İçeriğe geç
Anasayfa » KURBANA DAİR… İLÂHÎ ZİYAFET GÜNLERİ

KURBANA DAİR… İLÂHÎ ZİYAFET GÜNLERİ

Mülâkat: Ahmet Er

Muhterem Hocam, kurban bayramına yaklaşmaktayız; bu münasebetle kurban kesenlerin, vekâlet yolu ile kestirenlerin dikkat etmesi gereken hususlardan bahsedebilir misiniz?

Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Kurban, şeâir-i İslam’dandır yani İslam’ın dışa yansıyan görüntülerinden bir tanesi de kurban kesmektir. Nasıl ki ezan, şeâir-i İslam’dan ise kurban da onun gibi İslam’ın dışa yansıyan ve görülen yönlerinden bir tanesidir.

Hanefî mezhebimize göre kurban kesmek vaciptir. Diğer mezheplerde sünnettir fakat müekked sünnettir. Yine Hanefî mezhebimizde Kurban Bayramının namazını kılmak da vaciptir. Her ikisi de Kevser Sûresi’ne dayandırılmaktadır. Kevser Sûresi’nde Allah Teâlâ, (فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ) “Rabbin(in rızası) için namaz kıl ve kurban kes.” buyuruyor.

Usûl bakımından bir kaide vardır; bir şeyin sübûtu kat‘î ve delaleti de kat‘i olursa o, farz hükmünde olur. Sübûtu kat‘î fakat delaleti zannî olursa o da vacip sayılır. Az önce zikrettiğimiz âyet-i kerimedeki (فَصَلِّ) “Namaz kıl.” ifadesinin sübûtu kat‘idir. Ama bunun Kurban Bayramı namazı olduğu âyet-i kerîmede belirtilmiyor, buna (وَانْحَرْ) “kurban kes” ifadesi delalet ediyor; dolayısıyla delaleti kat‘î olmadığı için bayram namazı farz değil vacip hükmündedir.

Bayram namazının delaleti kat‘î olmadığı için vacip olduğu gibi (وَانْحَرْ) emr-i ilâhîsinin, (فَصَلِّ) ifadesinden dolayı Kurban Bayramı günü olacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla “Kurban kes”menin de sübûtu kat‘îdir; bu, ayet ile sabittir fakat delaleti kat‘î değil zannîdir. Delaleti zannî olduğu için (وَانْحَرْ) ifadesinden de kurban kesmek anlaşılmaktadır, dolayısıyla o da vaciptir. Her ikisi de yani hem bayram günü bayram namazı kılmak hem de kurban kesmek vaciptir. Kurbanın, Rasûlullah’ın (s.a.v) Medine-i Münevvere’ye hicretlerinin ikinci senesinde meşrû kılındığı ifade edilmektedir.

Kurbanda asıl olan kişinin kendisinin asaleten kesmesidir. İster asaleten olsun isterse vekâleten olsun kurban keserken üç şey dikkate alınır; kurbanlık, kurbanı kesen kişi ve kesme şekli. Bu üç şeye dikkat edilir yani.

Kurban kesen kişinin Müslüman ve mümeyyiz olması lâzımdır. Yani temyiz çağında olmayan bir kimsenin kurban kesmesi caiz değildir; başkası ona vekâleten keser ancak kendisi kesemez. Bunlarla birlikte kurban kesecek kişinin, hafızasını kaybetmemiş olmaması gerekir yani ne söylediğini bilmesi lazımdır. Aynı zamanda, keserken Allah’ın adını zikretmesi lazımdır, sadece Allah’ın adını zikrederek kesmesi gerekiyor. Kurban kesen kimse için bunlar olmazsa olmazlardır.

Bunların yanında, kesen kişi için bir de müstehap olanlar vardır; hayvanı kıbleye karşı yatırmak, hayvana hiçbir türlü eziyet etmemek, bıçağı hayvanın görmeyeceği yerde bileyerek hazır hale getirmek, keserken de rıfk ve yumuşaklıkla, keskin bıçakla besmele çekerek kesmek. Besmele olmazsa olmaz, çünkü âyet-i kerîmede (…وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ)  “Allah’ın adı zikredilmeden kesilenlerden yemeyin.”[1] buyuruluyor. Allah’ın adını zikretmeden kesmek fasıklıktır, Allah’ın adı zikredilmeden kesileni yemek de fasıklıktır. Dolayısıyla besmele olmazsa olmazdır. Besmelenin peşinden tekbir getirmek de müstehaptır veya sünnettir. “Bismillah” dedikten sonra “Allahu Ekber” diyerek kesmek en güzel, en doğru olandır. Yani “Bismillahi Allahu Ekber” der, o şekilde keser. Zira Rasulullah (s.a.v) Efendimiz de öyle yapmıştır. Rasûlullah (s.a.v), “Bismillahi Allahu Ekber” deyip,

