İçeriğe geç
Anasayfa » MİHMANDÂR-I NEBÎ EBÛ EYYÛB EL-ENSÂRÎ

MİHMANDÂR-I NEBÎ EBÛ EYYÛB EL-ENSÂRÎ

Yedi asır evvel kaleme alınmış, Tübba‘ Meliki Esad’ın iman nişânesi olan mektubunu Allah Rasûlü’ne (s.a.v) ulaştıran,[1]

Hem anne hem baba tarafından Cenâb-ı Peygamber (s.a.v) ile akrabalığı bulunan,[2]

Hicret sonrasında yedi ay kadar Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) evinde ağırlayarak mihmandâr-ı Nebî ünvanını kazanan,

Sâbikûn-i evvelîn-i Ensâr’dan,[3]

Bedir ehlinden, Rasûlullah’a muhabbetle yoğrulan ve hayatıyla yolumuzu aydınlatacak bir yıldız Ebû Eyyûb el-Ensârî (radiye anhu’l-Bâri)…

***

Hâlid ismindeki bu kutlu sahabî en büyük çocuğuna nisbet olunarak Ebû Eyyûb künyesi ile ve hicret sonrası Medînetü’n-Nebî ismini alacak olan Yesrib şehrindeki ev sahipliği hasebiyle de el-Ensârî diye anılmıştır.

Birinci Akabe biatı sonrası Yesrib’in İslam’la tanışması için Rasûlullah’tan (s.a.v) bir muallim istenmiş ve bu talep üzerine, sonrasında Ebû Eyyûb el-Ensârî ile kardeş ilan edilecek olan Musab bin Umeyr vazifelendirilmiştir. İkinci Akabe biatında bulunan Ebû Eyyûb el-Ensârî anlaşıldığı kadarıyla bu görüşmeden evvel takriben 621 senesinde Müslüman olmuştur.[4]

622 yılında vuku bulan hicret hadisesi esnasında Allah Rasûlü ile kavuşan insanlar artık Rasûlullah’ın (s.a.v) kimin evinde misafir olacağını merak etmekte, daha ziyade de Efendimiz’i kendi evlerinde misafir etmeyi arzu etmekteydiler. Efendimiz (s.a.v), devesi Kasva üzerinde şehre girmiş ve “Ya Rasûlallah! Bize misafir olunuz.” davetlerine karşılık “Deveyi kendi haline bırakınız. Çünkü o emrolunmuştur ve emrolunduğu yere gider, ona yol veriniz.”[5] cevabını vermiştir. Yürüyüş bu minvalde devam ederken deve iki yetime ait olan boş bir arsaya çökmüştür. Kalkmayacağına kanaat getirilmesi üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu alana en yakın evin kime ait olduğunu sormuş ve Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim evim yakındır.”[6] cevabı ile yedi ay kadar sürecek mihmandarlık günleri başlamıştır.

İki katlı küçük bir evi olan Ebû Eyyûb el-Ensârî, Peygamberimiz’i evin üst katında ağırlayarak daha rahat etmesini arzu etmiş ancak Efendimiz nezaket göstererek gelecek misafirlerin çok olacağı ve üst katta kalırsa gelip gidenlerin ev ahalisini rahatsız edebileceğini beyan ederek alt katta kalmasının daha münasip olacağını söylemiştir. Ebû Eyyûb el-Ensârî, kalbi mutmain olmasa da bu kararı emir telakki ederek alt katı Efendimiz (a.s) ve birlikte kalacağı Zeyd bin Hârise (r.a) için hazır etmiş, kendisi de ailesi ile birlikte evin üst katında kalmaya başlamışlardır.[7]

Ebû Eyyûb el-Ensârî ve hanımı evin üst katında kaldıkları bu süreçte Rasûl-i Ekrem Efendimiz’i (s.a.v) rahat ettirmek ve incitmemek için çok hassas davranmışlardır. Öyle ki, Peygamberimizin istirahat vakitlerinde kendi katlarında bulundukları esnada parmak uçlarında gezip ses çıkartmamaya azami gayret sarf etmişlerdir. Hatta bir defasında, biz nasıl olur da Rasûlullah’ın (s.a.v) üst katında geziniriz, diye düşünüp o andan sonra kendi katlarında geçirdikleri vakitlerin çoğunu odanın bir kenarında oturarak geçirmiş ve ihtiyaç dışında gezinmemeye gayret göstermişlerdir.

