İçeriğe geç
Anasayfa » MİRAS TAKSÎMİNDE ADALET

MİRAS TAKSÎMİNDE ADALET

Allah Zülcelâl, kâinata bütün esmâ ve sıfatlarıyla tecellî ettiği gibi adalet sıfatıyla da tecellî buyurmuştur. Biz kullara düşen, Allah Teâlâ’nın maddî âlemde koymuş olduğu adalet sıfatının tecellîsi olan kanun ve ölçüleri tefekkür edip, onları inancımızla bütünleştirmek olduğu gibi,  kulluğumuzu nasıl yaşamamız gerektiğiyle ilgili koyduğu kanun ve ölçüleri de Kitâb-ı İlâhî’sinden öğrenip hayatımıza tatbik etmektir.

Allah Teâlâ’nın maddî âlemdeki adalet tecellîlerini, sınırlı kabiliyetlere sahip olan beşer aklımızla hakkıyla idrak edemeyeceğimiz gibi, manevî hayatımızla ilgili adalet tecellîlerini de beşer aklımızla hakkıyla idrak edemeyiz. Bu noktada bize düşen Allah (c.c)’ın koymuş olduğu ölçülere tam bir teslimiyet göstermek ve bu hususta bizleri yalnız başımıza bırakmadığı için O’na hamd ü senâda bulunmak ve şükürde acziyetimizi itiraf etmektir.

Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri, hayatımızı idâme ettirebilmemiz için koymuş olduğu ahkâmın bütününde ve öldükten sonra geride bıraktığımız mal ve mülkün taksîminde de adaletin tecellî edebilmesi için ince ve hassas ölçüler koymuştur. Bizler, sınırlı beşer idrakimizle hangi akrabamızın bize daha yakın olduğunu ve hangisine ne kadar hisse verilmesi gerektiğini bilemeyiz. Şüphesiz insanoğlunun arzu, istek ve ihtiyaçlarını, eksiklerini ve zaaflarını en iyi bilen onu yaratandır:

“Babalarınız ve oğullarınız; onlardan hangisinin menfaat bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bütün bunlar Allah’ın (her bir akraba için) belirlediği hisselerdir. Şüphe yok ki Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.”[1]

Kur’ân-ı Kerîm’i incelediğimizde Allah Teâlâ’nın miras taksîmi ile ilgili kat’î ve tafsîlatlı hükümler vaz’ ettiğini görmekteyiz. Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in, ilk unutulacak ilimler arasında miras ilminin yer aldığını ifade buyurması sebebiyle, biz mü’minlere düşen vazife miras ilmini unutmamak, Allah’ın koyduğu ölçüleri hayatımıza tatbik etmek ve bizden sonraki nesillere aktarmak olmalıdır. Unutulan ve tatbik edilmeyen bir sünnetin ihyasının, yüz şehid sevabına denk olduğunu[2] göz önünde bulundurduğumuzda Allah’ın hükümlerinden bir hükmün unutulmasına sebep olmanın, buna şahit olmanın vebâlinin büyüklüğünü de daha iyi idrak etmiş oluruz.

Bu yazımızdaki asıl hedefimiz, miras hukukumuzu bütün ayrıntılarıyla anlatmak değil; ana hatlarıyla miras hukukumuzun sistematiğini ve mantığını okuyucularımıza aktarabilmek ve onları bu konuda bilinçlendirmektir. Bu nedenle yazımızda bazı ayrıntılı noktalar ve ihtilaflı meselelere temas edilmeyecektir.

Bir şahıs vefat ettiğinde, eğer geride mal-mülk bırakmış ise bu maldan, evvelâ cenaze masrafları karşılanır. Sonra, borçları varsa onlar ödenir. Ardından, eğer vasiyette bulunmuş ise malının üçte birini geçmeyecek şekilde vasiyeti yerine getirilir. Son olarak, kalan mal mirasçıları arasında taksîm edilir. Miras taksîminde bir sıra takip edilir:

  1. 1. İslâm Hukuku’na göre miras taksiminde, ilk sırada on iki şahıs yer alır. Bunların dördü erkek, sekiz tanesi kadındır. Erkekler: Ölen şahsın babası, dedesi, kocası ve anne bir erkek kardeşidir. Kadınlar: Ölen şahsın karısı, annesi, ninesi (babasının annesi), kızı, oğlunun kızı, öz kız kardeşi, baba bir kız kardeşi, anne bir kız kardeşidir. Bu on iki kişiye ashâb-ı ferâiz Bu şahısların hisseleri belirlidir. Her biri, belirlenen şartları taşıdıklarında öncelikle kendilerine hisseleri verilir. Örneğin; bir erkek vefat ettiğinde çocuğu yoksa ve geride yalnızca karısı kalmış ise karısına terikenin (kalan malın) ¼’ü verilir.
  2. 2. Birinci gruptaki şahıslardan kendilerine hisse düşenler paylarını aldıktan sonra sıra ikinci sıradaki yakınlara gelir. Bu gruptaki şahısların ½, ¼ gibi belirli bir payları yoktur. Sıra kendilerine gelmişse malın geriye kalan kısmını alırlar. Bunlara asabe Bu grup, kendi içerisinde sınıflara ayrılmaktadır.

