İçeriğe geç
Anasayfa » KURTULUŞ ÇARESİ PEYGAMBERİMİZ EFENDİMİZ VE GÖNÜL NİYÂZI İSTİĞFARIMIZ

KURTULUŞ ÇARESİ PEYGAMBERİMİZ EFENDİMİZ VE GÖNÜL NİYÂZI İSTİĞFARIMIZ

Şüphesiz karanlıkları aydınlatıp, insanları İslam’ın nûruna kavuşturacak olan Allah’ın Kitabı, Rasûlullah’ın sünneti ve O’nun ahlâkını, sünnet hayatını bize yansıtan güzide ashabının hayatıdır.

Yüce Rabbimiz Kitab-ı Mübîn’inde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

“Allah size, gerçekten bir uyarıcı (Kitap) indirmiştir. İman edip sâlih amel yapanları, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, Allah’ın apaçık âyetlerini okuyan bir de peygamber göndermiştir.”[1]

Nitekim Peygamber Efendimiz dünya menfaatine yenik düşmememiz ve dinimizin hatırını bütün dünyalıklardan önde tutmamız için biz ümmetini şu sözleriyle uyarmaktadır:

“Koyu karanlık gece parçaları gibi fitneler zuhur etmeden önce, sâlih amellere koşunuz.  O bâdire içinde kişi Mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak akşama girer; Mü’min olduğu halde akşamlar, kâfir olarak sabaha çıkar.(Niçin?).

Onlardan her biri dinini dünyanın geçici ve az bir menfaati karşılığında satar da onun için.”[2]

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Mübîn’inde şöyle buyurmaktadır:

“Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, üzerlerine her türlü nimetin kapılarını açıverdik; kendilerine verilenle, sevince daldıkları/şımardıkları sırada da onları ansızın yakalayıverdik, o anda bütün ümitlerini yitirdiler.”[3]

Bu ümmetin, topyekûn köklerini kazıyacak olan felaketlerden kurtuluş çaresi:

  1. Hz Peygamber –sallallâhu aleyhi ve sellem-‘in ümmetin arasında olması.
  2. Ümmetin içinde, hatalarına istiğfar eden Mü’minlerin bulunmasıdır.

Nitekim Resûl-i Ekrem –sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu gerçeği bize şu sözleriyle haber vermektedir:

“Allah Teâlâ bana ümmetim için iki emân/kurtuluş çaresi indirdi. Bunlar şunlardır:

‘Sen onların içinde bulunduğun müddetçe Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfar edip, af diledikleri müddetçe de Allah, onlara azâb edecek değildir.’[4] Ben gidince onların arasında kıyamete kadar istiğfarı bıraktım.”[5]

Şu halde fert ve toplumların kurtuluş çaresi, onların Rablerine duâ ve istiğfarla ilticalarıdır.

Cenab-ı Hakk Mi’raç gecesinde, Habibine “Ey Habibim! Her seven sevgilisine geldiğinde bir hediye ile gelir. Huzuruma hangi şeyle geldin? Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdular:

-Ya Rabbi! İki şey ile geldim ki, Senin hazinende bunlar yoktur. Birisi noksan ibadet, diğeri ümmetimin isyanıdır.

Hiç şüphesiz Rasûlullah Efendimiz ümmeti için yaşadı, ümmetine duâ etti. Onlar için her çeşit çile ve meşakkate katlandı. Hep onları düşündü. Rabbi katında ümmetini hiç unutmadı.

Ebû Zerr –radıyallahu anh- anlatır ki; Rasûlullah –sallallâhu aleyhi ve sellem- bir gece sabaha kadar şu âyet-i celileyi okuyarak ümmetinin bağışlanmasını niyaz etmiştir.[6]

“Eğer onlara azab edersen, şüphesiz onlar Senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen mutlak üstün, yegâne hüküm ve hikmet sahibisin.”[7]

Habîb-i Ekrem –sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin yüzü suyu hürmetine Cenâb-ı Hakk bu ümmeti, geçmiş ümmetlerin uğradığı felâketlerden korumaktadır. Çünkü geçmiş ümmetlerin helâkine sebep olan günahlar bu ümmetin içinde de fazlası ile işlenmekte ve teşvik edilmektedir.