‏(اللَّهُمَّ تَقَبَّلْ مِنْ مُحَمَّدٍ وَآلِ مُحَمَّدٍ وَمِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ)‏

“Allahım! Bu kurbanı Muhammed’den, Muhammed’in ailesinden, ümmet-i Muhammed’den (kurban kesmeyenlerin yerine de) kabul eyle.” diye dua buyurduktan sonra kurbanı kesiyordu. Bizlere böyle nakledilmiştir.

Dolayısıyla biz kendimiz keserken, en azından, şöyle diyelim; (اللَّهُمَّ تَقَبَّلْ مِنْ فُلَان وَآلِ فُلاَن ) “Allahım! Bunu filandan ve filanın ailesinden kabul eyle.” Çünkü kurbanlar aile bütünlüğü içinde kesilir. Sadece bir kişiye mahsus değil, aileyi kapsayan bir ibadettir. Şayet ailede ikinci bir zengin varsa o da kesecektir ama bir kişi kesecekse o, hem kendisi adına hem de ailesi adına keser.

Kurbanda önemli olan kan akıtmaktır, yani kesmektir. Kestikten sonraki bölüm bağlayıcı değildir. Bağlayıcı değil derken şunu kastediyoruz; ilk dönemde kurbanlar kesildiğinde Rasûlullah (s.a.v), Medineliler’e hitap ediyor: “Ey Medineliler! Üç günden sonraya et bırakmayacaksınız.” Yani üç gün içerisinde kurban etini tüketeceksiniz; yiyerek veya vererek üç günden fazla evinizde kurban eti bulundurmayacaksınız, diye hitap etti. Tabi sonradan bazı mazeretler dile getirildi; “Ya Rasûlallah! Ailemiz kalabalık, ete ihtiyacımız oluyor. Saklasak nasıl olur?” vs. şeklinde. Şunu da ilave edelim, Efendimiz’in (s.a.v) üç günle kayıtlamasının en önemli hikmeti, Müslümanların tamamına bir bayram ziyafeti genişliği olsun diyeydi. İlk dönemde Müslümanlar daha çok fakirdi. Sonradan insanların maddî imkânları genişledi. Gelen mazeret bildirimleri üzerine de Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurdu; “Ben sizi kurban etlerini üç günden fazla saklamaktan nehyetmiştim. Dikkat ediniz, bundan sonra hem yiyiniz hem dağıtınız hem de sonraya ayırınız.” Nasıl biliyorsanız öyle yapın yani. Dolayısıyla kurban etini, müstehap olan, üçe ayırmaktır. Üçte birini kendi ailesine, üçte birini fakirlere, üçte birini eşe dosta, misafirlerine. Kestikten sonra hepsini derin dondurucuya koysa, kendi ailesi için tutsa bunda da bir sakınca yoktur, bundan dolayı kurbana bir eksiklik gelmez. “Udhiyye” yani Kurban Bayramında kestiğimiz kurbanda asıl olan, kan akıtmaktır; yani Allah rızası için kurban kesmektir. Kestikten sonrası kişinin kendine kalmıştır, dilediği gibi ondan tasarrufta bulunabilir. Ama günümüzde de mutlaka muhtaç aileler vardır, dolayısıyla müstehap olana riayet edilerek kurbanı üçe ayırmak iyi olur. Bu, Rasûlullah’ın (s.a.v) hem uygulamasına hem de tavsiyesine uygun olur. Bunlar da kurban kesen ile alâkalıdır.

Biraz da kurbanlık ile alâkalı meselelerden bahsedelim: Rasûlullah (s.a.v) “Sakın “müsinne” olandan başkasını kesmeyin.” buyuruyor. Müsinne hangisidir; devede beş yaşını doldurup altı yaşına giren,  inekte iki yaşını doldurup üç yaşına giren, koyun ve keçide bir yaşını doldurup iki yaşına girendir. Bunlardan başkasının kesilmesini yasaklıyor Efendimiz (s.a.v). Sadece koyunu istisna ediyor; koyun, eğer altı ayını doldurduysa ve cüsse bakımından da sürüdeki yetişkin olan koyunlardan farklı değilse kurban olur. Bu sadece koyun için böyledir, mesela keçi olmaz.

