İçeriğe geç
Anasayfa » MODERNİTENİN KISKACINDA HAYATI YAVAŞLATMAK

MODERNİTENİN KISKACINDA HAYATI YAVAŞLATMAK

Modernite, acelesi olan insanların meydana getirdiği bir yaşama şeklidir. Sahip olunan ilerlemeci tarih anlayışının bir yansıması olarak geleceğe en yakın olanı en gelişmiş nesil olarak konumlandıran zihin daha ileri gitmek ile sürat arasında bir bağ kurmuştur. Buna göre, ideallerin daha öteye taşınması yetmez, idealler daha öteye daha hızlı taşınmalıdır.

Belki de modern insanın sürati bu kadar çok sevmesi ve onu daha da ileri taşıma isteğinin “Muhakkak ki insan çok acelecidir.”[1] ilâhî fermanında ifade edilen insan tabiatının bu tarafına hoş gelmesiyle de bir irtibatı vardır. Ancak her ne kadar insan tabiatına hoş gelse de süratin onu huzura ne denli eriştireceği bir muamma olarak karşımızda durmaktadır. Zira tabiatına hoş gelen süratin yanında bu süratin getirisi olan “daha hızlı”, “daha ileri” gibi belirsiz hedefler aslında tabiatının iştiyakla yöneleceği türden değildir. Çünkü elde edilen hızın bir getirisi olan belirli bir “daha iyi”, daha süratli olunursa başka bir “daha iyi” ile egale edilebileceğinden insan bu durumda “daha hızlı” ile “daha iyi” arasındaki belirsiz çarka mahkûm edilmiş olacaktır. Daha da kötüsü, insan bu çarkta olduğu/olmayı kabullendiği sürece orada bulunmak mecburiyetinde olup olmadığını sorgulamaya ne takat ne de fırsat bulabilecektir. Halbuki o çark bir dursa ya da bir an kendisini oradan dışarı atsa aklı ona niçin orada bulunduğu sorusunu zaten yöneltecektir. Bu soruları sormaya başlamasıyla en nihayetinde kendisi ve içinde yaşadığı alemin asıl gayesinin ne olduğunu araştırmaya koyulacaktır.

Bu bağlamda verilen cevapları bir araya getirince kendisini ve bir bütün olarak âlemi var eden Cenâb-ı Allah’ın da burada bize söylediği bir şeyler olduğunu öğrenir. Bu sözleri diğerlerinden ayırt eden en önemli vasfı herhalde hem bizden öncesi hem bizden sonrasından, hülasa sonsuzluktan bahsediyor oluşudur. İlâhî hitap, insanın bu dünyada özlemini çektiği ve daha hızlı olmakla erişebileceği zehabına kapıldığı sonsuzluğun ölüm ile başladığını bildirir bize. Sonlu olan bu hayata dair de mütekâmil bir kanunlar sistemi koyar önümüze. Bu hitap, insana doğum ile ölüm arasını kapsayan süreçte her anlamda nasıl davranması gerektiğini öğretirken bunun sonucunda ölümden öncesinde de sonrasında da gerçek mutluluğa ulaştırmayı vaad eder. Bunların yalnızca havada kalan kuru laflar olmadığını o hitaba boyun eğen herkesin hayatıyla ispat ettiği ise insaflı ve sabırlı bir arayış içine girene ayan beyan olur. İlâhî hitabın bütününün hayatın tamamına nasıl aksettiğini anlatmanın hem bu satırları kaleme alana hem de satırlara sığamayacak kadar geniş ve tafsilatlı olduğu aşikârdır. O sebeple sadece birkaç noktaya dikkatlerin çekilmesi ile konu izah edilmeye çalışılacaktır.

Aslında modern hayatın insanı içine çekmeye çalıştığı sürat çarkından kurtulmasının en pratik çareleri de yine ilâhî hitabın kendisinde yer almaktadır. Bunların en dikkat çekici olanlarından biri de dinde yer alan sıla-i rahim vurgusu olsa gerektir. İnsana kökenini gösteren birer sembol olan başta anne baba ve bütün akrabaları ileriye doğru amaçsızca koşan insanın geriye dönüp bakmasının en somut vesilesidir. İnsan içinde bulunduğu hengameden başını kaldırıp bir akrabası ile irtibat kurduğunda belirsiz gelecekten uzaklaştığı gibi bir başlangıç noktası olan geçmişine bir adım yaklaşmış olur. Hem haddi zatında hem de çevresi itibariyle varlığında başkasına muhtaç olduğunu idrak eden insan tek tek kayıp gidenlerini de gördükçe bu idrakini hayatın sonlu olduğu bilinci ile daha da pekiştirir. Akrabasına ihsanda bulunmasının Rabbinin bir emri olduğunu hatırladığında ise bu eylemi en büyük anlamına kavuşmuş olur.

İnsanın doğal çevresi olan akrabası ile ilişkisinde olduğu gibi bütün mevcudat ile olan alakasında da din, insana ideal olanı göstererek onun sürat çarkından çıkmasını sağlar. Artık bu dünyada kıyasıya peşinden koştuğu maddeler ile olan ilişkisinin, hayatının yalnızca bir parçası ve merhalesi olduğunu anlar. Bir de bütün amaçların ve gayelerin tek bir manaya hizmetkar kılınabildiğine mutmain olursa işte gönlü o zaman ferahlar. Acele etmekten yorgun düşen ruhu ve bedeni felaha erer. Acele de etse yavaş da gitse menziline ulaşacağından şüphesi olmadığı için yese düşmez, tedirgin olmaz. Çünkü yolculuğunun bu dünyadan ibaret olmayıp sonsuz olduğunu bilene yürümek de aynıdır koşmak da. Halbuki hayatını acele ile idame ettireceğini zanneden modern dünyanın insanı hayatı çoğu zaman doğum ile ölüm arasındaki merhaleye sıkıştırmıştır. Bir de bu yetmezmiş gibi sonlu hayatını haddi zatında sonsuz ama belirsiz, daha da önemlisi yersiz bir gayeye mahkûm eylemiştir.

Tabi tüm bu ifadeler insan için ideal olanın nemelazımcı, miskin, tembel, uyuşuk bir profil olduğu anlamına gelmez. Ayrıca yapılan işte her zaman en iyisini yapan olmanın, atiklik ve çevikliğin yerildiği manasına hiç gelmez. Bilakis çalışıyor, işliyor olmak için mutlaka, her daim hızlı, daha hızlı olmak gerekmediği manasına gelir.

Ne mutlu şu meşhur beyitte ifade edildiği gibi kulluk gayesini fark edip teennî ile menziline varmayı bilenlere:

Tîz-i reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır,    

Erişir menzil-i maksûduna aheste giden.        

Muvaffakiyet yalnızca yüce Allah’tandır.


* Arş. Gör., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi.

[1] İsrâ, 17/11.