Vücûdumuz bakteri, virüs, mantar ve parazitlere karşı her zaman açıktır. Bu mikroorganizmaların hepsi normalde deride, ağızda, solunum yollarında, sindirim kanalında, gözün zarlarında ve hatta idrar yolları dediğimiz üriner kanalda değişen miktarlarda bulunmaktadır.
Bu enfeksiyon etkenlerinin çoğu eğer daha derin dokulara yayılırsa fizyolojik işlevlerin ciddi olarak bozulmasına neden olabilirler. Ayrıca, bu normalde var olanlara ek olarak yüksek oranda enfeksiyon (ciddi hastalıklara sebep olan) diğer bakteri ve virüslerle zaman zaman karşılaşırız ve bunlar boğazımızda yanma, kızarıklık, seyreden; faranjit, bademcik iltihabı dediğimiz tonsilit, akciğer enfeksiyonu dediğimiz pnömoni, bağırsaklarda kanlı isalle seyreden dizanteri, yüksek ateşle seyreden tifo, burusella ve idrar yolu enfeksiyonu…
Yine kalbin zarını tutup; perikardit, kalp kasını etkileyen miyokardit, kalp kapağına yerleşip endokardit, kemik dokuları invaze olup osteomiyolit, beyin dokusuna yayılıp menenjit, ensafalit gibi ciddi, bazen de ölümcül hastalıklara sebep olabilirler.
Vücûdumuz farklı enfeksiyoz ve toksik ajanlarla savaşmak için özel bir sisteme sahiptir. Bu sistem kandaki akyuvarlar ve onlardan kaynaklanan doku hücrelerinden oluşmuştur. Bu hücreler bir arada çalışarak iki yolla hastalıkları önlerler:
1- Yayılımcı bakteri ve virüsleri fagositoz dediğimiz bir nevi yabancı mikroorganizmanın etrafını çevirip bir ağ içine alıp harap ederek,
2- Antikor (mikroorganizmayı etkisiz hale getiren bir salgı) salarak ve duyarlı lenfositler (yabancı ajanı tanıyan direkt onunla etkileşip yok eden bir hücre) oluşturarak önlerler.
Bunların biri ya da ikisiyle birlikte yayılımcıyı harap edebilir ve yayılımı durdurulabilir.
Erişkin bir insanda 1 mm3 kanda ortalama 7.000 kadar akyuvar, 5 milyon alyuvar, 300.000 kadar trombosit vardır.
Akyuvarlar altı çeşittir ve daha çok vücûdun savunma sisteminde görev alırlar. Vücûdumuzun mikroorganizmalardan temizlenmesinden sorumludurlar.
Alyuvarlar ise vücûdumuzdaki milyonlarca hücreye oksijen ve besin maddelerinin taşınması ve o hücrelerdeki atık maddelerin alınıp dışarı atılmasından sorumludurlar. Ortalama yaşam süreleri 120 gündür.
Trombositler (kan pıhtıcıkları): Kanın damar içinde ve kanama anında pıhtılaşmasından sorumludurlar. Ortalama yaşam süreleri 10 gündür.
Konumuz vücûdumuzdan yabancı organizmaların temizlenmesi olduğu için daha çok akyuvarlar ve onların fonksiyonları üzerinde duracağız.
Kemik iliğinde oluşan akyuvarlar, dolaşım sisteminde gerek duyuluncaya kadar ilikte depolanırlar. Ardından ihtiyaç olduğunda çeşitli faktörler bunların serbestleşmesine yol açar. Normalde bütün kanda dolaşanın 3 katı kadar akyuvar ilikte depolanır.
Geçici olarak kanda taşınan az sayıda lenfosit dışında, lenfositlerin çok büyük kısmı lenfoid dokunun çeşitli bölgelerinde depolanır.
Akyuvarların alt grubunu oluşturan nötrofil, eozinofil ve bazofillere, granülositler denir. Bunların ömrü, kemik iliğinden salındıktan sonra normalde dolaşım kanında 4-8 saat ve gereksinim duyulan dokularda 4-5 gündür. Ciddi doku enfeksiyonlarında, bu toplam yaşam süresi genellikle birkaç saate kadar düşer. Çünkü granülositler daha hızlı enfekte bölgeye gider, işlevlerini yerine getirir ve süreç içinde kendi kendilerini yok ederler.
Monositlerin taşınma zamanı da kısadır, kapiller zarlardan dokulara geçmeden önce 10-20 saat kadar dolaşımda kalırlar. Dokularda şişerek genişlerler “doku makrotajları” haline gelmeye başlarlar ve bu formda fagositik işlevleri sırasında yıkılmadıkça aylarca yaşayabilirler. Dokularda enfeksiyonlara karşı sürekli bir savunma sağlarlar.
Lenfositler, lenf düğümleri ve diğer lenfatik dokulardan lenfatik direnaj ile sürekli olarak dolaşıma katılırlar. Daha sonra tekrar tekrar lenf ve kan damarlarına, ardından dokulara dönerler, böylece tüm vücutta lenfositlerin sürekli dolaşımı vardır. Lenfositlerin yaşam süresi vücûdun bu hücrelere gereksinimine göre haftalarca veya aylarca olabilir.
Esas olarak nötrofiller ve doku makrofajleri yayılımcı bakteriler, virüsler ve diğer zedeleyici etkenlerle savaşır ve yok ederler.
