allah (celle celâluhü) yüceltir, aksini yapanları ise zelil kılar.)

Kur’an-ı Kerim Tilâveti

Her mü’minin üzerine Kur’an-ı Kerim’i sahih olacak şekilde yüzünden tilâvet etmesi, namazlarında edâ edebilecek nispette namaz dualarını ve kısa sûreleri elfazına riâyet ederek fem-î muhsin’den ahzederek ezberlemesi farzdır.

Kur’an-ı Kerim Tedrisi

Cebrail (aleyhisselâm) vahyi Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e getirdiğinde Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) aynısıyla kavrar, akabinde ashabına vahyolunduğu şekliyle ezberletirdi. Sahabe-i Kiram bütün dikkatiyle Aleyhissalâtü ve’sselâm Efendimizin fem-i saadetlerinden zuhûr eden elfazı aynıyla -sesin tonajına varıncaya kadar- muhafaza eder ve öylece de diğerlerine de öğretirdi.

Bu öğretim Sahabe-i Kiram’dan Tabiin’e, Tabiin’den Tebei Tabiin’e ve günümüze kadar günümüzden de ilâ yevm-il kıyame sened-i muttasıl ile devam etti ve edecektir. Zîrâ bu Kur’an-ı Kerim’i muhafaza edeceğini Rabbimiz ayet-i celilesinde “Bu Kur’an’ı biz indirdik bunun muhafazı biziz.” buyurmaktadır.[1]

Vücûhat-ı Kur’âniyye

Kur’an-ı Kerim Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e Arapça olarak indirilmiştir. Rabbimiz Şuarâ Sûresinin 193. ve 195. ayet-i celîlelerinde mealen şöyle buyurmaktadır: “O’nu (Kur’ân’ı) Ruh’ul Emin (Cebrâil Aleyhisselâm) uyarıcılardan olasın diye apaçık Arap dili ile senin kalbine indirdi.”

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında Araplar çeşitli kabileler olarak yaşamaktaydılar. Meselâ: Kureyş, Huzeyl, Sâkif, Havazin, Kinane, Temim…

Erhâmu’rrâhimîn olan Allah (celle celâluhü) Hazretleri ümmetine karşı çok merhametli olan peygamberinin talebi üzerine mânâya halel gelmeyecek şekilde lehçelere müsâde etmiştir. Cebrail Aleyhisselâm bir mülâkatında Efendimiz (aleyhisselât-ü ve’sselam)’e: “Allah (celle celâluhü) Kur’ân-ı Kerim’i ümmetine bir harf üzerine okumanı emrediyor.” buyurdu. Bunun üzerine Peygamber (aleyhisselâtü ve’sselam) Efendimiz de: “Allah (celle celâluhü) ‘dan bağışlamasını niyâz ediyorum. Ümmetimin buna gücü yetmez.” buyurdu. Sonra Cebrâil Aleyhisselâm ikinci sefer gelişinde: “Aziz ve Celîl olan Allah Kur’an-ı Kerim’i ümmetine iki harf üzerine okumanı emrediyor.” buyurdu. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yine: “Allah (celle celâlühü)’dan bağışlamasını niyâz ediyorum. Ümmetimin buna gücü yetmez.” buyurdu. Cebrâil (aleyhisselam) üçüncü sefer gelişinde: “Allah (celle celâuhü) ümmetine Kur’an-ı Kerim’i üç harf üzerine okumanı emrediyor.” buyurdu. Yine Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem): “Allah (celle celâluhü)’den bağışlamasını niyaz ediyorum. Ümmetimin buna da gücü yetmez.” buyurdu. Dördüncü mülâkatında ise Cebrâil Aleyhisselâm: “Allah (celle celâluhü) Kur’an-ı Kerim’i ümmetine yedi harf üzerine okumanı emrediyor.” buyurdu. Bu yedi harften hangisiyle okurlarsa isabet etmiş olurlar.[2]

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) diğer bir hadis-i şeriflerinde: “Kur’an-ı Kerim yedi harf üzerine inzal oldu. O’nu (Kur’ân’ı) yedi harften hangisi kolayınıza gelirse onunla okuyun.” buyurdu.[3]

Ebû Ubeyde (radiyallahu anhu)’ye göre yedi harften maksat yedi lehçedir. 1- Kureyş 2- Üzeyl 3- Havazın 4- Kinane 5- Temin 6- Sakif 7-Yemen lehçeleridir.