Dediğimiz gibi, kurbanlıkta aranan özelliklerden bir tanesi hayvanın müsinne olmasıdır. Yani yaş haddini doldurmuş olacaktır ve bu yaş haddi de miladî takvime göre değil hicrî takvime göre hesaplanmalıdır. Mesela miladî takvime göre bir hayvanın iki yaşını doldurmasına on gün on beş gün kalmışsa hicrî takvime göre iki yaşını doldurmuş sayılır. Çünkü iki takvim arasında yaklaşık yirmi gün fark vardır, dolayısıyla miladî takvime göre eksik olsa dahi hicrî takvime göre doldurmuş sayılır, o hayvandan kurban olur. Ama hicrî takvime göre iki seneden bir gün dahi eksik olsa, olmaz.

Kurbanlık hayvanla ilgili başka bir husus; hayvan, kusurlu olmayacaktır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) hayvanlarla alakalı dört tane kusur sayıyor, bunlardan bir tanesi varsa onu kurban olarak kesmeyin, buyuruyor. Bir gözü kör olanı kurban olarak kesmeyin buyuruyor Efendimiz (s.a.v). Bir gözü kör olan kesilmezse iki gözü kör olan hayli hayli kesilmez, demektir. Yani asgarisinden alınıyor. İkinci olarak topal olan ve topallaması açıkça belli olan hayvan zikrediliyor hadîs-i şerîfte. Bu hayvan da kurban olmaz.  Topal hayvan kurban olmazsa ayağı kesik olsa kurban olur mu hiç; olmaz. Hayvanın kulağının kesik olması ve çok zayıf yani kesim yerine gidecek kadar gücü olmaması da hayvanın kurban olarak kesilmesine mani durumlardandır. Bunlara dikkat edilmesi lazım; hayvanın sağlam ve sağlıklı olmasına dikkat etmek lazım.

   Bu saydıklarımız dışında hayvanlarda aranan şartlardan biri de hayvanın, “behîmetü’l-en‘âm” diye, Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen hayvanlardan olmasıdır. Bunlar deve, sığır, camız, koyun ve keçidir. Bunların dışındaki eti yenen hayvanlardan hiçbiri kurban olmaz. Ceylan, geyik vs. ne aklınıza gelirse gelsin kurban olmazlar.

Bir deve veya bir inek tek bir kişi tarafından da kesilebilir, ortaklaşa da kesilebilir. Ortaklaşa en fazla yedi kişi olması caizdir, yediden fazla olmaz. Yedi kişiden fazla olmamak kaydıyla ortaklaşa bir kurban kesilebilir. Deve veya inek çok besili olsa sekiz kişi ortak olabilir mi; olamaz. Deve veya ineği en fazla yedi kişi kesebilir ama yedi kişi bulunmadıysa altı kişi veya beş kişi veya dört kişi üç kişi iki kişi veya tek kişi de kesebilir.

Ama bunda da dikkat edilmesi gereken bir husus var; ortakların hepsinin Müslüman olması lazımdır. Gayr-i Müslim bir kişi ortak olursa hepsinin kurbanını bozar, kurban olmaktan çıkarır. Yine mesela, hepsi Müslüman ama içlerinden biri, “Kurbanımı filan yere verdim, bağışladım fakat ben etlik olarak ortak olayım sizin kurbanınıza.” derse o kurban olmaz. Yani yedi kişiden bir tanesi kâfir olsa veya bir tanesi et niyetiyle ortak olsa yedisinin kurbanı da olmaz diyor, kitaplarımız. Yedi kişi veya daha az kişi olsun, fark etmez, ortak olunduğu takdirde mutlaka ortakların hepsinin Müslüman olması ve sadece kurban kesme niyeti taşıması gerekir, niyetlerinde et veya başka bir şey olmayacaktır.

