1193/ 1779 senesinde Irak’ın Süleymaniye şehrinde dünyaya geldi. Soyunun baba tarafından Hz. Osman’a ulaştığı rivayet edilir.
Küçük yaşında Kuran-ı Kerim öğrenerek ilmi tahsiline başlayan Bağdadî ilerleyen senelerde ilim ve irfanını artırmak için Süleymaniye’de bulunan Abdulkerim el-Berzenci’nin medresesine gider. Medresenin dışında da bir çok hocadan istifade eder.
Yetişme döneminin 1798’lere kadar devam ettiğini tesbit edebildiğimiz Mevlana Halid’in 1805 yılında çıktığı hac yolculuğu hayatında bir dönüm noktasını oluşturur.
Hac yolculuğunun birinci ayağı olan Medine ziyaretinde Bağdadî zamanının çoğunu Mescid-i Nebevî de geçirir. Orada salih zatlarla görüşen Bağdadî kendini tasavvufî hayata bağlayan hadiseyi şöyle anlatır:
“ Medine’de bulunduğum bir gün hacılar arasında dolaşırken birden, istikamet ve riyazât sahibi olduğu anlaşılan Yemenli, âlim ve âmil bir zatla karşılaştım. Sıradan bir insanın âlim bir zattan nasihat istemesi gibi bir tavır takınarak kendisinden nasihat talep ettim. Pek çok nasihatlerde bulundu ve bana :
“ Mekke’de bulunduğun sürece şeriata ters olsa bile gördüğün hiçbir harekete karşı çıkma.” dedi ve gitti. Hacılarla Medine’den Mekke’ye ulaştım. Yemenli zatın nasihatlerini dâima hatırlamaya gayret ediyordum. Bir cuma günü mescide ilk gelenlere vaat edilen deve kurbanı ecrine nâil olmak için Mescid-i Harama erken geldim.
Kabe’ye karşı oturup delâîl-i şerif okumaya başladım. Bu arada siyah sakallı sıradan biri gibi giyinmiş bir adamın geldiğini ve sırtını Kabe’nin duvarına dayayıp yüzünü bana çevirdiğini gördüm. İçimden bu adam Kabe’ye karşı edeb dışı davranıyor diye düşündüm. Fakat ona hiçbir şey söyleyemedim. Bu sırada bana hitaben:
“Bilmez misin; Allah katında, mümin olan bir kimseye saygı ve hürmet Kabe’ye hürmetten daha önemli ve önceliklidir. Yüzümü sana dönmeme niçin itiraz ediyorsun, Medine’de yapılan nasihati ne çabuk unuttun!”dedi.
Bunun üzerine onun büyük bir velî olduğunu anladım ve hemen ellerine kapandım. Ondan özür dileyerek beni irşad etmesini istedim. O da senin irşadın bu diyarda değildir, deyip eliyle Hindistan taraflarını işaret etti. “ İşaretler sana bu yönden gelecek ve irşadın orada olacaktır.” diyerek sözünü tamamladı.
Bu hadiseler vuku bulunca beni maksuda ulaştıracak mürşidi Mekke ve Medine de bulmaktan ümidimi kestim ve haccın menasikini tamamlayıp Şam’a döndüm. ”
Bu şekilde tasavvufî hayata merhaba diyen Bağdadî 1810 yılında Hindistan’a gider ve orada Şeyh Abdullah Dihlevî’nin hizmetine girer. Seyr-i sülûkünde beş ay gibi kısa bir sürede önemli merhaleler kateden Mevlana Halid hocasından icazet alır.
Halid-i Bağdadî, tasavvufî noktada şeriat kâidelerinden zerre kadar taviz vermez. Zahirî ilimlerde icazet sahibi olmayan kişilere hilafet vermeyen Mevlana Halid’in İstanbul’da vazifelendirdiği halifesinden tavizsiz uymasını istediği prensipler kendisini tanımamız açısından oldukça dikkat çekicidir.
İstanbul’da irşad görevine gidecek kimse;
- Devlet ricâli, vezir ve hakimlerin yanına gidip gelmeyecek onlarla oturup kalkmayacak. Onlarla ülfet ve ünsiyet etmeyecektir.
- Kendi adına veya tekke ve zâviye için devlet adamlarından maaş, aylık veya bağış talep etmeyecek. Bu gibi şeylerden uzak duracak beytu’l mala da el uzatmayacak. Allah’ın fazlına ve keremine güvenecek
- Hanımı üzerine bir başka hanımla evlenmeyecek. Evlenmek istense dahi İstanbul hanımı ile evlenmeyecek zira bu tür evlilikle zevk-ü sefâya dalıp irşad işinden geri kalır.
- Mürid olsun ziyaretçi olsun kimsenin halkla ilgili işlerine karışmayacak aralarına girmeyecek, bazı şeyhlik iddiasında olanların yaptığı gibi kendine gelenlerden tevbe ve inabe parası adıyla hiçbir bağış kabul etmeyecektir.
- Kadınların tekkesine gelip gitmelerine müsaade etmeyecek. Genç ve İslam’ın emir ve yasaklarına gerektiği gibi riâyet etmeyen kadınlar için daha fazla dikkat edecek. Bunlar tarikat için gelseler bile yine dikkatli davranacak. Çünkü şeriatın âdâbına riâyet ve tarikat-ı âliyenin şartlarına yapışmak şeytanın hile ve tuzaklarına düşmemek için şarttır
- Dünya işlerinde kanaat ile iktifa edip devlet büyüklerinin gösterişli hayatına benzer yaşamaktan kaçınacak ve Rasulullah (sav)’in “ Yaşayabileceğin kadar dünyan için, içerisinde kalacağın kadar ahiretin için çalış. Muhtaç olduğun kadar Allah için, ateşin yakıcılığına tahammül ve dayanma gücün kadar cehennem için çalış.” emr-i Nebevîsini hatırdan uzak tutmayacaktır.
İlmî tedrisata özellikle de fıkıh ve hadis ilminin öğrenilmesine ayrı bir ehemmiyet veren Bağdadî keşif ve kerameti irşad faaliyetinin bir parçası olarak görmez. “Gâye ve niyeti sadece keşif ve keramet sahibi olmak olan mürid bu yolda ilerleyemez. Yolda kalır ve matlubuna vuslat bulamaz. Keşf ve keramet sahibi olmaya mübtedîler rağbet eder”. diyerek bu konudaki görüşünü ortaya koyar.
9 haziran 1827 senesinde dâr-ı bekaya irtihal eden Halid-i Bağdadî’nin eserlerinden bazıları şunlardır:
* Divan
* Şerh-i Hadis-i Cibrîl
* Mektubât
* Risaletun fî âdâb-ı zikir li’l mürîdin
* Risale-i Râbıta
* Risaletün fi’t tarîk