Kur’ân-ı Kerim Allah (celle celâluhü)’tan, vahyin emîni Cebrâil (aleyhisselam)’a ve O’ndan Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e sırası ile Sahabe-i Kirâm’a ve zincirleme ile bugünlere -sesli senedle tevatür yoluyla- bize ulaşan Allah (celle celâaluhü)’ın kelâmıdır. Bu senedlerle iştigâl eden on imamdan en fazla ün kazanan ve sahip çıkılan imam, İmam Asım’ın râvisi olan Hafs bin Süleyman (rahmetullâhi aleyh)’dır. Sonra İmam Nâfî’nin râvisi Verş, ve aynı imamdan (Nâfî) rivâyet eden Kâlun (rahmetullâhi aleyh)’dur.

Kıraat ilmi nasıl gelişti ve neden tek bir kıraat olmadı?

Kur’ân-ı Kerim’in metni tek bir metindir. O da bugün elimizde bulunan mushaflarda yazılı olan Fâtiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile son bulan Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e indirilen metindir. Bunun hakkında ihtilaf yoktur. Ancak Kur’ân-ı Kerim’in inişi süresinde Arap âlemi bazı kelimeleri değişik telâffuz ederdi. Çünkü Araplar bugün de olduğu gibi çeşitli kabilelere ayrılmıştı ve aralarında değişik şîveler konuşulmaktaydı. Kimi “Mu’minûn” derken kimi “Mûminûn” derdi. Kimi “Anhum” derken kimi ise “Anhumû” derdi. Kimi “Mûsâ” derken kimi “Müse” derdi. İşte bu durumda Araplara inen Kur’ân-ı Kerim kullanılan bu şivelere uyumlu olmak sûreti ile inmiştir. Bu uyumluluk direk vahye dayalı olmak sûretiyle ictihâdî olmayıp keyfe keder bir uygulama olmamıştır. Burada şunu belirtmemiz gerekir ki Arap şivelerine uyumlu olan Kur’ân-ı Kerim şîve değişikliğinden mütevellit mânâ değişikliğine mahal bırakmamıştır. Zîrâ bazı şivelerin telaffuzları kapsam dışı bırakılmıştır. Örneğin: Yemen lehçesinde kullanılan “umracül” kelimesi diğer lehçelerdeki “erracül” kelimesinin anlamı ile çeliştiği için kullanılmamıştır. İşte Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli kıraatler üzere inmesi Arap dilindeki çeşitliliği göz önünde bulundurması ve buna göre ahenk içinde olması Kur’ân-ı Kerim’in başka bir mûcizesidir. Böylelikle her kavim Kur’ân-ı Kerim’i rahatlıkla anlamaktadır ve kendisine yabancı bir kanun olmadığını görmektedir.

Kıraattaki çeşitlilik Cebrâil (aleyhisselâm)’e mi dayanmaktadır?

Bu çeşitlilik daha önce belirttiğimiz gibi vahye dayalıdır. Zîrâ Cebrâil (aleyhisselam) Peygamber Efendimiz’e “Rabbin sana Kur’ân-ı Kerim’i ümmetine yedi harf üzere okumanı emrediyor.” haberini getirdiği sahih ve sağlam haberlerle sabittir. Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam) ise ümmetine: “Nasıl okutulduysanız öyle okuyun.” demesi bu değişikliklerin vahyin bir parçası olduğunu ve ictihad kabul edemeyeceğini gösterir.

Hadislerde geçen yedi harften ne anlamalıyız?