Buraya kadar saydıklarımız, asaletinde olması gereken şeylerdir. Asalette olması gereken bu hususlar vekâlette de aynen geçerlidir. Vekâleten kurban kesmek caizdir ama vekâleten kesen kişi de asaleten kesen kişi gibi aynen bu şartlara dikkat etmesi lazımdır. Yani az önce kurbanlık, kurbanı kesen kişi ve kesme şekliyle alakalı zikrettiğimiz her bir şarta vekil de riayet etmelidir. Hayvan seçerken; kusursuz olmasına, yaşının uygun olmasına, behîmetü’l-en‘âm dediğimiz hayvanlardan olmasına dikkat etmesi gereklidir. Kurban sahibi kimse Müslümandır, kesiyor, tamam, ama başkasına kestirecekse veya vekili başkasına kestiriyorsa kesen kişi de Müslüman olmalıdır. Yani aslın dikkat etmesi gereken şeylere vekilin de aynen dikkat etmesi gerekir.

Aynı şekilde vekâleten kesen kimse de hayvana yumuşak muamelede bulunmalı, bıçağı hayvanın görmediği bir yerde bilemeye,  hayvanı keserken besmeleyle kesmeye, zikirle yatırıp kesmeye dikkat etmelidir.

   Kurbanlarda ve diğer kesimlerde genel bir şey daha söylemek istiyorum. Çok önemli! Birçokları bunu yanlış uyguluyor, yanlış biliyor: Boyun kemiğinin içindeki sinir sistemi ana hatta bazıları can damarı diyor ve onu kesiyor. Hem kurban için hem de et için kesilen hayvanları keserken dikkat edilmesi gereken en mühim hususlardan bir tanesi burasıdır. Dikkat edin! Hayvanın dört noktası kesilir, bundan fazlasına gidilmez. Fazlası hayvana ekstra bir zahmettir, acı vermektir. Onun için bu dört tanesinin ilerisine gidilmez. Bundan eksik olması da doğru değil. Bunlardan ilki yemek borusu, ikincisi nefes borusu, üç ve dördüncüsü nefes ve yemek borusunda bulunan sağ ve sol iki ana damar, kan damarı yani. Bunlar kesildikten sonra hayvanı bırakmak lazım canı çıkıncaya kadar. Canı çıkmadan yüzmek de doğru değildir. Canının çıkmasını beklemek lazım, ondan sonra yüzmeye başlanır.

 Bu dördünü kestikten sonra bazı kesiciler bilmediği için hayvanı zorluyorlar;  omurgasının içinden geçen ve beyne giden sinir ana sistemini, can damarı diye kesmeye uğraşıyorlar. Fıkıh kitaplarımızda bunu kesmenin mekruh olduğu söylenmektedir. Zâbih, yani kesen kişinin kurban için de olsa et için de olsa hayvanı keserken buna dikkat etmesi lazım. Sinir sistemi vücutta en geç ölen sistemdir. Dokunduğunuz zaman hayvan tepiniyor, çünkü canı çıkmamış, yaşıyor demektir, yoksa o, can damarı olduğu için değildir. Sinir sistemidir, duyarlılığını hala koruyor demektir. Ona dokunup da hayvana ekstra eziyet vermemek gerekiyor. Bu şartlar dâhilinde kurbanı kesmesi asıldır, önemlidir.

Hocam az önce ortaklardan biri et niyetinde olursa, diğer hepsinin niyeti sahih olsa da kurbanın sahih olmayacağını ifade buyurdunuz. Et niyetiyle değil de akîka veya adak niyetiyle ortak olma hususunda ne buyurursunuz?

Olabilir ama onları da dâhil etmemek daha iyi olur. Yani Kurban Bayramı’nda kesilenin sadece udhiyye kurbanı olması tercih edilir. Adak olsun, akika olsun, şükür kurbanı olsun bunları ayrıca müstakil kesmek daha uygun olur.

Vekâlet ile kesimden de bahsettiniz az önce, bu mesele üzerinden sorularımıza devam edelim Hocam. Birine vekâlet vermek için kullanılması gereken belli ifadeler var mıdır? “Seni vekil tayin ettim.” gibi ifadeler yeterli olur mu?

Yeterli olur. Az önce de dediğimiz gibi vekil olan kişi, bu sorumluluğunun bilinci içerisinde, bunu şartlarına uygun bir şekilde kesmesi gerekir. Yani asılın dikkat etmesi gereken her şeye vekil de dikkat edecektir.

