İçeriğe geç
Anasayfa » MALINA HARAM KARIŞMIŞ KİMSELERLE MUÂMELELERİMİZ NASIL OLMALI?

MALINA HARAM KARIŞMIŞ KİMSELERLE MUÂMELELERİMİZ NASIL OLMALI?

Malının tamamı haram olan veya malına haram karışmış kimselerle münâsebetlerimiz nasıl olmalı? Bu insanlarla alışveriş yapılabilir mi? Davetlerine icabet edilebilir mi? İkramları kabul edilebilir mi? Bu tür soruları bu yazımızda cevaplamaya çalışacağız.

Her şeyden önce şu apaçık hakikati hatırlamamızda fayda vardır:

Bütün mülk Allah’a aittir. Sahip olduğumuz malların hakikî sâhibi, Mâlikü’l-mülk olan Cenâb-ı Zülcelâl’dir. Bizler, Allâh’ın verdiği yetki ile mallarımız üzerinde tasarrufta bulunuruz. Bu sebeple mallarımız üzerinde tasarrufta bulunurken Allah’ın koyduğu sınırlar içerisinde hareket etmemiz gerektiğini unutmamalıyız. Allah Zülcelâl, birbirimizin mallarını haksız yollarla yemeyi bizlere haram kılmıştır. Haramın ve helalin ölçüsünü koyan ise Rabbimiz’dir. Bu ölçüleri bizlere ulaştıran, öğreten ve açıklayan ise Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmdır.

Allah’ın (c.c) bizleri tasarrufa yetkili kıldığı mallar, maddî hayatımızı idâme ettirebilmemiz için bir dayanaktır. Sahip olduğumuz bu mallar, hem ferdî olarak bizlerin hem de içinde yaşadığımız toplumumuzun geçim kaynağıdır:

“Allah’ın, geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı sefihlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.”[1]

“Allah’a ve Resûlüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan infâk edin. İçinizden iman edip de infâk edenler var ya; onlar için büyük bir ecir vardır.”[2]

Mülkiyetimizdeki mallar ne kadar helâl ve temiz olursa rûhen ve bedenen o derece sağlıklı oluruz. Toplumumuz da aynı şekilde madden ve manen sağlıklı olur. Böyle olduğumuz takdirde de Allah Teâlâ yerden ve gökten üzerimize rahmet ve bereket kapılarını açar. Mallarımızın helal oluşu sadece yiyip içtiklerimizin helal oluşuna bağlı değildir. Aynı zamanda kazançlarımızın da helal oluşuna bağlıdır:

“Eğer o memleketlerin halkı iman edip Allah’tan korksalardı elbette üzerlerine yerden ve gökten bereket (kapıları) açardık, fakat onlar yalanladılar biz de onları kazandıkları sebebiyle yakalayıverdik.”[3]

“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Bile bile, insanların bir kısım mallarını haram yollardan yemek için o malları hâkimlere vermeyin.”[4]

“Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret müstesna, birbirinizin mallarını haksız bir şekilde yemeyin ve birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”[5]

Malına haram karışmış kişilerle münâsebet konusunu birkaç başlık altında ele almamız uygun olur:

Birincisi: Malının tamamı haram olan kimselerle münâsebet.

Bir kimsenin kazancının tamamının haram olduğu ve gayr-ı meşrû yollarla kazanıldığı biliniyorsa o kimse ile muâmelede bulunmak ve elindeki malı hangi yolla olursa olsun almak câiz değildir. Ancak bu tür kimselerin malları, sâhibine iade etmek maksadı ile alınabilir. Zira bu malların mülkiyeti ona ait değildir. Haram yollarla elde edilen mal onu edinen kişinin malı kabul edilemez. Bu mal, ya bir şahsa veya vakfa aittir ve derhal ona iade edilmesi gerekir ve bu malı elinde bulunduran şahıs gâsıp hükmündedir. Yahut da kamuya aittir ve derhal beytü’l-mâle yani kamu hazinesine aktarılması gerekir. Eğer böyle bir imkân yoksa fakir fukaraya veya bir hayır cihetine –sevap ummaksızın- sarf edilmelidir. Bu tür kimselerin davetine icabet etmek de uygun değildir. İkram edilen yemeğin kendisi bizzat o haram maldan olacağından onu yemenin haram olduğunu âlimlerimiz söylemektedir.

“Bir kimse helâl kazancından bir sadaka verdiğinde –ki Allah Teâlâ helal (tayyib) olandan başkasını kabul buyurmaz- muhakkak Allah Teâlâ o sadakayı kudretiyle kabul eder. Velev ki o sadaka bir hurma tanesinden ibaret olsun. Bu hurma tanesi Rahmân olan Allah’ın kudret elinde sizden birinizin tayını yahut sütten kesilen deve yavrusunu büyüttüğü gibi büyür hatta dağdan daha büyük olur.”[6]

“Ey İnsanlar! Şüphesiz Allah, Tayyib’dir. Tayyibden (helâl ve temiz olandan) başkasını kabul etmez”[7]

Şayet haram mal ile helal mal birbirine karışmış ise ve bu malları birbirinden ayırt edebilme imkânı varsa helal olan kısmı ile muâmele yapmak helal, haram kısmı ile muamelede bulunmak haramdır.

Fakat kişinin kazancına helal haram karışmış ve bu malları birbirinden ayırt etme imkânı yoksa bu durumda şu dört ihtimal söz konusudur: Ya haram mal, helal olandan fazladır veya eksiktir veya her ikisi eşittir yahut da aradaki oran bilinmemektedir.