Peygamber Efendimiz’in kıraat için bir sayı belirtmesi, ama bu sayılar hakkında bir açıklama getirmemesi ve sahabelerden de bir açıklama gelmemesi âlimler arasında çeşitli görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Bu durum İslam tarihinin ilerleyen dönemlerinde İslam âleminin genişlemesi, İslâmî ilimlerin gelişmesi ve her konuda yazı işleri başlamasıyla birlikte daha da hassasiyet kazanmıştır. Dolayısıyla kıraat ilmi de kitaplara ve kayıtlara girmeye başlamıştır. Peygamber Efendimiz’den her kim nasıl öğrendiyse öğrendiği şekilde Kur’ân-ı Kerim’i kayda geçmiştir. Bunların ilki “Kıraatta Yedi İmam” adlı kitabı ile bilinen hicrî 324 yılında vefat eden Ebûbekir bin Mücâhid olmuştur. Bu yedi imamdan anlaşılan ise kendisine tevatür ile aktarılan okuyuşu, kayıt altına alan ve sadece bu okuyuş ile ilgilenen yedi imamdır. Bundan sonra sekiz imamı bir araya getiren kitaplar çıktığı gibi, dokuz imamı, on imamı ve hatta hicrî 465 yılında vefât eden Ebû’l Kasım el-Huzelî’nin elli imamı bir arada toplayan kitabı gibi birçok kitap derlenmiştir. Ancak bugüne kadar en kapsamlısı Ebu’l Kasım el-Huzelî’nin “El-Kâmil” kitabıdır. Zamanımıza ulaşan ve tedrisâtı hiçbir zaman kopmayan sadece on imam kalmıştır. İşte bu imamların ilgi gösterdiği okuyuş değişiklikleri yedi harfi bize eksiksiz ulaştırmıştır.

Öyleyse her kelimenin elli çeşit olduğunu mu anlamalıyız?

Hayır. Ancak, değişiklikleri kayıt altında tutanların sayısının elli ya da daha fazla olduğunu anlamaktayız. Gelgelelim okuyuşlar sabittir ve değişiklikleri kimi zaman üç beş olabildiği gibi kimi zamanda onlarcadır. Örneğin: On imam arasındaki “Mâliki” kelimesindeki değişiklik sadece ikidir. Kimi “Mâliki” olarak aktarmış, kimi “Meliki” olarak aktarmıştır. Her ikisi de vahyin parçasıdır ve bunun örneklerini çoğaltmak mümkündür.

Kıraat ilminin akademik ortama taşınması bu ilme faydalı olmasına sebep olabilir mi?

Bu ilmi tevatürle senedle ve icâzetle öğrenmek ve aktarmak esastır ve doğru olan da budur. Her öğrenci icâzetli olan öğreticisine tam bir hatim okumak sûreti ile icâzet alır. Bu okuma süresi öğrencisine göre değişir. İşte bu durum akademik ortamda olamayacağı gibi aynı öğreticiye devam etmekte mümkün olmayabilir. Bu durumda doğru olan şu ki akademik ortamda icazet usûlü okutmak ve okuyan öğrenciye bu ilmin yanı sıra Kur’an hattı ve Arapça dilbilgisi gibi bazı yardımcı ilimlerin de öğretilmesidir.

Günümüzde en yaygın okuyuşlar hangileridir?

Kıraatların çokluğuna rağmen İmam Asım (rahmetullahi aleyh)’ın râvisi olan Hafs bin Süleyman (rahmetullahi aleyh)’ın okuyuşu en yaygın olandır. Sonrasında özellikler Libya, Tunus, Cezayir, Moritanya ve Senegal civarında yaygın olan İmam Nâfî (rahmetullahi aleyh)’nin râvisi Verş (rahmetullahi aleyh)’in rivayetidir. Ardından Tunus, Cezayir ve Sûdan’a doğru uzanan bazı bölgelerde İmam Nâfî’nin diğer râvisi Kalûn’un okuyuşu yaygındır. Sudan ve Yemen taraflarında yaygınlaşan bir başka okuyuş ise İmam Ebû Amr’dan rivayet eden Hafs ed-Dûri’nin okuyuşudur. Bunun dışındaki çoğu okuyuşlar ilim ehlinin arasında yaygın olmakla yetinilmiş durumdadır.

[1]  Hicr, 9

[2]  Ebû Davud Teyâlisi, c.1, s.7; Müslim.

[3]  Buhâri – Müslim