Birinci sınıf, şu şahıslardan oluşur: Ölenin a) erkek çocukları b) babası, dedesi c) amcaları d) amca çocukları. Bütün bu şahıslar erkektirler ve ölüye erkek vasıtasıyla bağlıdırlar. a grubundan bir şahıs varsa b, c ve d gruplarından birisi asabe olamaz, yani geriye kalan malı alamaz. b grubundan birisi varsa c ve d grubundan birisi asabe olamaz. Örneğin; bir kadın vefat ettiğinde geride kocası ve erkek çocukları kalmışsa; kocası ¼ hissesini alır. Malın geriye kalan ¾’lük kısmı erkek çocuklara kalır.

Baba gibi bazı şahıslar, belirli şartlar dâhilinde hem birinci grupta yer alıp belirli hisselerini alabilirler hem de asabe olarak geriye kalanı alabilirler.

Asabelerin ikinci grubu; aynı yakınlık ve derecede bir erkekle beraber bulunduğunda asabe olan kadınlardır. Bu kadınlar: ölenin kızı, oğlunun kızı, öz kız kardeş, baba bir kız kardeştir. Örneğin; bir kadın vefat ettiğinde geride kocası, bir erkek ve bir kız çocuğu kalmışsa; kocası ¼ hissesini alır. Geriye kalan ¾’lük kısım; iki pay erkek çocuğa bir pay kız çocuğa olacak şekilde paylaştırılır.

Asabenin üçüncü grubunda, başka bir kadın vasıtasıyla asabe olan kadınlar gelir. Bu kadınlar: öz kız kardeş ve baba bir kız kardeştir. Kendilerini asabe yapan kız veya oğlun kızıdır. Örneğin; bir erkek vefat etse geride karısı, bir tane kızı, bir tane oğlunun kızı, bir de öz kız kardeşi kalsa; karısı malın 1/8’ini, kızı ½’sini, oğlunun kızı 1/6’sını alır. Öz kız kardeş ise geriye kalanı alır. Bu meselede öz kız kardeş kız sebebiyle asabe olmuştur.

  1. 3. Birinci gruptaki şahıslar hisselerini aldıktan sonra, ikinci gruptan kimse yoksa kalan mal birinci gruptakiler arasında hisseleri oranında tekrar paylaştırılır. Buna “red” denir. Birinci gruptakilerden yalnızca karı ve kocaya red yapılmaz.
  2. 4. Dördüncü grupta, zevi’l-erhâm denilen akrabalar yer alır. Bunlar, ilk iki grupta yer almayan şahıslardır. İlk üç aşama geçildikten sonra, bu akrabalara sıra gelirse mal onlar arasında belirli bir usûlde taksîm edilir. Ölen şahsın halası, teyzesi, dayısı, kızının oğlu, annesinin babası gibi şahıslar bu grupta yer alır.

Beşinci sırada; nesebi meçhul bir şahsın tarafından “Sen benim efendimsin. Öldüğümde bana mirasçı olursun. Bir cinayet işlersem benim diyetimi ödersin.” şeklinde anlaşma teklif edilen ve bu anlaşmayı kabul eden şahıs (mevle’l-muvâlât) gelir. Nesebi meçhul olan bu kişi vefat etttiğinde, anlaşmayı kabul eden şahıs ona mirasçı olur.

Altıncı sırada; nesebi ölen kişiye nispet edilen fakat ölen kişi tarafından, bu nesep ikrârının tasdîk edilmediği şahıslar yer alır. Örneğin, bir şahsın başka bir şahıs için “Bu benim kardeşimdir.” yani “Nesebi babama aittir.” şeklinde ikrârda bulunması durumunda, baba bu ikrarı tasdîk etmemiş ise kendisi hakkında ikrârda bulunulan şahıs -ilk beş sıradaki şahıslardan birinin bulunmaması durumunda- ölen babaya mirasçı olabilir.

Yedinci sırada; kendisine terikenin üçte birini aşacak şekilde vasiyet yapılmış şahıs gelir. Eğer ilk beş gruptan kimse yoksa malın üçte birini aşan vasiyet yerine getirilir.

Sekizinci ve son sırada beytü’l-mâl yer alır. Yukarda zikredilen şahıslardan hiç biri yoksa bu takdirde, ölen şahsın mirasçısı beytü’l-mâl yani devlet hazinesi olur.

Şunu unutmamak gerekir ki mirasçılar terikeyi -hepsi razı olmak kaydıyla- farklı bir şekilde taksîm etmek isterlerse veya haklarını bir başka mirasçıya devretmek yahut haklarından vaz geçmek isterlerse bunda bir sakınca yoktur. Allahu a’lem…

 

[1] Nisâ, 11.

[2] Bkz. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, V, s. 315; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, VI, s. 339.