İnsanın kurtuluş ve huzur sebebi hiç şüphesiz tevhid, iman ve İslâm’dır.

Ebedî hüsran, helak ve bunalım sebebi ise şirk, günah ve isyandır.

İnsanı tevhid dîni İslâm’dan mahrum etmek isteyen şeytanın helaki Kelime-i Tevhid ve istiğfarla mümkündür.

Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Kelime-i Tevhid ve istiğfarı bize vasiyet ederek, çokça söylememizi emretmiştir.

Tevbe ve istiğfara devam eden kimsede, can sıkıntısı olmaz, ruh darlığı kalmaz, o kimse manevî kirlerden arınır, vicdanen rahat olur; kalp huzuru ve gönül hoşluğu ile yaşar. Bunun için Peygamberlerin ümmetlerine vasiyeti; Allah’a tevbe ve istiğfar ile yönelmeleri, Rablerine güvenmeleridir. Nitekim Şuayb Aleyhisselam’ın ümmetine tevbe ve istiğfarı emretmesi Kur’ân-ı Kerim’de şöyle haber verilmektedir:

“Rabbinizden mağfiret/bağışlanma dileyin, sonra (günahlarınızdan dolayı) tevbe edip O’na yönelin. Çünkü benim Rabbim, çok merhametlidir ve mümin kullarını çok sevendir. (Tevbe ve istiğfar eden kullarını rahmet ve muhabbetine nail kılar.)”[8]

Bizi Rabbimiz karşısında mahcup duruma düşürecek, Peygamberimizin huzurunda üzecek hata ve kusurlarımızdan, bilmeden yaptıklarımızdan dolayı bağışlanmamızı dilemeli ve tertemiz bir alınla Rabbimize kavuşmak için şu İlahi müjdeye sarılmalıyız:

“De ki: Ey nefislerine zulmetmekte aşırı giden/haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”[9]

Mü’minlere hizmet etmekle görevlendirilen melekler de mü’minlerin bağışlanmalarını Cenâb-ı Hakk’tan şöyle niyâz ederler:

“Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe edip Senin yoluna/İslâm’a uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru.”[10]

Diğer bir âyet-i celîlede ise şöyle buyrulmaktadır:

“Şüphe yok ki Ben, tevbe eden ve îmân edip sâlih amel işleyenleri, sonra da doğru yolda (ölünceye kadar) sebat edenleri elbette çok bağışlayıcıyım.”[11]

Sultan-ı Enbiyâ -aleyhissalatü vesselam- Efendimiz de hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Her kim istiğfara devam ederse, Cenâb-ı Hakk o kimse için her darlıktan bir çıkış yeri, her dert ve kederden bir kurtuluş sebebi ihsan eder ve onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır.”[12]

Hz. Ebu Bekir –radıyallahu anh- kasidesinde buyurur ki:

“Ya İlâhi! Benim halim ne olacak? Hayırlı bir işim yok,

Kötü işlerim çok, tâat azığım azdır.”

 

Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Mübin’inde hiçbir şeyin kaybolmayacağını ve her şeyin hesaba katılacağını bize şöyle haber vermektedir:

“Kim zerre ağırlığınca bir hayır yapmışsa, onu görecek. Kim de zerre ağırlığınca kötülük işlemişse onu görecek.”[13] 

Bu âyet-i celile nâzil olunca Hz. Ebu Bekir (r.a) bizlere örnek olacak şu sözleriyle kendisini hesaba çekmiştir.

“Zerrece şerrin hesabı sorulacak,

Benim halim ne olacak?”

Şu halde kul, isyandan sakınıp, tâat ve ibadete yönelerek kendini Cenab-ı Hakk’a sevdirmeli ve daima O’nun rızasını gözetmelidir. Çünkü Cenâb-ı Allah’ın kulu olana gereken, O’nun bütün emirlerini tereddütsüz yerine getirmek ve bütün yasaklarından itirazsız sakınmaktır.

