İçeriğe geç
Anasayfa » KIYAMETİMİZ KOPMADAN…

KIYAMETİMİZ KOPMADAN…

İnsanın elinden nimetler çekilip alındığında geçmişe hasretle bakıp, bir zamanlar belki de şikâyet ettiği pek çok şey için, bir daha onları ele geçiremeyeceğinden dolayı üzüntü duyar. Şu sıralar virüs münasebetiyle bu hali hem kendimizde yaşıyor hem de çevremizdeki insanlarda canlı biçimde görüyoruz. Bu bağlamda, Facebook kullanıcısı bir hanımın yazdığı şu cümle dikkatimi çekti: “Bugünler de geçecek inşallah ve biz o güzel, cıvıl cıvıl günlere tekrar döneceğiz.” Evet, küçük müçük ama bütün neşemizi kaçırmaya yeten bu virüs, aynı zamanda bize, kaçıp kurtulmamızın mümkün olmadığı mutlak akıbet ölümü ve sonumuzu hatırlattı.

Bu hanımın yukarıda söylediği söz aklıma: “Peki, o güzel, cıvıl cıvıl günlere tekrar geri döndük; sonra…?” sualini getirirken, ardından bana şu hadisi hatırlattı:

Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir: “Ölüm meleği Hz. Musa’ya gönderildi. Melek yanına vardığında Musa (a.s) ona bir tokat attı ve gözünü çıkardı. Bunun üzerine Melek, Rabbine geri döndü ve: “Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin!” diye şikâyette bulundu. Allah Teâlâ çıkan gözünü iade etti ve: “Sen yine Musa’ya git ve elini bir öküzün sırtına koymasını söyle. Elinin altındaki her bir kıl için ona bir yıllık ömür verildi.” buyurdu. Melek dönüp durumu arz edince Hz. Musa: “Sonra ne olacak ey Rabbim?” diye sordu. Allah (c.c.) da: “Sonra öleceksin.” buyurdu. Bunun üzerine Musa (a.s): “Madem sonunda yine ölüm var, şimdi öleyim.” dedi.[1]

Bir insanın eninde sonunda ölünecek bir dünyada yaşarken hep cıvıl cıvıl günlere dönmenin hasretini çekmesi ve buna göre hayatını dizayn etmeye çalışması ne kadar isabetli bir davranıştır?

Oysaki insanın bir gün kapısını çalacak olan kaçınılmaz yegâne son ölüme göre hayat felsefesini oluşturması en isabetli ve en akıllı bir davranış olacaktır. Onun için Peygamber (s.a.v) Efendimiz: “Bütün zevkleri keseni -yani ölümü- çokça hatırlayınız.[2] buyurmak suretiyle, ölüme göre hayata istikamet kazandırılması gerektiğine işaret etmiş olmaktadır. Evet, bir ömür hep peşinde koştuğunuz bu geçici lezzetlerin bir gün kesileceğini düşünerek, âhiretiniz için işe yarayacak şeylerle meşgul olunuz demektir.

İslâm kültüründe ölüm, insanın kıyameti olarak telakki edilmiştir. Bu da Sahih-i Buhârî’de (Rikâk, 42) geçen, Sevgili Peygamberimiz’in, kendisine “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye soranlara, içlerinden en gencine bakarak: “Şu genç yaşarsa, buna ihtiyarlık erişmeden sizin başınıza kıyametiniz kopar (hepiniz ölürsünüz).” şeklinde verdiği cevaba dayanmaktadır. O halde kıyametimiz kopmadan Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazandıracak ameller işlemeliyiz. Nitekim “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye soran bir başkasına Rasûl-i Ekrem (s.a.v): “Ona ne hazırladın?” cevabını vermiştir.[3]

Tâbiînin büyüklerinden Hasan-ı Basrî (k.s) hazretleri talebeleriyle birlikte bir mezarın yanından geçerken onlara:

– Şu mezarda yatan ölü, şayet diriltilse ne yapar? diye sordu. Oradakiler:

– Hemen tevbe eder, namaz kılar, oruç tutar, haramlardan uzaklaşır, bilumum hayırlı işler yapar, dediler. Bu cevap üzerine Hasan-ı Basrî:

-Ondan geçti artık, bari sizden geçmeden kalkınız ve dediklerinizi yapınız, buyurdu.

