İçeriğe geç
Anasayfa » KÖRLER MEMLEKETİNDE TEK GÖZLÜYÜ PADİŞAH YAPMAZLAR!

KÖRLER MEMLEKETİNDE TEK GÖZLÜYÜ PADİŞAH YAPMAZLAR!

 

 

Erbab-ı istida’dın kaderidir bu. Hüdai Nabit olarak yetişirler, cemiyetin inkişafı için gayret sarfeder, can verirler de kıymetleri takdir olunmaz. Onlar yine hadisâta sebepler penceresinden bakarak istikbal için çırpınıp dururlar, adeta kaderi değiştirmeye uğraşırlar. Aslında onlar da her cemiyetin layık olduğu biçimde idare olunacağını bilir. Ancak yürekleri elvermez de kendilerini gayeleri uğrunda helak etmekten geri durmazlar.

İçlerinden çok azının iradesi ilahî program kaderle tetabuk eder de maksatlarına ulaşabilirler. Ancak bu bahtlı kişilerin sayısının pek az olduğunu tarih kaydetmiştir. Diğerleri meçhul kahramanlar olarak “cemiyetin ruhu” olmuş, isimleri ve hizmetleri ise unutulmuştur.

Kitlelerin kadir kıymet bilmezlikleri meşhurdur. Dün yuhaladığını bugün alkışlar, ardı sıra koştuğu liderini de bugün hain ilan ediverebilir. Bir fısıltı efkâr-ı umumiyeyi insanın aleyhine çevirmeye yeter de artar.

Cemiyet hayatının bu hamiyetperver insanlar sayesinde sürdüğü muhakkaktır. “Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten / Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten” diyor Namık Kemal… Birkaç iyi adamın himmeti; devletin, milletin şirazesini çizgide tutar da, derin bakmadıkça idrak edemez bunu gözler.

Körlerin arasında tek gözlünün sultan olacağı söylenmiştir; lakin körler tarih boyu hep kendileri gibi birini seçmekte tereddüt etmemişlerdir. “Erbab-ı kemâli çekemez nakıs olanlar / Rencide olur dîde-i huffaş ziyâdan” diyerek haykırmıştır Ziyâ Paşa, herhalde gadre uğramış olmanın yürek burkan tesiriyle… Zira insanlar yükselen birinin düşmesinden adeta tat alır.

Tarih meşheri bunun misalleriyle doludur. Nice ilim ve devlet adamı kendilerini çekemeyenlerin kurduğu tuzaklarla öldürülmüş ya da küstürülmüştür.

Meşhur meseldir: Sultan rüyasında ülkesine yağmur yağdığını ve herkesin bu yağmur altında deliler gibi oynadığını görmüş. Sabahleyin hemen müneccimlere müracaatla rüyanın tabirini istemiş. Müneccimbaşı “Sultanım, yakında, yağacak yağmurların içme sularına karışmasıyla halk aklî muvazenesini kaybedecektir. Çare büyük sarnıçlar yaptırıp su depolamaktır.” der. Saray, tedbirlerini alır ve nihayet yağmurlar yağar. Herkes delirir ama saray halkı tabii yaşantısına devam eder. Halk kralın icraatlarını beğenmemeye ve kralı delirmekle suçlayıp nümayişlere başlar. Nihayet çaresiz kalan Sultan yağmur suyundan içmeye mecbur olur da halk nazarında deli olmaktan kurtularak makamını muhafaza edebilir.

İdealist insan halk nazarında delidir. Onun söylediği “ütopya”dır. İyidir, güzeldir ama asla başarılamayacaktır. Teklif herkesin menfaatine; eldeki yumurta hedefteki sepetten daha tatlıdır.

Her şeyi idare etmeye pek hevesli kasaba politikacıları yetenekli bir çocuk dahi görmeye dayanamaz. “Bu, gelecekte yerimi almaya namzettir.” diye endişe edip boğmayı arzular. Yerini alabilecek tek kişi kifayetsiz muhteris olarak yetiştirdiği çocuğudur. Herkes bir nevi saltanat sürer böylece.

Cemil Meriç’in “Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülkede düşünce adamı yetişmez.” Sözü memleketimiz için tastamam yerine oturmaktadır. Böylece ne “erbab-ı isti’dad” yetişir ne de hasbelkader yetişenler hayat hakkı bulabilir. Sosyal bir kaidedir ki yaşadıkları zamanda büyük adamlar takdir görmezler. Tarih kaydeder de tozlu raflarda arkalarından ah u vah ederiz. Yiğidi önce öldürüp sonra ağlarız ardından: “Ne kahramandı.”

İlim adamlarına hayran oluruz, eserlerini pek yüce sayarız velâkin ameli bir teklif gelince onları hayatı bilmemekle suçlarız. Bir başka kaçış yolu da onların sonlu bir melek olduğunu düşünerek tekliflerinin bizim için fevka’l-beşer olduğunu söylemektir.

Türkiye’nin ruhunu teşekkül ettiren kıymetlerden biri de Mehmet Akif’tir. İstiklâl Marşı’nı yazdığı memleketin çok uzağında ömür sürmeye mecbur edilmişti. Daha 1925’te Çanakkale ile alakalı bir toplantıda bizzat yüzüne “Çanakkale’nin destanını bizden olmayan biri, bir gerici, bir yobaz yazmıştır.” diye hitap edilmişti. Çekip gitmekten başka bir çare kalmamıştı artık. Safahat’taki hüsran bile inler sessiz sessiz artık. Tıpkı vatanını terke mecbur olan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Zahid el-Kevseri ve binlercesi gibi…

Koca bir memleket münevversiz kalmış ama tarihler tek satır kaydetmemiş. Şimdi şimdi keşfediyor ve ah u figan ediyoruz. Bir yandan da muasırımız olan erbab-ı isti’dadı ihmal ediyoruz.

Adam yetiştirmek mi dediniz. Ona hiç girmiyorum çünkü onu domates yetiştirmekle karıştırıyoruz. Bir talebe yurdu açacak olsak hemen altı ay sonra “Nerde yetişen adamlar” diye soruyoruz. “Hangi tohum toprağa ekildi de meyve vermedi, ne diye insan tohumundan şüpheye düşüyorsun.” diyen Mevlana’nın seviyesine ulaşmak için kaç asır bekleyeceğiz…