İçeriğe geç
Anasayfa » KİTÂBE-İ ATÎKA -Pehlivan İdris Kitâbesi-

KİTÂBE-İ ATÎKA -Pehlivan İdris Kitâbesi-

Fatih, Eminönü, Sultanahmet, Balat, Çapa ve daha adını sayamadığımız birçok semti içerisinde barındıran asıl İstanbul’u, Kadim İstanbul’u; İstanbul’un ruhunu çepeçevre bir sur sarmaktadır. Şehri her sahiplenen bu surları onarmış, onarıp tarihe bırakmış tarih bilmezler tarafından harap edilene dek.

Şehri savunma amaçlı örülen bu surlar kara ve deniz surları olarak taksim edilebilir. Ayvansaray’dan Haliç kıyısı boyunca Sarayburnu’na oradan da Marmara Denizi kıyısınca Yedikule’ye uzanan deniz surları tek sıra duvarlar olarak yükselmiştir. Yedikule’den Topkapı’ya buradan da Edirnekapı’yı geçerek tekrar Ayvansaray’a uzanan kara surlarında ise içi su dolu hendekler, dış sur ve ondan çok daha yüksek olan iç surdan oluşmak üzere üçlü bir savunma sistemi uygulanmıştır. Surlara belli aralıklar ve yüksekliklerle burçlar inşa edilmiş ve giriş çıkışları sağlamak için kapılar açılmıştır. Şehir fethedildikten sonra surlar onarılmış, hendekler doldurularak bostanlara çevrilmiş ve bazı kapılar kapatılıp yerine yenileri açılmıştır.

Yedikule’den Topkapı’ya uzanan kara surları içerisinde bulunan kapılardan birisi de Silivrikapı’dır. Edirnekapı örneğinde de görüldüğü üzere açıldığı yönün adını alan kapılardan biri olan Silivrikapı’dan içeri girildiğinde sağ tarafta, duvara asılmış bir gürz görülür. Yaklaşık iki buçuk metre yükseklikte asılı bulunan bu gürzün altında iki satırdan mürekkep bir yazı bulunmaktadır. Husûsen sağ cenâhında yer alan kararma ve yıpranmaların etkisiyle oldukça zor okunan kitâbede şunlar yazmaktadır:

“Eski Saray baltacılarından Zaralı[?] Pehlivan İdris’in gürzine nazar idüp Fâtiha-i Şerîfe okuyan iman ile gide. Sene 1040. Okka 86.”

Nâdirâttan addedilebilecek bu kitâbe sülüs hatla yazılmıştır. Milletlerin kazandıkları zaferleri, eşine pek rastlanmayan hâdiseleri, unutulmasını istemedikleri mâzîlerini yaşatmak için birtakım anıtlar diktikleri, kitâbeler astıkları bilinmektedir. Bu kitâbe de muhtemelen Eski Saray baltacılarından Pehlivan İdris’in müsabakalar esnasında daha önce kimsenin kaldıramadığı ağırlıkları kaldırması veya savaşlarda üstün yararlılıklar göstermesi gibi daha önce benzeri görülmemiş bir iş başarması sebebiyle asılmıştır.

Kitâbeden Pehlivan İdris’in baltacılar ocağına mensup olduğu anlaşılmaktadır. Baltacıların bir ocak olarak kurulmalarının sebebi bir sefere gidildiği vakit ordunun karşısına çıkabilecek kapalı yolları açmak, bataklıkları kurutmak, yük kaldırıp indirmektir. Nitekim Tursun Beğ Koylu-Hisâr fethinden bahsederken, “Ol yoldan ki kuş uçmağ ile varılması mümteni‘ görüldi kesret-i esbâb vasıtası ile kazmacılar ve baltacılar aça aça ve tâyife-i voynık tulû‘-ı subh-ı sâdıkdan ta beyne’s-salâteyn tağ depesinden dibine hezâr zahmet ü te‘âb ile inildi.” demektedir.[1]

Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’un fethinden sonra inşa ettirdiği ilk saray Beyazıt ve Süleymaniye’yi kapsayan saha üzerinde bulunmaktaydı. Topkapı Sarayı’nın inşâ edilmesinden sonra Eski Saray adını alan bu yapıda, vefat eden sultanların aile efrâdı yaşardı. Bu sarayın baltacılarına “Teberdârân-ı Sarây-ı Atîk” denilirken Topkapı Sarayı’nda ikâmet edip daha başka bir takım hâs görevi olan baltacılara “Teberdârân-ı Hâssa” ya da “Zülüflü Baltacılar” denilirdi.

Yukarıda zikri geçen Teberdârân-ı Sarây-ı Atîk’in kışlaları Eski Saray’ın Mercan tarafına açılan kapısının çevresinde idi ve görevlerinin başında Eski Saray mensuplarının, şehzadelerin ve saray dışındaki sultanların hizmetlerini ve muhafızlıklarını yapmak gelirdi.[2] Kitâbede zikri geçen Eski Saray Baltacıları işte bunlardır.

Zülüflü Baltacılar denilen kimselerinse Topkapı Sarayı’nda kendilerine ait odaları bulunmaktaydı. Bu ocağa seçilen kimselerin gayet gürbüz olmaları gerekirdi. Sarayda bulunduğu seneleri anlatan Ali Ufkî Bey kendisinin de bu ocağa kaydedilecekken son anda bundan nasıl vazgeçildiğini şöyle anlatır:

Dış saraylardan getirilen içoğlanlarının en güçlüleri bu baltacılar topluluğuna katılırlar. Nitekim ben Edirne sarayından geldiğimde, kapı ağası benim de baltacılar grubuna kaydedilmemi emretti. Ama denetleyicilerden biri beni kuşağımdan tutup ansızın kendine doğru çekerek güçlü olup olmadığımı denetlemeye kalkınca, ben kendimi hiç direnmeden bırakıverdim ve yere düşmedimse de olduğum yerde sendeledim. Bu nedenle baltacılar arasına katılamayacak kadar güçsüz olduğuma karar verildi ve beni büyük odaya gönderdiler.

Ali Ufkî Bey bu sözlerinin devamında zülüflü baltacıların saraydaki görevlerinden de bahseder. Buna göre; odun kesip bunları iç oğlanların ve kadınların yaşadıkları dairelerin önüne istiflemek, ön avluları suyla ıslatmak ve süpürmek, kızlar ağası ve kapı ağasının yanında nöbet tutmak ve avludaki büyük mermer sütunları limon suyu ile ovarak sürekli parlak olmalarını sağlamak bu ocak mensuplarının görevleridir.[3]

İşte kitâbede ismi geçen Pehlivan İdris böyle bir ocağa mensuptur. Memleketinin zikredildiği muhtemel olan kısım, tam olarak vuzuha kavuşmamıştır. Zaralı, Rizeli, Dereli veyahut daha farklı şekillerde okunabilecek bu ifade hâlâ muğlaklığını devam ettirmektedir. 1040 senesinde asılan bu kitâbede ayrıca gürzün ağırlığı zikredilmiştir. 86 okka ağırlığın takriben 110 kiloya denk geldiği düşünüldüğünde varın bu kimselerin gücünü siz düşünün!


[1] Bu ifadeler Mertol Tulum tarafından yayına hazırlanan ve Ketebe yayınlarından çıkan Târîh-i Ebü’l-Feth isimli eserden alıntılanmıştır.

[2] Baltacı ocağı hakkında daha geniş bir okuma için Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde yer alan Abdulkadir Özcan’ın ilgili yazısı okunabilir.

[3] Topkapı Sarayının bölümleri ve sarayda hayatın nasıl sürdüğü hakkında daha fazla bilgi almak için bizim de bu pasajları alıntıladığımız Ali Ufkî Bey’in Kitap Yayınevi’nden çıkan Sarây-ı Enderun eseri okunabilir.