Bu hususta zikredeceğimiz ve akabinde Efendimiz’in, ailenin ısrarlarını kıramayarak evin üst katına çıkmasına vesile olan hadise ise Ebû Eyyûb el-Ensârî tarafından şöyle anlatılmıştır:

“Biz üst katta Rasûlullah’ı rahatsız ederiz endişesiyle en basit işlerimizde bile çok dikkatli hareket ediyorduk. Derken bir gün nasıl oldu anlamadık ama su dolu kabımız devrildi ve su zemine aktı. Bir anda ne yapacağımızı şaşırdık ve su alt kata sızıp Allah Rasûlü’nü rahatsız edecek diye çok endişelendik. Bu korkuyla hemen tek örtümüz olan yatağın üzerindeki örtüyü suyun üzerine bastırarak sızmasına engel olmaya çalıştık. Bu hadise üzerine dayanamayıp Efendimiz’e tekrar üst kata taşınması için talepte bulunduk ve nihayet kendisi de buna razı oldu.”[8]

Bu mihmandarlık onlara, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (s.a.v) “Allah size hayır ve bereket ihsan eylesin! Saadet içinde hayır ve bolluğa erişin, huzur ve afiyette olun.” duasına mazhar olmayı ihsan eylemiştir.

Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin muhabbetini izhar eden diğer bir hadise ise şöyledir: Peygamber Efendimiz’in (s.a.v), vedâ haccı için sa’y vazifesini yaparken, mübarek sakalının üzerine kendisini rahatsız edebilecek bir tüy düşer. Bunu gören Ebû Eyyûb el-Ensârî koşarak gelir ve o tüyü Efendimiz’in (s.a.v) sakalından alıp Rasûlullah’ı hoşnut etmek ister. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) onun bu davranışından memnun kaldığını ifade ederek kendisine şu şekilde dua eder: “Allah da senden hoşlanmadığın bir şeyi gidersin.”[9]

Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin örnek hayatından kendimize pay çıkarabileceğimiz şu iki hadiseyi de hatırlatmakta fayda olacaktır. Birinci hadise topluma örnek olma mevkiindekilerin sünnet-i seniyeye ittibâ konusunda titiz davranmalarının gerekliliğiyle alakalıdır:

Bir münasebetle Mısır’da bulunan Ebû Eyyûb el-Ensârî, Mısır Valisi Ukbe b. Âmir’in akşam namazını geciktirerek kıldığını görünce kendisine bunun sebebini sormuş ve vazifenin vermiş olduğu meşguliyetten dolayı olduğu cevabını almıştır. Bunun üzerine hepimizin hayatında çokça dikkat etmesi gereken bir ikazda bulunmuştur; “Sen toplumun önde gelen bir kimsesisin, bu yaptığını görenlerin, Rasûl-i Ekrem de (a.s) böyle yapardı, diye düşünmelerinden endişe ederim.”[10]

Ders çıkarmamız gereken ikinci örnek ise ifk hadisesi diye bilinen, Aişe validemizin münafıkların iftirasına maruz kalması karşısında Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin takındığı tavırdır:

Atılan iftiranın iyice yayıldığı sırada Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin hanımı Ümmü Eyyûb kocasına, “Aişe hakkında neler söylenildiğini duydun mu?” deyince, “Evet duydum. Fakat hepsi yalandır, iftiradır, uydurma şeylerdir! Ey Ümmü Eyyûb Sen böyle bir şey yapar mısın?” cevabını verdi. Ümmü Eyyûb “Hayır! Vallahi yapmadım ve yapamam.” deyince Ebû Eyyûb, “Aişe (r.a) senden daha hayırlıdır; o halde o hiç yapmaz. Zira o bütün mü’minlerin annesidir.”[11] diyerek bu tarz hadiseler karşısında bir Müslümana yakışan tavrı net bir şekilde ortaya koymuştur.

Anlatılan bu hadiselerden ibret alıp hatalarımızdan arınabilmek ne büyük bir bahtiyarlık olacaktır.

