İçeriğe geç
Anasayfa » KUR’AN-I KERÎM’İN HZ. PEYGAMBER’E BAKIŞI

KUR’AN-I KERÎM’İN HZ. PEYGAMBER’E BAKIŞI

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’i en iyi bilen ve onu en iyi konuma yerleştiren Allah Teâlâ’dır. O’nun konumunu anlayabilmek ve hakkında bir şey söyleyebilmek ve herhangi bir konuda bir hükme varabilmek için delil gerekir. Delil Kur’an-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerdir. Hüküm koyan delillerin Âyet ve Hadîs olduğuna dair yine delil Kur’an-ı Kerîm’dir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

             “Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz! Rasûl’e ve sizden olan ulu’l-emr (ilim ve emir sahiplerin)e itaat ediniz! Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız her hangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürünüz. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir.”[1]

Bu Âyet-i Kerîme gösteriyor ki herhangi bir konuda müracaat edilecek yegane merci Allah ve öğretip eğittiği Rasûlüdür. Allah’a müracaat Kur’an’a müracaat etmekle, Rasûlullah’a müracaat kavlî, fiilî ve takrîrî Sünnet’e müracaat etmekledir. İşte biz de Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i tanımak için Kur’an’a müracaat ediyoruz. İşte Kur’an-ı Kerîm’deki Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in bazı özellikleri:

  1. Beşer Bir Elçi Olması:

Şu iki Âyet-i Kerîme’de Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

             “(Şöyle) de: Rabbimin şanı yücedir. Ben (Allah’ın) Rasûl(ü) bir beşerden başkası mıyım ki?”[2]

“De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana şöyle vahyolunuyor: İlâhınız ancak bir tek ilahtır! Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse, sâlih amel (imana uygun amel, ihlâslı amel) işlesin ve Rabbinin ibadetine hiçbir şirk karıştırmasın.”[3]

Bu iki Âyet-i Kerîme’de Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in iki yönü belirtilmiştir. Birisi beşer yönü, diğeri elçilik yönü. Allah Teâlâ’nın, peygamberi beşerden seçmesi insanlığa bir lûtuftur. Hem insanlarla hem de Allah ile alaka kurabilmek için beşer elçi olması gerekir. Beşerdir derken bizim gibi bir beşer değil, üstün sıfatlarla ve kabiliyetlerle donatılmış, en üstün ahlâkla bezenmiş ve beyninin disketi ilimlerle doldurulmuş bir beşerdir. İşte bu manayı İmam Bûsirî şöyle ifade etmiştir:

“Muhammed bir beşerdir lakin diğer beşerler gibi değil, bilakis o, taşlar arasında yakut gibidir.”

  1. Allah’ın Rasûlü Olması:

Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

“Muhammed Allah’ın rasûlüdür.”[4]

Rasûl elçi demektir. Elçi, gönderene ve elçilik vazifesine göre önem kazanır. Hz. Muhammed (s.a.v)’i gönderen Allah Teâlâ’dır. Peygamber Efendimiz’in elçilik vazifesi, insanları insanlara kul ve köle olmaktan kurtarıp sadece Allah’a kul olmalarının gerektiği gerçeğini tebliğ etmek, tebliğini tasdik edip kabul edeni terbiye etmek, bu gerçeğin tebliğine mâni olanlarla şartlara göre kalben, fikren ve fiilen mücadele etmektir.

  1. En Üstün Ahlâka Sahip Olması:

Âyet-i Kerîme’de Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzeresin.”[5]

O’nun ahlâkı elindeki Kur’an idi. Sanki o, Kur’an’ın canlısı idi. Kur’an ahlâkı Peygamber ahlâkı demektir. Kur’an’ın belirttiği ahlâkı Peygamber Efendimiz’de, Peygamber Efendimiz’e baktığınızda da Kur’an ahlâkını görebiliriz.

Elbette büyük davanın elçisinin de büyük olması, üstün ahlâka sahip olması gerekir. Çünkü insanı hedefe ulaştıran ahlâktır, kemâle ulaştıran ahlâktır. Onu insanlar arasında yüce konuma oturtan ahlâktır. Din zaten bir ahlâk sistemidir; iş ahlâkı, ticaret ahlâkı, idare ahlâkı, ev ahlâkı, eğitim ahlâkı gibi isimlendirilmeler de her sahadaki üstünlüğün ahlâk üstünlüğü ile olacağına işaret etmektedir. Hem insanın kemâli ahlâkının kemâli ile doğru orantılıdır. Herhalde en büyük davanın insanın da en büyük ahlâka sahip olması gerekir.