 Bu sorunuzun muhtevasında birkaç hususu daha hatırlatalım: Vekil, mutlaka hangi kurbanı kimin adına kestiğini belirlemelidir. Bu türden karışıklıklar hacda da oluyor. Büyük teşkilatlar, organize topluluklar beş bin tane on bin tane kurban topluyor hacılardan. İslam Bankasına yatırıyor parayı, her biri için bir kupon alıyor, beş bin tane kurbanlık için para yatırdıysa beş bin tane kupon alıyor. Sonra kasabı vekil tayin ediyor ama kasap hangi kurbanın kime ait olduğunu bilmiyor. Bu, doğru değildir. Vekil asılın adına kurban kesiyor; asılın kim olduğunu bilmesi, söylemesi gerekir. Yani “Ben bu kurbanı filancanın yerine kesiyorum.” demelidir.

Mesela biz de vekâleten kurban kesiyoruz. Organize yaptığımız hacılar için liste hazırlıyoruz. Farz edin ki yüz kişi var, yüz kişilik liste yapıyoruz. Kurbanlıkları satın aldıktan sonra mutlaka bu listeyle birlikte bir kişi gönderiyoruz. Bu giden kimse mesela, “Ahmet oğlu Mehmet’in kurbanı” diyerek okuyor, kasap ise “Bismillahi Allahu Ekber” diyerek kesiyor. Kesimler bu şekilde devam ediyor. Yani kurbanın kime ait olduğu kesmeden önce ve kesilirken belirli olmalıdır. Buna da dikkat edilmesi gerekiyor. Toptan beş-altı bin tane kurban götür, teslim eyle, kasap gelsin, kessin; böyle olmaz. Kurban sahibi adına kesilmesi lazımdır; kurbanı kesilen her bir kimse ismen zikredilmelidir.

Ortak kesilen kurbanlarda da vekil olarak kesen kimse hissedarların isimlerini tek tek söylemesi gerekir mi?

Tabi sonuçta hissedarlarının adına kesiliyor, kimin olduğu belli olması lazım. Bir inek kesiliyorsa kaç tane ortağı varsa bilinmelidir. Şu inekte, şu şu ortaklar mevcuttur diye bilinmesi, öyle kesilmesi gerekir.

Vekâlet alan kimsenin, vekâleti aldığına dair “Aldım, kabul ettim…” gibi herhangi bir ifade kullanması gerekir mi?

 Şart değil. Yani o işe kendini hazırlamışsa, kabul ettim manasındadır zaten bu. Ama söylese tabi iyi olur “Sizin vekâletinizle ben kurbanınızı kesmeyi kabul ettim.” diye. Ama zaten kendisi o işe hazır durumdadır. Demese de bir sakıncası olmaz.

Kurban, vekâlet vermeden önce kesilirse Hocam…?

Bu, doğru bir uygulama değildir. Ama bir şey söyleyeyim bakın, direkt bununla alakalı değil ama dikkat edilmesi gereken mühim bir mevzu, zikretmekte fayda var:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, kurbanların Kurban Bayramı namazından sonra kesilmesi gerektiğini ifade ediyor. Birisinin namaz kılmadan kestiğini gördü ve ona tekrar kesmesini emretti ve açıklamasında da şöyle buyurdu: “Kim Kurban Bayramı namazı kıldıktan sonra kurbanını keserse o, “nüsük”tür, yani kurban ibadetidir. Kim Kurban Bayramı namazı kılınmadan kurban kesti ise o, ettir, kurban değildir.”

Dolayısıyla şartlara uymak lazım, ne ise ona uymak lazım. Eğer bir kişi kurbanlığını satın almış, ahırına koymuş ama başkası gelip onun kurbanını kesmişse o kimse gasp etmiş sayılır. Fakat “Ben bunu kurbanlık olarak aldım, bunu kendim veya birisi kesecektir.” şeklinde söyler de aileden veya yakınlarından herhangi biri gelip keserse bunda bir sakınca yoktur. Veya sahibi hayvanını bir kimseye bıraksa, o kimse de sahibinin izni (vekâleti) olmaksızın, bayram günü, sahibi adına kesse bunu ödemesi gerekmez, sahibinden kurban yükümlülüğü düşer. Çünkü buna delâlet yoluyla izin vardır. Fakat aslolan, başkasına kestirecekse de namazdan sonra kişinin kendi hayvanın başında bulunmasıdır

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Hazreti Fâtıma Validemize (r.anhâ) hitaben, “Ey Fâtıma! Git, kurbanlığının başında dur. Kurbanın kanı yere damlamadan önce Allah’ın rızasına kavuşur sen de orada hazır bulun.” buyurmuştur. Dolayısıyla kesilirken mümkünse orada hazır bulunması, mümkün değilse vekâlet vermesi lazımdır.