Vücûdumuzun herhangi bir yerinde bir doku hasarı, iltihabı, inflamasyon olduğu anda bu bölgeden salınan çok çeşitli kimyasal maddeler hem nötrofillerin hem de makrofajların bu kimyasal madde kaynağına doğru hareketine neden olurlar. Bu olay “kemotaksi” olarak bilinir. Kemotaksik sinyal kapillerden inflamasyonlu bölgeye doğru kalabalık bir akyuvar kitlesini rahatlıkla hareket ettirebilir.
Vücûdumuzun herhangi bir yerinde bir olay nedeniyle doku yaralanması olduğunda yaralanan dokudan, çevredeki yaralanmamış doku da çarpıcı ikinci değişikliklere neden olan çeşitli maddeler salınır. Tüm bu doku değişiklikleri kompleksine “inflamasyon” denir.
İnflamasyon başladıktan sonra dakikalar içinde dokuda var olan makrofajlar deri altı dokulardaki hasarın olduğu bölge neresi ise akciğer, beyin, karaciğer, dalak, her nerede olursa o bölgede yerleşip özellik kazanan makrofajlar, hemen o bölgeye hareket edip foyositik etkilerine başlarlar. Doku yaralanması başladıktan birkaç saat içinde bölge nötrofillerle dolar. Nötrofiller derhal bakterileri öldürüp yabancı oluşumları uzaklaştırıcı temizlik işlevlerine başlamaya hazırdırlar.
Akut ciddi inflamasyon başladıktan sonra birkaç saat içinde kandaki nötrofillerin sayısı dört beş misli artarak, normalde 1 mm3de 4000-5000 iken, 15.000-25.000’e çıkarlar. Bu duruma “nötrofili” denir. Kandaki nötrofil sayısının artması anlamındadır. Eğer inflamasyonlu dokuda uyaran devam ederse kemik iliği bu hücreleri aylarca hatta yıllarca fazla miktarda bazen normalin 20-50 katı oranında üretmeye devam edebilir.
Tek bir nötrofil, kendisi inaktive olup ölmeden önce genellikler 3-20 bakteri fagosite edebilir. Kandan dokulara giren monositlerin son basamak ürünleri olan doku makrofajları nötrofillerden çok daha güçlü fogositoz yapabilirler. Genellikle 100 bakteriyi fagoside edebilecek yetenektedirler.
Nötrofiller ve makrofajlar çok sayıda bakteri ve nekrotik dokuyu yuttuğunda, sonuçta nötrofillerin tamamı, makrofajların da çok büyük olmayan bir kısmı ölür. Günler sonra, inflamasyonlu dokuda içinde değişen miktarlarda nekrotik doku parçaları, ölü nötrofiller, ölü makrofajlar ve doku sıvısı bulunduran bir boşluk oluşur. Bu karışım genellikle püy (irin) olarak bilinir. Enfeksiyon bastırıldıktan sonra, püydeki ölü hücreler ve nekrotik doku günler içinde giderek otolize uğrar ve son ürünler genellikler doku hasarının belirtilerinin çoğu kayboluncaya kadar, çevredeki dokular ve lenf tarafından sindirilir.
Buraya kadar olan kısımda hücrelerin vücûdumuzdaki temizleyici görevlerinden bahsettik.
Diğer yönüyle de insanın bir bedeni bir de ruhu vardır. Bedeni maddî kirlerden, ruhun manevî kirlerden arındırılmalıdır. Temizlik, bedeni; iman, ruhu arındırır. Bir kimse kelime-i şehadet getirip Müslüman olunca, ruhunu şirk ve küfür gibi manevî kirlerden arındırmış; abdest ve boy abdesti alınca da vücûdunu maddî kirlerden temizlemiş olur.
Beden temizliği ile ruh temizliği arasında sıkı bir bağ vardır. Onun için Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Temizlik, imanın yarısıdır.” buyurmuştur. Allah Teala da Peygamber Efendimize gönderdiği ilk ayetlerden birinde: “Elbiseni temiz tut.” diye emretmiştir.
Bedenimizin birtakım hastalıklardan dolayı rahatsızlanması ve sağlığımızı yitirmemiz her zaman mümkündür. Dolayısıyla sağlığımızı muhafaza etmek ve hastalanmamak için nasıl kendimize soğuk ve sıcaktan koruyor, uygun elbiseler giyiniyorsak, kalp hastalılarına karşı daha fazla hassasiyet göstermeliyiz. Çünkü kalp sağlığımız, beden sağlığımızı korumaktan daha zordur ve daha uzun zaman alır.
Kötü duygu ve düşüncelerden kurtulmanın yolu, kalbi korumakla sağlanabilir. Zira günahlar kalbimizi yaralar, parçalar ve bizi tüm güzel duygu ve düşüncelerden uzaklaştırır. Ayette günahların kalbi karalttığı gibi paslandırdığı belirtilmektedir: “Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.”
Tertemiz, pırıl pırıl yaratılan insan, zamanla çevrenin etkisiyle kirlenmeye başlar. Aynanın üzerindeki tozlar zaman aralıklarıyla silinmeyince bir süre sonra cismi göstermez hale geldiği gibi günahlar da kalbi kaplar. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), kalbin günahlarla kirlenmesini şöyle açıklamaktadır: “İnsan, bir günah işlediğinde gönlünde siyah bir nokta belirir. Eğer kişi günaha tövbe eder, pişman olursa o siyahlık gider ,yeri yeniden parlar.”
Mevlamız da bu hususta şöyle buyurmuştur: “O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.”