İçeriğe geç
Anasayfa » KİTÂBE–İ ATÎKA -EDİRNEKAPI KİTÂBELERİ-

KİTÂBE–İ ATÎKA -EDİRNEKAPI KİTÂBELERİ-

İlk çağlarda Byzantionluların yeni bir yurda ihtiyaçları olunca yola revan olmadan önce bir kâhine gidip suâl etmişler. Aldıkları “Körler ülkesinin karşısına yerleşin.” cevabından pek tatmin olmasalar da çıktıkları yolun sonu bugünkü Sarayburnu’na ulaşmış. Karşı kıyılarda o zamanlardaki ismiyle Kalkedon günümüzdeki ismiyle Kadıköy’de yaşayan bir topluluk görmüşler. Sarayburnu kadar güzel yeri mesken tutmayıp bunlar karşı kıyıya yerleştilerse kör olmalılar diye düşünüp bulundukları bölgeyi yurt tutmaya karar vermişler.

Hikâye böyle başlıyor. İnsanoğlu bu kadar güzel yere yerleşir de korunaksız bırakır mı? Olası saldırılardan korunmak için tahminen Topkapı Sarayı’nın kapsadığı kadar bir alanı surlarla çevirmişler. Bu surlar çok dayanmasa gerek ki ikinci yüzyılda Roma İmparatoru Septimus Severus şehri ele geçirmiştir. Eski surların yerine daha da geniş bir bölgeyi içeren yeni surları inşa ettiren kralın surları, bir kez daha bir kez daha genişletilmişti. Daha sonra bazı eklemeler olsa da II. Theodosius beşinci yüzyılda Yedikule ile Ayvansaray arasında uzanan surlara son sınırlarını vermişti. İmparator bununla da kalmamış bir önceki yazımızda bahsettiğimiz Haliç surlarını da son haline getirmişti.

İşte bu surlar tarih boyunca Avarlar, Peçenekler, Bulgarlar ve daha birçok kavim tarafından aşılmak istenmiş ama bir türlü başarılı olunamamıştı. Şehri kuşatanlar arasında Efendimiz’in x müjdesine nail olmak isteyen Emeviler ve Abbasiler de vardı. Bu büyük İslam devletleri gibi Sultan Mehmed’den önce şehri kuşatan Yıldırım Bayezid de başarılı olamamıştı.

Yarım asır sonra Osmanlılar Sultan Mehmed önderliğinde şehri ikinci kez kuşatıyor, Galata üzerinden yürüttüğü gemileri Haliç’e indirerek Haliç surlarını dövüyordu. Kara surlarında ise daha sonradan alacağı isimlerle Topkapı, Edirnekapı ve Ayvansaray arasındaki bölgede çetin mücadeleler yaşanıyor, 29 Mayıs 1453 salı sabahı Sultan Mehmed, Fâtih olup, buradan şehre giriyordu.

Bizans döneminde –her ne kadar tartışmalı olsa da- “Harisios Kapısı” ve “Myriandron (yani mezarlık) Kapısı” isimleriyle anılan Edirnekapı aldığı tahribat neticesinde yeniden inşa edilecektir. Semavi Eyice’nin “Ortaçağ’ın En Güçlü Savunma Hattı” isimli yazısında da zikrettiği üzere Yedikule’nin küçük kapısı ve Edirnekapı tamamen Türk mimarisine uygun olarak yenilenmiştir.

Aradan bir asra yakın zaman geçtikten sonra İstanbul 1509 senesinde tarihinin en büyük depremlerinden birini yaşayacak, günlerce hatta haftalarca sürecek bu deprem neticesinde şehir büyük tahrîbât alacaktır. İstanbul ve Boğaziçi kitabında İhtifalci Mehmed Ziya Bey, Kurûn-ı Cedîde Tarihi isimli eserden atıfla bu depremi anlatan şu satırlara yer vermektedir:

“915 senesinde İstanbul ile bilâd-i sâirede emsâli görülmemiş derecede şiddetli zelzeleler vukû‘a geldi. İstanbul surunun birçok yeri yıkıldı. Binlerce kimseler münhedim olan ebniyenin enkâzı altında kaldı… Zelzele 45 gün devam etti. Halk bu zelzeleyi, büyüklerin sefâhet ve rezaleti sebebiyle ğazab-ı ilâhîye atfediyordu… Sultan Bayezid, cidden şâyân-ı hayret derecede bir himmet ve ğayret ile zelzeleden harâb olan mebânîyi ta‘mir ve tecdide muvaffak oldu. [Kurûn-ı Cedîde Tarihi: Ali Reşad Bey, s:89, 1332 İstanbul. Matbaa-i Âmire Tab‘ı]”

Bu büyük depremden sonra şehri yeniden imar eden Sultan Bayezid’in ayağa kaldırdığı yerler arasında Edirnekapı da vardır. Tamirden sonra kapının şehir dışına bakan yüzüne sülüs hatla işlenmiş mermer bir kitâbe asılmıştır. Günümüzde sağlamlığını koruyan bu kitâbede şunlar yazmaktadır;

Ceddede Sultânu’s-Sultân Bâyezidü’l-Bâzil

Kal‘ate Dâri’l-Hilâfeti ba‘de mâ kânet fenâ

Men rae’t-tecdîde hâzâ kâle lillâhi derruhu

Sümme kad kâle’l-müverrihu “hassenû hâzâ’l-binâ”[1]

Sultan Bayezid’in adının geçtiği, daha o tarihte bile İstanbul’un Dâru’l-Hilâfe diye nitelendiği bu kitâbenin sonundaki “hassenû hâzâ’l-binâ” ifadesi de tamir tarihi olan hicrî 916 (milâdî 1510-1511) senesini göstermektedir.

Bu kitabenin hemen sol çaprazında başka bir kitâbe yer almaktadır. Yetkililer tarafından yakın zamanda restorasyona alınacağı ifade edilen surlar ve kapıların etrafı koruma bariyerleri ile çevrildiği için yakından mütâlaa edilmesi mümkün olmayan bu kitâbede Dersaadet’in Sur Kapıları kitabından edindiğimiz bilgiye göre şu ifadeler yer almaktadır;

“Sa‘y edip râh-ı cibâli koydurur baş ile cân

Bizlere Ka‘be kuşağı subh u şâm olur nişân 1194”

Bunların haricinde şehrin içine bakan başka kitâbelerin de var olduğunu İhtifalci Ziya Bey’den öğreniyoruz. Günümüzde var olmayan –en azından bizim göremediğimiz- bu kitabelerden biri şudur:

Ğâziyânın menzili ya‘ni Dergâh-ı Âlî

Pir-i erkân-ı tarikat Hacı Bektâş-ı Velî

Bir köşesinde servi ağacının kazılı olduğu belirtilen bu kitabenin, mukavvas mermer sökenin üzerinde olduğu ifade edilmiştir. Kapının sağ tarafında kelime-i tevhid ve maşallah istiflerinin olduğu sol tarafında ise on iki mısralık bir manzum tarih olduğu da ayrıca zikredilmiştir.[2] 

Cumhuriyet döneminde şehre açılan ana caddelerden birinin güzergâhında bulunması sebebiyle bu kapının yanı başına arabaların geçmesi için yeni bir menfez açılmıştır. Yıkılmaktan kurtulan ancak harabe bir halde bırakılan Edirnekapı’da pek iç açıcı olmayan bir restorasyon yapılmıştır. Sultanların tahta çıkmalarının ardından Eyüp Sultan’da kılıç kuşanıp Saray’a dönüş yolunda kullanmayı adet hâline getirdikleri bu önemli tarihi kapı, varlığını zar zor koruyan iki kitabesiyle birlikte hak ettiği ilgiyi görmeyi beklemektedir.


[1] Pek cömert Sultanlar Sultanı Bayezid Hilafet yurdunun kalesini yıkıldıktan sonra yeniledi. Bu yenilenmeyi gören “Maşallah” der, sonra tarihçi der ki “Bu yapıyı ne kadar güzelleştirdiler.”

[2] Hem Edirnekapı hem İstanbul ve eserleri ile ilgili daha fazla bilgi almak isteyenler İhtifalci Mehmed Ziya Bey’in İstanbul ve Boğaziçi eserine bakabilirler.