Haram olan mal, helalden çok değilse bu durumda o kimseyle teâmül câizdir. Çünkü aslolan kişinin elindeki mala mâlik olmasıdır. O kimsenin elindeki mala sahip olmadığını veya gayr-ı meşrû/haram yollarla mâlik olduğunu iddia etmek için en azından zann-ı gâlip lâzımdır. Böyle bir bilgiye sahip olmadığımıza göre aslolan o kimseyle muameleyi meşrû kabul etmektir. Bu konuda delilsiz şüpheye itibar olunmaz. Ayrıca bu konudaki bir yasaklama, Müslümanların altından kalkamayacakları bir meşakkate ve sıkıntıya sebep olur. Zira bu umûm-ı belvâ kabilinden bir husustur.

Kazancına haram karışmış kimselerin mallarındaki haram oranı helâl olanına galip ise bu durumda o kimseyle teâmül câizdir, lâkin mekruhtur. Bu kerâhetin, zarûrî durumlarda ortadan kalkacağını söyleyen âlimler vardır. Bu zarûret, ticâret vs. yapacak kimse bulmakta sıkıntıya düşmek kabilinden bir zaruret olabilir. Zira Rasûlullâh (s.a.v) ve sahâbe-i kirâmın gayr-ı müslimlerle alışveriş yaptıkları bilinmektedir. Gayr-ı müslimlerin malları ise haramdan hâlî değildir. Fakat helalini haramdan ayırt etme ihtimali bulunmaması ve içinde bulundukları toplumda onlarla alışveriş zarûret hâlini aldığı için onlarla muâmeleye bir yasak getirilmemiştir. Gayrı-ı müslimlerin sâhip oldukları malları nasıl kazandıklarına dair bir araştırmaya gitme veya onlardan bu konuda bilgi istenmesinin zaruretine dair herhangi bir rivâyet de vârid olmamıştır.

Bu tür muâmelelerin mekrûh olma sebebine gelince; dinimiz haram olan muâmelelerden elde edilen kazancın yenmesini haram kılmıştır. Haram-helal karışık malların yenmesi ve bu tür mallarla muâmelede bulunmak şüpheden hâlî değildir. Rasûlullâh (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadır: “Helal bellidir. Haram da bellidir. İkisi arasında insanların çoğunun bilmediği şüpheli olanlar vardır. Kim şüpheli şeylerden uzak durursa dinini ve şerefini muhafaza etmiş olur. Kim ise şüpheli şeylere dalarsa harama dalar …”[8]  Bu sebeple kazancındaki haram, helalinden çok olan kimselerle muâmelede bulunmak içerisinde şüphe barındırmaktadır. Zaruret olmadan böyle bir muâmelede bulunmak -Allah korusun- insanların harama düşmesine sebep olacağı gibi aynı zamanda haram kazanç peşine düşmüş insanları teşvik etmek anlamına geleceğinden haramların yaygınlaşmasına da sebep olur.

Sahabe-i kirâmdan ve tâbiîn ulemâsından, malına haram karışmış kimselerle alışverişi, hediye kabul etmeyi, yemeklerinden yemeyi, davetlerine icâbet etmeyi, tamamen haram kabul edenler olduğu gibi, –aldığı/yediği malın bizzat kendisi haram kısımdan olmamak şartıyla- helâl kabul edenler de vardır.

Bu tür muâmeleleri, yukarıdaki şartlarla helal kabul eden ve bu tür muâmelelere cevaz veren ulemânın görüşlerini, Rasûlullâh’ın (s.a.v) şu hadîs-i şerîfi çerçevesinde anlamak uygun olur kanaatindeyiz: “Kardeşinizin davetine icâbet edin. Şayet davet edildiğiniz ortam hayırlı (Allah’ın razı olduğu) bir ortam ise ne âlâ, aksi takdirde emr bi’l-ma’rûf nehy ani’l-münker vazifenizi yaparsınız.” Yani onlara maruf olanı emreder, münker olanı yasaklarsınız. Bu hadîs-i şerîf tebliğ vazifesinin Müslümanlar üzerinde kıyamete kadar devam edeceğini vurgulamaktadır. Hiç şüphesiz içinde bulunduğumuz toplumda, helal-haram ayrımı bilmeyen veya bilse bile bunu hayatına tatbik etme azim ve kararlılığı göstermeyen insanlar vardır. Bu tür insanlar da her daim davet-i İlâhînin muhataplarıdır. Bizim onlara karşı bu vazifemizi ihmâl etmemiz söz konusu değildir. Bunu yaparken bir yandan onlarla olan irtibatımızı devam ettirmeye ve münasebetlerimizi devam ettirmeye çalışırken öte yandan işledikleri haramlara onay vermeme yükümlülüğümüzü de unutmamalıyız. Bu hassas denge, insanları hakka davet ederken Allah Teâlâ’nın emrettiği hikmetli davranma ve güzel nasihat etme sorumluluğumuzun bir parçası olarak görülmelidir.

Her şeyin doğrusunu en iyi Allah bilir.

* Öğretim Görevlisi, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

Kaynaklar

İbnü’l-Hümâm, Fethu’l Kadîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-1424/2003, 6/17-18.

Hamevî, Ğamzu Uyûni’l-Besâir şerhu Kitâbi’l-Eşbâh ve’n-Nezâir; Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-1405/1985, 1/193.

İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, Dâru’l-Fikr, Beyrut-1415/1995, 4/283.


[1] Nisâ 4/5.

[2] Hadîd 57/7.

[3] A‘râf 7/96.

[4] Bakara 2/188.

[5] Nisâ 4/29.

[6] Müslim, Zekât 19.

[7] Müslim, Zekât 19.

[8] Buharî, İman 39, Büyû‘ 2; Müslim, Müsâkât 107, (1599).