Hocam, şimdi kurbanlıklar için kesim yerleri var. Muhtelif vakıflar, kurumlar, şirketler yapıyor bu işi. Sahipleri sadece vekâleti veriyor, hiçbir işe karışmadan, sadece etlerini alıp evlerine geliyorlar. Hatta gidip alma zahmetinde bile bulunulmadan, kurbanın evlere teslim edildiği de oluyor. Bu durum hakkında ne buyurursunuz; kurbanın hikmetine, ruhuna uygun mudur? Zamanla bunun sebep olacağı başka durumlardan da söz edebilir miyiz?

İmkânlar el verdiği ölçüde kişi ya kendisi kesmeli ya da vekâleten başkasına kestirecekse de yine kurbanının başında bulunmalıdır.  

Yeri gelmişken vekâlet ile kesimlerle alakalı fıkıh kitaplarımızda geçen bir ayrıntıyı da zikredelim: Kasabın yani kurbanı kesen kimsenin ücreti kurban etinden verilmez, bunun dışında bir şey verilir ücret için. Kurban etinden ücret olarak vermek doğru değildir. Kişi kurbanını alır, kestirir, kasabın ücretini önceden vermemişse verir, etini alır götürür. Günümüzde şöyle yapanlar da çok: En başta pazarlık yapılırken her şeyi kesiciye veya kesici firmaya ait olarak söyleniyor; yani kurbanı kesme, temizleme, parçalama ve teslim etme. Farazi olarak söylüyorum, bu şekilde bin liraya anlaşıyorlar; ama bütün giderler bu fiyata dâhil. Eğer etin bütünü geriye gelecekse, birinci dediğimiz olmadığı takdirde, bu da olabilir.

Sizin bu sorunuzla bağlantılı olarak başta söylediğimiz şeye ben biraz açıklık getirmek istiyorum: Demiştim ki; kurban, şeâir-i İslâm’dandır. Yani bir yerde İslâm’ın var olduğunun dışa yansıyan görüntüsüdür, ezan gibi… Bundan dolayı, biz Avrupa’da biliyorsunuz uzun yıllar kaldık, şöyle diyorduk: “Eğer ailede bir tane kurban kesecekseniz bunu bağışlamayın, hayır kuruluşlarına vermeyin; bunu kesin, eve getirin, çocuklarınız ve aileniz, o günün Kurban Bayramı olduğunu hissetsin ve Kurban Bayramının şiarı olan kurbanı kestiğinizi herkes görsün, bilsin. Ondan sonra taksim edin; komşunuza, akrabanıza, varsa fakirlere dağıtın. Ama her ailede bir kurban mutlaka kesilsin.” Birden fazla kurban kesilecekse o zaman ikincisi filan yere gönderilebilir, olabilir, vekâlet verilebilir. Ama ifade ettiğimiz gibi imkânı olan her ev bir kurban kessin; bu, kurban şiarını sürdürmek, o ailede çocukların da görerek bunun bilincine varmasını sağlamak için çok mühimdir.

Yine tekrar edelim; kişinin mümkünse kurbanını kendi bahçesinde yahut komşunun bahçesinde kendi kesmesi veya gidebileceği mesafede ise bizzat kendisi gidip başında bulunacağı şekilde kurbanı kestirip etine sahip olması gerekir. Ama bunlar mümkün değilse, bilhassa bu sene virüsten dolayı insanların bazı çekinceleri var, bu yüzden dikkat edilmesi gerekiyor, belli firmalara kestiriyorsa,  bunda da asalete uygun bir şekilde kesmek kaydıyla eti kesip getirmelerinde cevaz bakımından sakınca yoktur.

