İçeriğe geç
Anasayfa » Modern Hayata Muhalefet Yolları

Modern Hayata Muhalefet Yolları

Televizyonun Müslüman hanelerde de başköşeye kurulması düşünce ve hissiyat âlemimizde derin tesirler oluşturdu. Hadiseleri İslam gözüyle, hadis ve Kur’an süzgeciyle değerlendirmeyi terk ettik, âlimlerin sohbetlerinin yerini gazeteci yorumları aldı.

Son asırda dünya düzenini ayakta tutan bir numaralı amil, medya ve propaganda silahlarıdır. İnsan psikolojisinin zaaf noktaları keşfedilip bunların nasıl yönlendirileceği tespit edildiği zamandan beri insanlık, enformasyon
silahı ile sevk ve idare edilmektedir.

Birkaç günlük medya bombardımanı ile bir milleti inandığı fikrin tersine çevirebilmek alelade bir iş haline gelmiştir. Petrole bulanmış bir karabatak resmiyle bir savaş başlatılmakta, bir kasetle siyaset yeni baştan tanzim edilmekte, bir manşetle dostlar düşmana, düşmanlar dosta çevrilebilmektedir.

Batı dünyası uzun zamandan beri böyleydi. İslam dünyası ise silah ve zorbalıkla kontrol altında tutulmaktaydı. Ancak kültürel hegemonyanın daha ucuz ve daha tesirli olması İslam memleketlerinde de bir değişime sebep oldu. Televizyon ve medyanın büyük bir güç olarak buralarda da yerleşmesiyle kültürel işgal kendini göstermeye başladı.

Televizyonun Müslüman hanelerde de başköşeye kurulması düşünce ve hissiyat âlemimizde derin tesirler oluşturdu. Hadiseleri İslam gözüyle, hadis ve Kur’an süzgeciyle değerlendirmeyi terk ettik, âlimlerin sohbetlerinin yerini gazeteci yorumları aldı. Enformasyonun kaynağı batı olduğu için, medya taifesi oradan beslendiği için İslami anlayışla bu sahada yayıncılık, habercilik yapmak nerdeyse mümkün olamadı.

Artık bizim televizyonlarımız onların filmlerini yayınlıyor, onların reklamlarını yapıyor. Onların acılarını anlatıyor, onların dertlerine üzülüyor. Herhangi bir İslami kanal haberlerinde Yemen’den daha çok Belçika’dan bahsedilir. Böylece biz biz olmaktan vazgeçip onlar olma yolunda emeklemeye ya da sürünmeye devam eder olduk.

Irak, Arakan, Suriye, Orta Afrika, Pakistan, Hindistan’da öldürülen yüzlerce Müslümana bir dakika ayrılmamasını ama İngiltere’deki adi cinayet vakasına canlı yayınla bağlanmayı normal görür olduk.

Ancak en garip olanı medyanın bu şekillendirici, kalıba dökücü gücünü Müslüman idarecilerin de keşfetmesi oldu. İslamcı siyaset takip edenler de hatalarını meşrulaştırmak, siyasi hegemonyalarını devam ettirmek için bu silahı kullanmaya başladılar. Krallar, diktatörler ya da seçilmişler televizyon ve gazetenin gücüne sığınıyorlar. Şimdilerde düşman tarifleri siyasi otorite tarafından yapılıyor İslamcı gazeteciler büyük bir gayret ve işgüzarlıkla kaleme sarılıyorlar. Hedef değiştirilip eski düşmanlar dost, eski dostlar yeni düşman ilan edilince aynı gazeteciler yeniden silaha sarılır gibi kaleme sarılıyorlar. Birkaç gün sonra herkes; sokakta, çarşı pazarda yeni düşmana zaten kendilerinin hep düşman olduğunu ispatlamaya çalışırken görülebiliyor.

Böylece hakiki düşman kendini perdeler ardında saklarken biz de bizim adımıza düşünme işini kültür fikir adamı kimliği arkasına sığınmış ortalama zekâ sahibi gazetecilere havale etmiş oluyoruz.

İslami tavır ve anlayış sömürmeye ve sömürülmeye karşıdır. Ekonomik ve kültürel sömürü altındaki bir milletin kurtulabilmesi zihinlerin selamete çıkmasıyla mümkün olabilir. Aklın, zekânın, zihinlerin; prangalardan, işgalden kurtulabilmesinin yollarını Kur’an ve Sünnette arayıp bulmalıyız. Müslüman kafası, mümin feraseti ile düşünmeyi beceremediğimiz müddetçe hakiki hürriyeti tatmak imkânını bulamayacağız.

Kur’an, Hz. Peygamberin görevlerinden birisinin zincirlerimizi kırmak, kaldırıp atmak olduğunu beyan ediyor.1 Bu zincirler zihnimizi esir eden, ruhumuzu boğan alışkanlıklar, adetler, bizi haktan uzaklaştıran her türlü davranış olarak anlaşılabilir. Hz. Peygamber geldiği devirde Mekke halkının, atalarının yanlış yoluna yapışmış, uymuş halini hedef almış; onları tarafsız gözle serbest düşünmeye davet etmişti. Atalarının, babalarının yanlış yolda olamayacağını savunan bu zümre; adet, sabit fikir, çevre baskısı gibi görünmeyen zincirlerle kuşatılmış olduklarının farkında bile değildi. Zihinlerini bu zincirlerden kurtarabilseler iman etmeleri mümkün olabilecekti.