Durum böyle olunca Fahr-i Kâinât (s.a.v.) Efendimiz dünya ile alakamızın nasıl olması gerektiğini bakınız ne güzel ifade etmiştir:

Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol![4]

Hadiste geçen garip ve yolcu kelimeleri, bir yerde sabit olmamak, oraya yerleşik bulunmamak manasına gelmektedir. Gurbette olan garip kimse sıla hasretiyle bir an önce yurduna kavuşmayı arzu ederken, yolcu da daimi hareket halinde belli bir mekâna bağlı olmamakla varacağı menzili hedefleyerek yol almaktadır. İşte Müslüman da böyle olmalı; dünyayı ebedî bir vatan görüp de dünya ve insanlara çokça bağlanıp kalmamalı, onlarla çok fazla haşir neşir olmamalıdır. Onun için insanın hiç ölmeyecekmiş gibi aşırı bir şekilde dünyaya bağlanması yani tûl-i emel, dinimizde yasaklanmıştır. Zira tûl-i emel sahibi bir kimse ölümü ve ahireti unutarak dünya hayatını şekillendirmiş, bir gün hepsini bırakıp gideceği çoluk, çocuk, mal, mülk sevgisiyle kalbini meşgul edip bu dünyanın bir imtihan dünyası olduğu gerçeğini, nefsine yenik düşmek suretiyle göz ardı etmiştir. Hâlbuki Yüce Rabbimiz: “Ey insanlar! Allah’ın va‘di muhakkak haktır, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında (Onun affına güvendirip) sizi kandırmasın![5] buyurmak suretiyle bizleri apaçık uyarmamış mıdır?!

Abdullah b. Amr (r.a)şöyle anlatıyor: “Kendimize ait kulübeyi tamir ederken Rasûlullah (s.a.v) yanımıza uğramıştı.

– Bu yaptığınız nedir? diye sordu. Biz:

– Yıkılmak üzereydi de onarıyoruz, dedik. Bunun üzerine:

– Ecelin bundan daha aceleci olacağını zannederim, buyurdular.[6]

Bu hadisten Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in yapılan işi tasvip etmediği anlaşılmamalıdır. Bilakis O (s.a.v), bu dünyada kalıcı olmadığımızı, ölümün insana ne kadar yakın olduğunu hatırlatmaktadır. Aksi halde insanın geçici olan bu hayatta kalıcı olduğunu hissedip ölümü unutma tehlikesi vardır.

Ölümü hatırdan çıkarmadan hayatlarını âhirete ayarlı yaşayanlar, dâr-ı ukbânın ölümle başlayan hallerine de hazırlıklı olurlar. Nitekim: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz öyle hasrolunursunuz.[7] buyurulmuştur. Dünya hayatını Allah Teâlâ’nın istekleri doğrultusunda Onun rızasını kazanmak için itinayla yaşayanlar, aynı zamanda -şairin de dediği gibi- ölümü zevk haline getirirler:

Yâdında mı doğduğun zamanlar?

Sen ağlar iken gülerdi âlem.

Öyle bir ömür geçir ki olsun

Mevtin sana zevk, ellere matem.

Hatta böyleleri:

Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm

Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm! (Erdem Bayazıt)

diyecek kadar da ölümü öldürmüşlerdir.

Virüsle yatıp virüsle kalktığımız şu günler, hayatımızı bu doğrultuda tekrar ciddi bir muhasebeden geçirip, işlediğimiz günahlara nasuh tövbe ederek âdeta yeni bir hayata başlamanın tam zamanı. Böylece zamanı geldiğinde, merhum şair Necip Fazıl’ın:

O demdeki, perdeler kalkar, perdeler iner,

Azrail’e hoş geldin, diyebilmekte hüner…

mısralarında dile getirdiği şekilde, Mevlânâ Hazretlerinin şeb-i arûs yani düğün gecesi olarak ifade buyurduğu ölüm ile sonsuz hayata güle oynaya geçilmiş olacaktır inşaallah.


[1] Buhârî, Enbiyâ, 33; Müslim, Fedâil, 42.

[2] Tirmizî, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3.

[3] Buhârî, Fezâilü Ashâb, 6; Müslim, Birr, 50; Tirmizî, Zühd, 50.

[4] Buhârî, Rikâk 3.

[5] Fâtır, 35/5.

[6] Ebû Dâvûd, Edeb 169; Tirmizî, Zühd 25.

[7] Ali el-Kârî, Mirkât, VI, 2489.