Bir de kurbanın, biliyorsunuz, üç gün içerisinde kesilmesi lazım; ilk üç gün, üçüncü gün güneş batıncaya kadar. Bir kişi kurbanlığını aldı diyelim, ama bir mazereti oldu ve kesemedi ise dördüncü gün kesemez. O zaman onu canlı bir şekilde sadaka olarak verir. Veya kurban kesecek kimse, mazereti çıkmış, ilk üç gün kurbanlık satın almamış ve kesememişse onu para olarak fakirlere dağıtır. Ama bunları baştan yapamaz; yani Kurban Bayramında kesim günleri içerisinde, ne kurbanlığı canlı olarak verebilir/sadaka olarak verebilir ne de parasını dağıtabilir. Günleri geçmediği takdirde mutlaka kesmek gerekir. Günü geçtikten sonraya kalırsa, o zaman eğer satın alınmışsa canlı olarak verilir; eğer satın alınmamışsa parası sadaka olarak fakirlere dağıtılır. Bu hususa da dikkat edilmeli.

Hocam az önce bahsi geçti; bazı kimseler kurbanını kendi kesmeyip yardım kuruluşlarına, derneklere, vakıflara veriyorlar/bağışlıyorlar. Bu mesele üzerinde biraz daha durabilir miyiz? Kişinin kendi kesmesi, kendi yemesi, sizin de ifade ettiğiniz gibi evine getirmesi, çocuklarının bunu görmesi, hem muhtaç durumda olan yakın akraba, konu komşusuna kendi dağıtması daha uygun değil midir? Ayrıca yurtdışına gönderilen kurbanları bu bağlamda nasıl değerlendirirsiniz?

Evet, yine biraz önceki söylediklerimizle bağlantı kuralım. Kurban yurtdışına gönderilebilir, bağışlanabilir, hayır kurumları üstlendiği görevleri aslına uygun bir şekilde yaptığı takdirde sakıncası yoktur. Ama yurtiçinde veya yurtdışında bu şiârı yerine getirme imkânı olanların en az bir tane kurbanı evlerinde, hane halkı için kes(tir)mesi daha uygundur. Ailenin bunu görmesi, çevrenin buna şahit olması mühimdir.

Rasûlullah’ın (s.a.v), Veda Haccı’nda, kurbanlık olarak yüz tane deve sürdüğü yani götürdüğü rivayet ediliyor. Mina’da şeytanı taşladıktan sonra bu yüz kurbanın altmış üçünü kendi eliyle kestiği sonra bıçağı başkasına verdiği, Hz. Ali olabilir, yüz deve de kesildikten sonra her kurbandan bir parça alarak kazanlarda pişirttiği ve ondan hem kendisinin hem de ashâb-ı kirâmın yediği, tabiri caizse orada ziyafet verdiği nakledilmektedir sahih kaynaklarda.  Dolayısıyla kurban kesen kişinin kestiği kurbandan hem kendisinin hem de ailesinin az da olsa yararlanması, sünnet-i Nebevîyeye uygun olarak, doğru olanıdır ama uzağa gönderdiğinde bunu yapması mümkün değildir. Fakat bir tane evde kesilirse o bir tane buna kâfi gelir. Bunun haricinde kurbanını hayır kurumları ile fakir topluluklara, milletlere göndermek, oradaki Müslümanlara da el uzatma gibi hayırlı bir hizmet olacağından caizdir. Hayır kurumlarına verilen bu kurbanlar asalete uygun şekilde kesilmelidir. Mesela şöyle olmaz; hayır kurumuna kurbanı para olarak vereyim, o bildiği gibi yapsın… Bu şekilde olmaz. Veya bir hayır kurumu Afrika’ya gitti baktı ki bir köyün halkı çok fakir, evlerinde suları yok; kurban paralarıyla biz buraya su kuyusu açalım, evleri olmayanlara ev yapalım… deseler yine olmaz. Bu işin vekâletini yüklenen kişinin veya kurumun, o kurbanı mutlaka, Kurban Bayramı günü, şartlarına uygun olarak kesmesi gerekir. Canlı olarak tasadduk etmek de caiz değildir, parasını fakirlere dağıtmak da caiz değildir. O paralarla mutlaka kurban kesilmeli, kesildikten sonra da fakirlere dağıtılmalıdır.

Muhterem Hocam bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun. Âmîn. Allah kolaylıklar ihsan eylesin; her ibadette olduğu gibi kurban ibadetini de aslına uygun, sünnete uygun bir şekilde yapmaya hem bizleri hem de bütün Müslüman kardeşlerimizi muvaffak eylesin. Şimdiden bayramınız mübarek olsun.


[1] En‘âm, 6/121.