Efendimiz hayatta iken pek çok gazvede hazır bulunan Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri, Peygamberimiz’in ahirete irtihali sonrasında da şehadet hasreti ile seferlere katılmış ve cihadı hayatının merkezine yerleştirmiştir. Bu hususta verilebilecek en çarpıcı örnek hiç şüphesiz seksen küsur yaşlarında iken İstanbul seferine katılması olacaktır. Peygamberimiz’in (a.s) “Konstantiniyye/İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan; o ordu ne güzel ordudur.”[12] buyurması üzerine hemen her dönemde İstanbul’un fethi arzulanmış ve şehir pek çok kez muhasara altına alınmıştır. Bunların biri de Hz. Muaviye’nin (r.a) halifeliği döneminde gerçekleşen muhasaradır. Rivayetlerde otuz üç sahabînin iştirak ettiği zikredilen bu muhasarada Ebû Eyyûb el-Ensârî de bulunmuştur. Ancak 80 küsur yaşlarında ve hasta olması hasebiyle kılıç kuşanmamış, daha ziyade askerleri teşvik ve cesaretlendirmekle meşgul olmuştur. Bu esnada rahatsızlığının şiddetlenmesi sonucu artık vefatının yaklaştığı çevresinde bulunanlar tarafından da hissedilmiştir.

Bu muhasarada ordunun komutanlığı vazifesini yürüten Yezid b. Muâviye kendisine bu haberin ulaşması üzerine derhal Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin yanına gelerek bir isteği olup olmadığını sormuştur. Bunun üzerine Ebû Eyyûb; “Sizin dünyanıza dair bir isteğim yoktur. Sizden isteğim beni düşman topraklarında gidebileceğiniz en ileri noktaya kadar götürüp orada defnetmenizdir. Zira Rasûlullah’tan ‘Konstantiniyye surlarının dibinde sâlih bir kimse defnolunacaktır.’ buyururken dinlemiştim. Umarım ki o salih kimse ben olayım.” demiş[13] ve çok geçmeden vefat etmiştir.

Vasiyeti üzerine defin hazırlıkları yapılıp cenaze namazı kılındıktan sonra vazifeli askerler tarafından surlara ne kadar yakınlaşılabilirse o kadar ileri gidilip surlara yakın bir noktaya defnedilmiştir.

Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin İstanbul’un fethinde vefat edip dâr-ı bekâya irtihal eden ve İstanbul’a defnedilerek sonrasında da kabri üzerine türbe ve civarına cami inşa edilip günümüze kadar ziyaretgâh ve bizler için bir nur oluşu da çok büyük bir nimettir. Bu büyük sahabînin ülkemizde defnedilmiş olmasının bizim için ne kadar mühim olduğunu Rasûl-i Zî-şân (a.s) Efendimiz’in bir hadis-i şerifinden öğrenmekteyiz: “Ashabımın her biri vefat ettiği belde halkı için kıyamet günü önder ve nur olarak diriltilecektir.”[14] Bu hadis-i şerif üzerine bizlerin de ülkemizde bulunan sahabî efendimize layık olmamız gerekmektedir. Kendisinin bu topraklarda bulunmasının bizler için önemini ifade eden şu dörtlükle yazımızı noktalayalım isterseniz:

Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimet-i Bârî

Civârında Rasûlullah’ın ashâb-ı medet-kârı

Husûsâ ehl-i tevhidin ne şanlı bir sipeh-dârı

Mücâhid fî sebîlillah Ebû Eyyûb el-Ensârî


[1] İbn Kesir, Siretü’n-Nebeviyye, 1/12

[2] Hüseyin Algül, Eyyûb Sultan, DİB Yayınları, 2015, s. 14-15; Mahmud Sami Ramazanoğlu, Ashâb-ı Kiram, Erkam Yayınları, 2008, c.1 s. 15.

[3] Ensar arasında ilk Müslüman olan kimselerden.

[4] Hâkim, Müstedrek, 3/457.

[5] İbn Hişâm, Siyre, 2/112.

[6] Ünal Kılıç, Ebû Eyyûb el-Ensârî (Eyyûb Sultan), TDV Yayınları, 2014, s. 44.

[7] İbn Hişam, Siyre, 2/116.

[8] Ahmed b. Hanbel, 5; 415.

[9] Hâkim, Müstedrek, 3; 462.

[10] İbn Sa‘d, Tabakât, 4/343.

[11] İbn Hişam, 3/347-348.

[12] Ahmed ibn Hanbel, 4/335.

[13] İsmail Lütfi Çakan, Eyüp Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis, İFAV, 2009, s. 11.

[14] Tirmizî, Menâkıb, 59.