Zamanımızda hür düşünceli bir zihni inşa etmek için neler yapılabileceğinin izlerini ve işaretlerini yine Kur’an’da bulabiliyoruz. Evvelki peygamberler ve ümmetlere hitapların arasında ve iki cihan serverinin sünnetinde bunun sağlam delilleri mevcuttur.

Şimdi, modern sisteme karşı muhalefeti inşa etmek için neler yapabileceğimizi başlıklar halinde ele alalım.

EVLERİMİZ

Rabbimiz, Musa (a.s)’ya “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın…”2 diye emretmişti. Bu, şirk ve küfür toplumunun tecavüz ve ifsadlarından korunmak için bir sığınağa girme manasına gelmektedir. Evlerimiz mümin bir toplumun, yeni bir neslin inşa edileceği merkezler olmalıdır.

Dar’ul- Erkam’da Hz. Peygamberin yaptığı gibi ailenin, müminlerin bir araya gelip sahih bilgi kaynağına müracaat ederek oradan besleneceği, ümitsizliğe kapılmaları halinde heyecanlarını tazeleyeceği, mücadele metotlarını öğreneceği, bir mektep olarak kullanılacak, cemaat şuurunu inşa edecek evler kurmamız icab ediyor.

Zamanımızda camiler ve mescidler dahi bu vazifeleri icra edemiyor. Cami kürsüleri, devletlerin siyasetinden masun kalamıyor. Cami önleri, çayhaneleri; televizyon, gazete, dedikodu kazanlarının işgalinde. İlmi sohbet ve hadis dersleri cami cemaatinin alakasını cezbedemiyor. Ezanla girilen camiden selamla birlikte kaçılıyor. Evlerde ise durum pek vahimdir. Televizyonun başköşeye kurulması yetmiyormuş gibi gözler internette, eller telefonda, kulaklar müzikte. Birbiriyle yüz yüze irtibat kuramayan bir nesil var şimdi.

Evler gün boyu süren bozuk enformasyondan arınacağımız, boşalan gönlümüzü Kur’an, zikir, vird, tesbihat ve gece ibadetleri ile dolduracağımız mekânlar haline getirilmeli. Evlerimiz ilim ve irşad için âlimlerin sohbete geldiği, dostların toplanıp birbirlerinin yüzlerine baktığı meclisler olmalı. Böylece kültür işgali altındaki cadde ve sokaklara karşı ilk sığınağımızı inşa etmiş oluruz.

NAMAZLARIMIZ

Namaz, insanı fahşadan alıkoyar. İnsan, namaz ile gün boyu kendini meşgul etmiş ve malayaniden uzaklaşmış olur. İkame edilmiş bir “salât”, ruhu günde beş kere bir nehir misali temizleyip arındırır. Ancak bizim namazlarımız bunları sağlamaktan uzak görünüyor. Cuma günleri camileri dolduran milyonlar hutbe dinlerken bir yandan da cep telefonlarında sosyal medya hesaplarını takip edebiliyor, o da olmazsa azıcık kestirebiliyorlar. Vicdanlarımızı, bu haftanın günahlarını da kapattık; temize çıktık diye rahatlatacak bir namaz değil bahsettiğimiz. Öyle bir namaz ki “Ah! Ben bunlarla nasıl huzuruna gelebildim Rabbim?” diyerek işlediğimiz hataları itiraf ettirecek bir namaz.

Ezan okununca “İşte bıraktım, geldim Rabbim” diye koştuğumuz namaz, zincirlerimizi söküp atar birer birer. Arızalardan kurtulup tabii haline dönmüş olur kul. Her gün beş kere hesap veren muhasebeci gibi hata yapmaz artık âdemoğlu.

RAMAZANIMIZ

Namaz ve nafile oruçlar, arızaları fert planında tamir ederken Ramazan orucu ise toplumsal çapta bir temizlik ve tasfiyeye vesile olmaktadır. Mahalle baskısı diye söylenen bir durumdur adeta Ramazan. Hayırlı işlere birbirimizi teşvik ettiğimiz, şerleri ise “Bari Ramazan’da yapma!” diye uzaklaştırdığımız bir mevsimdir bu mübarek ay. Eğer idrak edilebilirse ailenin, mahallenin el ele cennet yatırımları yapabileceği bereketli günlerdir. Ama oruçlar uykuda, teravihler televizyon başında geçirilince; bayramda da denize, dağa tatile gidilince bir şey değişmemiş oluyor dünyaya bakışımızda. Hâlbuki bir ay, insan kendini ibadete verip günahlardan kaçabilse, nefsini gemleyebilse otuz gün ve gece hayatına çekidüzen vermeyi başarmış olurdu. Orucun ayrı ayrı onar gün değil de peş peşe gelen bir aylık yorucu, zorlu bir oruç olmasının hikmeti budur.

