İçeriğe geç
Anasayfa » KULLUK BİLİNCİ VE KİBİR

KULLUK BİLİNCİ VE KİBİR

Kulluk, Allah’ın razı olduğu ameldir.

Amel= Terk + Fiil

Terk: Terk edilmesi gerekenlerdir; küfür, şirk, haram, mekruh, şüpheli şey ve câiz olmayana sebep olan mubahlar gibi.

Fiil = İman + salih ameller. Salih ameller: Farz, vacip, sünnet ve müstehaplar.

Terk edilmesi gerekenleri, niyetinde Allah yasakladığı için terk etme düşüncesi; fiilî gerekenleri de niyetinde Allah emrettiği için işleme düşüncesi olursa kulluk olur.

Terk, fiilden önce gelir. Çünkü şirki reddetmeyenin tevhidi gerçekleşmez, küfrü reddetmeyenin imanı olmaz.

Elbette iman, Allah’ın kalpte yarattığı hidayettir. Kula imanla ilgili gereken şey, küfrü ve şirki reddetmesi, Allah’ı, Hz. Peygamber’i ve Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği şeyleri kabul etmesidir. Allah da bunu kabul ederse o kulun kalbinde iman yaratır, neticede kişi mü’min olur.

İman, fadl yani lütûftur. İmanın gereği salih ameller de lütûftur. İman ve kâmil iman alameti olan bütün salih ameller de birer nimettir. Nimetler Allah’ın lütfudur. İşte âyet-i kerîme:

“Size ulaşan her nimet Allah’tandır.”[1]

İnsanın, Allah’ın verdiği bir nimete, benim deyip kibirlenmesi, nimetin gerçek sahibini inkârdır. Zaten kibir de hakkı inkâr demektir.

Ayrıca insanı da insanın yaptığını da yaratan Allah olduğuna göre, insanın kendisinde bulunan Allah’ın bir nimetine benim demesi ve bununla da kibirlenmesi ne kadar ahmaklıktır, körlüktür. Bunu da bildiren âyet-i kerîme şudur:

“Sizi de sizin yaptığınız şeyleri de Allah yarattı (yaratıyor).”[2]

Mevlana ne güzel demiştir: “Kimde ne güzellik varsa Ondan ödünçtür.”

Bir kimse iyi ise, iman ehli, istikamet sahibi ise Allah Teâlâ nasip etmiş de iyi olmuş, iman ehli olmuş, istikamet sahibi olmuştur. Çünkü insanın iyi olma, iman ve istikamet sahibi olma iradesini, Allah irade etmiş de insan irade edebilmiştir. Allah her irademizi irade ediyor da biz irade edebiliyoruz. İrademiz de bir fiil ise -ki irade fiili kalbin fiilidir- o fiilimizin de yaratıcısı yani irademizi irade eden irade, küllî irade sahibi olan Allah Teâlâ’dır.

Bütün bunlar bir gerçek iken kişinin başarıyı kendisine nispet ederek kibirlenmesi, haksızlık, yanlışlık, kabalık, basiretsizlik ve hakkı inkârdır.

O (Kur’ân), âlemler için, sizin içinizden doğru yolda (müstakim) olmayı dileyenler için ancak bir öğüttür.”[3] âyeti nazil olunca, Ebû Cehil, ben müstakim olmak istemiyorum, diyor. Bunun üzerine şu son âyet iniyor: “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz.[4]

Bu âyette, kişinin, istikameti ancak Allah’tan bulacağına delil vardır. İstikametini de hiç kimseden istemesi câiz değildir, Mu‘tezile’nin dediği gibi, bu durumda müstakim de olamaz. Çünkü Allah Teâlâ, istikametini, kendi dilemesiyle müstakim olana nimet kılmıştır. Şayet her istikameti dileyen için Allah’ın dilemesi mevcut olmadan olsaydı nimet olmazdı. O zaman (Mu‘tezile’ye göre) istikametin olması ve olmaması kul ile olur, Allah ile olmazdı. Hâlbuki istikâmet, ancak Allah’ın dilemesiyle olmaktadır.[5]

Hayır! Gerçekten o bir öğüttür. Kim dilerse ondan öğüt alır. Allah dilemedikçe de öğüt alamazlar.[6]

Bir kimsenin hidayeti, yalnız onun kendi iradesine bağlı değildir. Ancak Allah eğer ona bunu nasip ederse olur. Diğer bir ifade ile, burada şu gerçek vurgulanmaktadır: Kulun hiçbir eylemi yalnız onun kendi iradesiyle meydana gelmez. Ancak o fiil, Allah’ın iradesi ile tevafuk ederse gerçekleşir.

Kibir, büyüklük demektir. Tekebbür, büyüklük göstermek; mütekebbir ise kendisini büyük göstermeye çalışan kimse demektir.

Müstekbir, küçük olmasına rağmen büyüklük iddiasında bulunan kimsedir. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanların babası olan İblis ve onu izleyenler için müstekbir ifadesini kullanmıştır. Çünkü Peygamber ve ümmetlerinin makamları büyük, karşı çıkan İblis ve izleyicilerinin makamları küçüktür.

Kibir hakkında Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kibir, hakkı inkâr ve insanları hor görmektir.”[7]   

Kibir, kişinin kendi küçüklüğünü, karşının da saygınlığını inkâr edip karşıyı hor ve hakîr/küçük görmektir.

Kibir, şeytanın özelliğidir. İnsana yakışan kibir değil, tevâzudur. Çünkü kibir, yasaklanan ve Allah katında beğenilmeyen bir sıfattır. İnsan, yasaklanan değil, övülen sıfatlara sahip olursa Allah katında övülenlerden olur. Zaten kendini tanıyan, Rabbini tanır. Şöyle ki kişi, kendi aczini idrak ederse, aciz olmayan ve Kâdir olan Allah’a teslim olur. Kendi cehlini kavrarsa Allah’ın vahyine müracaat eder. Kendi zilletini anlarsa Allah’ın izzetine sığınır, izzete ulaşır da şu âyetin hükmü altına girmiş olur: “… Hâlbuki izzet, Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir, fakat münafıklar (bunu) bilmezler.”[8]

İşte bundan dolayı dünya ve âhirette mutlu olmak isteyen insan her sahada ifratın ve tefritin ortası olan İslâm akîdesinin ana gövdesi olan Ehl-i Sünnete göre inanmalı, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmalı ve İslâm fıkhına göre yaşamalıdır.

Akıllı adam kibirlenmez. Akıllı adam, her şeyi sahibine nispet eder. Her şeyin gerçek sahibi Allah Teâlâ’dır.

Kibir cehâlet alâmetidir: “Bilgisizliğin en büyüğü, kendini beğenmektir.” Hz. Ali (r.a)

Kibir yalnız kalmaktır: “Kibir, insanı yalnızlığa mahkûm eder.” Hz. Ali (r.a)

Akıllı insan kibirlenmez: “Kibirle akıl aynı başta bulunmaz.” İbrahim Bey

Kibir manevî körlüktür: “Kibir ile aşk şu cihetten birbirine benzer ki ikisi de kör eder.” Cenap Şehabeddin.

[1] Nahl, 16/53.

[2] Sâffât, 37/96.

[3] Tekvîr, 81/27-28.

[4] Tekvîr, 81/ 29.

[5] Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, XVII, 83.

[6] Müddessir, 74/54-56.

[7] Müslim, Îmân, 147.

[8] Münâfikûn, 63/8.