  1. Kur’an-ı Kerîm’i Beyan Edici, İhtilâf Edilen Şeyleri Açıklayıcı Olması:

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

           “(Onları) açık delillerle ve kitaplarla (gönderdik). Sana da bu zikri (Kur’an-ı Kerîm’i) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve onlar  da  böylece düşünüp öğüt alsınlar.” [6]

Bu Âyet, Kur’an’ın mücmelini tafsil, umumunu tahsis, müşkilini beyan, mutlakını takyidin Peygamber Efendimiz’e verildiğine delildir. Şöyle ki:

a) Mücmelini/özet olanı tafsîl ettiğine/detaylandırdığına misal:

“Namazı kılın ve zekâtı verin”[7] Âyetinde geçen namazın; vakitleri, rekatları ve namazda neyin nasıl okunacağı, zekâtın; verilmesi gerekli olan ve olmayan mallar, zekât miktarı ve zekâta ait nisap miktarı,

b) Umûmî/genel lafızlarını tahsîs ettiğine misal:

“…Geriye kalanları ise -iffetinizi koruyup zinaya sapmaksızın- mallarınızla (nikahlanma yolunu) aramanız size helal kılındı…”[8] Âyetinde geçen “geriye kalanları”nın; “Kadın; halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızı üzerine nikahlanamaz. Bunu yaparsanız akrabalık bağlarını koparmış olursunuz.”[9] olduğu,

c) Müşkil/problem olanı beyan ettiğine misal:

“Fecrin beyaz ipliği, siyah ipliğinden size seçilinceye kadar yiyin için.”[10] Âyetindeki beyaz ve siyah ipliğin, gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğu,

d) Mutlak olanı takyîd ettiğine/sınırladığına misal:

“Hırsızlık eden erkekle hırsızlık eden kadının o kazandıklarına bir karşılık ve Allah tarafından (insanlara) ibret verici bir ceza olmak üzere ellerini kesin!” Âyetindeki kesilecek elin; sağ el ve bilekten olduğu Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından açıklanmıştır.

Bu izahlardan şu anlaşılmaktadır: Sünnet’in, Kur’an’a ihtiyacı Kur’an’ın, Sünnet’e

-anlaşılması açısından- ihtiyacından daha fazladır.[11]

Eğer Kur’an ile Hadîs’in zâhirinde bir zıtlık olursa; Hadîsin tarihi Âyetten sonra ise Hadîs, Kur’an’ın tefsiri kabul edilir ve tercih edilir.

Özet olarak belirtirsek, Kur’an-ı Kerîm’in indirilmesinden maksat; Rasûlullah (s.a.v)’ın insanlara ihtilâf ettikleri dînî bir emri, konuyu beyan etmesi/açıklaması ve mü’minleri Kur’an’ın hidayetinden, irşadından, izahından ve rahmetinden istifade ettirmektir.

  1. Helâl ve Haram Etme Özelliğine Sahip Kılınması:

Allah Teâlâ bu durumu şöyle belirtmiştir:

             “Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçiye, o ümmî Peygamber’e uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder, onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar…” [12]

             “Allah ve Peygamberi bir işe hüküm verdiği zaman mü’min olan erkek ve kadına kendi içlerinde buna aykırı hareket etme muhayyerliği yoktur.”[13]

               “Rabbin hakkı için onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.”[14]

Şüphesiz helâli ve haramı öğreten Allah Teâlâ’dır. Netice itibariyle helâl eden ve haram eden Allah (c.c.)’tır. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerîm ile helâl ve haram ettiği gibi Peygamber’ine öğrettiği hadîsle de helâl ve haram etmektedir.

Bununla ilgili birkaç misal:

Ninenin mirasta altıda bir hakka sahip olması, fıtrın/fitrenin ve vitrin vacip olması, evlenme akdinde şahitlerin gerekli olması, şuf’a hakkının meşrû bir hak olması, âkılenin diyete katılmakla mükellef olması, deniz hayvanlarının ölüsünün yenebilmesi, iki kız kardeşle aynı anda nikâhlı olmanın haram kılınması…gibi.