Merhum Mahir İz Hocamızın, Yılların İzi isimli kitabındaki Hakk’a olan gönül niyazından sonra bize hayat düsturu olacak şu cümlelerini teberrüken alıyoruz:

Tevbe yâ Rabbi hatâ râhına gittiklerime

Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime.

İnanan insanlar için hareket düsturunu şu iki cümlede toplamak istedim:

“Üzerimde başkasının hakkı var mı? Yapacağım iş Hakkın rızasına uyar mı?” Bu düsturu hayatında tatbike muvaffak olan mağfiret ve rahmetle müjdelenen zümreye namzedliğini koymuş olur. Üst tarafı Sahibinin bileceği şeydir…[14]

Îmân ve ibâdetin makbul ve tam olması için, önce tevbe etmek lâzımdır. Allah’a imandan evvel şirk ve küfre tevbe etmek şarttır.[15]

Bir insan hâlisâne tevbe ederse hiç günah işlememiş gibi temizlenir. Nitekim Hadis-i Şerifte:

“Günahından samimi olarak tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.”[16] buyrulmuştur.

Hep beraber Rabbimizin maddî ve manevî nimetlerinin şükrünü edâ etmekten, huzur ve saâdet kaynağı ibâdetlerimizi hakkıyla yerine getirmekten âciz olduğumuzu itiraf ederek kendi nefsimizi hesaba çekelim, günahlardan uzaklaşarak tevbe ve istiğfarımızla Rabbimize yönelelim O’nun şu ilahi müjdesini hatırlayarak bağışlanmamızı dileyelim.

“Allah hem çok tevbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever.”[17]

Allah’ım! Bize lutfettiğin nimetlerini itiraf eder. Hiçbir akıl ve mantığa sığmayan kusur ve günahlarımızı da itiraf ederiz. “Bağışı çok olan sevgili Rabbimiz! Bizi affeyle,  bizi bağışla ve bize merhamet buyur/acı.  Çünkü Sen bizim Mevlâmız (yâr ve yardımcımız)’sın.  Kâfir milletlere karşı bize yardım eyle.”[18]

Hakk’ın lütf u ihsânına karşılık biz kullarının isyanı karşısında tek tesellimiz şu ilahi müjdesidir:

“Habibim kullarıma haber ver ki; şüphesiz Ben çok bağışlayıcıyım, çok merhametliyim.”[19]

Hakkın kelamı Kur’an-ı Kerim’e ve Habib-i Ekrem -aleyhissalatü vesselam- Efendimiz’e sevdalı ümmet olmak, ümmetinin derdiyle dertlenmek, hukukunu gözetmek, gönül niyazı istiğfarımıza devam etmek bizi arındıracak, İlahi azaptan koruyacak ve Rabbimize yaklaştıracatır.

Temiz bir alınla yaşamayı, sonunda da rahmetiyle bağışlanarak Yüce Rabbimiz’in “Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin Cennet’e.”[20] müjdesine muhatap olarak biricik Habîbi Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’sının şefaatine erişmeyi niyaz ederiz.

 

[1] Talâk, 65/10-11.

[2] Ahmed bin Hanbel, Müslim, Tirmizî.

[3] En’âm, 6/44.

[4] Enfâl, 8/33.

[5] Tirmizî, Tefsir, 8/3082.

[6] Nesaî.

[7] Mâide, 5/118.

[8] Hûd, 11/90; bkz. Ekrem DOĞANAY, Huzur ve Saadetin Kaynağı İslam’dır.

[9] Zümer, 39/53.

[10] Mü’min, 40/7.

[11] Tâhâ, 20/82.

[12] Müslim, Ebu Dâvud, Neseî, Tâc Terc. Bekir SADAK, c: 5/478.

[13] Zilzal, 99/7-8.

[14] Yılların izi, Mahir İz.

[15] bkz. Furkan, 25/70; Bakara, 2/256.

[16] İbn-i Mâce, Edeb, 57.

[17] Bakara, 2/222.

[18] bkz. Bakara, 2/286.

[19] Hicr,15/49.

[20] Zümer, 39/73.