İTİKÂFIMIZ

Orucun yaptırmak istediklerini zirveye taşıyan bir ibadettir itikâf. Yirmi gün oruçla, namazla, teravihle itikâfın provasını yapar insan. Ramazan’ın son on günü ise mescidde malayani her şeyden uzak bir şekilde, dünyanın gereksiz haberlerini duymak ve yorumlamak ve bu havadislere sevinmek veya üzülmek mecburiyeti olmadan geçirilir. Kur’an okunur, hadis ve tefsir kitapları mütalaa edilir. Zikir, tevhid ve tesbihle vakit geçirilir. “Onlar ayakta iken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yeryüzünün yaratılışı hakkında kafa yorarlar ve derler ki “Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın, sen münezzehsin, bizi cehennem azabından koru.”3 ayetinin muhatabı olarak tefekkür ve tezekkür edilir. Ayakta, otururken ve yatarken işte kurtuluş sırrımız burada. Zaten insan bu üç halden biri üzeredir. Yani hayatın her anını Rabbin istediği gibi yaşayacak bir anlayışa ulaşmak. İşte unutulan, unutturulan bir sünnet olarak itikâf; zihnimizi televizyon, internet, gazete, radyo, reklamlar, sinema, alış veriş, kredi kartı, banka, döviz fiyatları, ev, arsa, lüks, moda, kültür, müzik, araba, uçak, özenti, rahat yatak işgallerinden kurtarabilecek; Kur’an’ın ışığında hürriyete, serbest düşünceye kavuşturabilecek bomba tesirinde bir ibadettir. Tasavvuf kültüründeki erbain çıkarmak, çile çıkarmak bu kabildendir. Çilehaneler vasıtasıyla sağlam, kavi Müslümanlar yetiştirilebiliyordu. Şimdilerde insanı nefsin arzu ve isteklerinden kurtarabilecek bir eğitim sistemi mevcut değildir. Müslüman için bugün en mühim kurtuluş dayanaklarından biridir itikâf; ihya edilmeli, diriltilmelidir.

SERİYYELER YAHUT KAMPLAR

Aleyhissalatü vesselam Efendimizin Medine döneminde askeri amaçlı küçük birlikleri keşif mahiyetinde sefere gönderdiği, bazen de bunlara komuta ettiği malumdur. Yaklaşık elli kadar seriyye çıkarıldığı bilinmektedir. Aynı şey savaş ve büyük seferler için söylenebilirse de seriyyelere katılan sahabi sayısının otuz ila elli kişi kadar olması onların Rasûlullah ile temaslarının çok yakın olmasını icab ettirdiği için seriyyeler, mevzumuz açısından daha çok önem arz etmektedir. Efendimizin rehberliğinde, devamlı onun emir ve talimatlarını bekleyerek, geceleyin çöl soğuğunda bir ateşin etrafında mübarek sözlerini dinleyerek, onunla yan yana at sürerken oluşan samimiyete binaen sualler sorarak geçirilen bir – iki gün; sahabi efendilerimizi dünyanın bugüne göre çok daha az olan istila ve hücumlarından korurken, onları vahiy iklimiyle buluşturup yeniliyor, arındırıyordu. Bugün dahi gençlerimizi bir hafta gibi müddetler için kamplara almak ve onlara yirmi dört saati Müslümanca yaşayabilecekleri imkânlar sunmak lazımdır. Teheccüd namazı ile başlanılacak bir gün; sabah namazı, zikir, kuşluk namazı, sohbet, dersler, cemaatle namaz, birlikte iftar şeklinde devam etmeli; İslam kardeşliğinin ve fedakârlığın öğretildiği faaliyetlerle tamamlanmalıdır. Her Müslüman gencin en az senede bir defa bu tecrübeyi yaşaması icab eder.

İLİM MECLİSLERİMİZ

Haftada bir defa dahi olsa âlimlerle, salihlerle, iyilerle mülaki olabilmek; ayarlarımızı düzeltmeyi, kafamızı dolduran sorulara cevap bulabilmeyi kolaylaştırır. Paslanan kalplerimizi cilalamak imkânını bahşedebilir. Buralar entelektüel konuşmaların yapıldığı, siyasi hadiselerin yorumlandığı meclisler değildir. Bilakis Kur’an, tefsir ve hadis derslerinin icra edildiği huzur veren mescidlerdir. Hitamında veya evvelinde cemaatle namaz olmayan, zikirle, Kur’an’la tatlanmayan bereketsiz meclisler; huzuru alır, götürür.

Görüldüğü üzere İslam’ın her bir emri bir hikmete mebni olarak bildirilmiştir. Bize düşen ise bu hikmetleri anlamak ve o gayeye göre bir hayat inşa etmektir. Günahlar her cepheyi sarsa da İslam her zaman kendimizi muhafaza ve müdafaa edeceğimiz yolları göstermektedir. i

1             A’râf, 7/157

2             Yunus, 10/87

3             Âl-i İmrân, 3/191