Ayrıca şu Âyette helal ve haram hükmünü koymanın hem Allah’a hem Peygamber;’e ait olduğunu belirtmek için şöyle buyurulmuştur:

               “Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz! Rasûl’e ve sizden olan ulu’l-emr (idareciler)e itaat ediniz! Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız her hangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürünüz. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir.”[15]

Bu Âyette geçen “Allah’a itaat edin!” emri de, “Rasûl’e itaat edin!” emri de müstakil olarak gelmiştir. Rasûl’e götürmek, Sünnet’e başvurmaktır. Allah’ın öğrettiğinden dolayı Peygamber Efendimiz’in koymuş olduğu hükümler Allah  hükmü gibidir. Bu sebeple Sünnet’in, Allah tarafından emredilmiş olması Âyetin maksadına muhalif değildir. Buna ait delil de şudur:

            “… İşte O Peygamber onlara maruf;u emreder, onları münker;den yasaklar; onlara temiz olan şeyleri helâl kılar ve pis olan şeyleri haram kılar…”[16]

Bu Âyet-i Kerîmede Allah Teâlâ, helâl etme ve haram kılma yetkisini Peygamber Efendimiz’e de vermiştir. Ayrıca, Peygamber ümmî iken kendisine bildirilmeseydi bunları nereden öğrenebilirdi. İşte Âyet-i Kerîme:

            “Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun, onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı, (hakkı) iptal (için gayret) edenler şüphelenirlerdi.”[17]

Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:

             “Şunu kesin olarak biliniz ki bana Kur’an ve onun bir misli daha verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat koltuğunda oturarak: Şu Kur’an’a sarılınız; O’nda helal olarak ne görmüşseniz onu helal kabul ediniz, diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz ki Rasûlullah’ın haram ettiği şey, Allah’ın haram ettiği şey gibidir.”[18]

Demek ki Kur’an dışında; Kur’an’ı açıklayan ve Kur’an’da olmayan hükümleri açıklayan hadîsleri Allah öğretti. Kur’an’ın açıklamasını ve Kur’an’da bulunmayanları Allah (c.c.) öğretti ki “Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”[19] buyurdu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v), ilmî konularda olduğu gibi ihtilaf edilen özel konularda da Allah Teâlâ’nın göstermesiyle hükmetmekte idi. Bu özellik ondan başka kimseye verilmemiştir.

Şu Âyet-i Kerîme de bunu açıkça ifade etmektedir:

           “Şüphesiz; Biz sana Kitabı Allah’ın sana gösterdiği şekilde, insanlar arasında hükmetmen için hak olarak indirdik. Hainlerin bir savunucusu olma!”[20]

İşte bu yüzden Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir:

“Allah’ın bana gösterdiği ile hükmettim, demeyiniz! Çünkü Allah Teâlâ bunu ancak Peygamber’ine has kılmıştır. Bizden birisinin görüşü, reyi zan olur, ilim olmaz.” [21]

  1. Bütün İnsanlara Peygamber Olarak Gönderilmiş Olması:

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

            “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bilmez.”[22]

Bir zamana bir mekâna, bir kavme değil bütün zamanlarda yaşayanlara ve dünyadaki tüm kavimlere gönderilmiştir. Bütün insanların; gencin, çocuğun, ihtiyarın, kadının, erkeğin ve hizmette bulunan herkesin aklına ve ruhuna hitap eden, aklını ve ruhunu doyurabilen, yeterli, kapsamlı bir din, bir hayat numûnesi…

 

[1]–  Nisâ, 4/59

[2] – İsrâ, 17/93

[3]–  Kehf, 18/110

[4] – Fetih, 49/29

[5] – Kalem, 68/4

[6]–  Nahl, 16/44

[7]- Bakara, 2/43

[8]- Nisâ, 4/24

[9]-  Buhârî, Nikâh, 28; Müslim, Nikâh, 35-38

[10]- Bakara, 2/187

[11]- es-Sâlih, Subhi, Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir) s. 237.

[12]-   A’râf ,7/157

 [13]-   Ahzâb, 33/36

 [14]-   Nisâ, 4/65

 [15]-   Nisâ, 4/59

[16]–   A’râf, 7/157

[17]–   Ankebût, 29/48

[18]-   Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlim, 10.

[19]-   Nisâ, 4/80

[20]-   Nisâ, 4/105

[21]–   Râzî , Fahruddîn, Mefâtîhu’l-Ğayb, X1, 33.

[22]–   Sebe’, 34/28