Hiçbir şey bilmez, eli ayağı işe yaramaz, konuşamaz, söyleneni anlamaz olarak doğduk. Hiçbir şey bilmiyorduk. Bilgi dolu bir âleme bilgiye, öğrenmeye müsait; ama kara cahil olarak geldik. Allah (cc) diledi ve dilediği gibi de bizi yarattı. Gözümüzü açtığımızda önümüzde sayılamayacak kadar çok öğrenilecek şey gördük. Elimizden tutan, bizi yönlendiren biri olmasa, yoğunluktan ürküp aklımızı kaçırabilirdik. Allah bizi yaratmayı dilediği gibi, bize bu uçsuz bucaksız âlemde, bilinçli yürümeyi, ürkmeden, hazmede ede yürümeyi sağlayacak sistemi de kurdu. Kimi doğal kimi yetiştirilmiş muallimler bulduk karşımızda.
Annemiz doğal bir öğretmenimizdi. Elimizi kullanmayı, ağlamayı, gülmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, kaşık tutmayı, ihtiyaç gidermeyi öğretti bize. En zor günlerimizde, en önemli şeyleri öğrendik ondan. Yoktuk; var olurken o tuttu elimizden. Babamızı bile o tanıttı bize. Bu dededir, bu teyzedir, dedi; insanları, soyumuzu tanıdık. Tutma, dediğini tutmadık, tut dediğini tuttuk; acıyı tatlıyı öğrendik, iyiyi kötüyü bildik.
O, anne idi. Anneliği, yaratılmışların en doğalı idi.
O, muallimdi. Muallimliği, muallimlerin en doğal haliydi.
Ne ücret talep etti, ne yoruldu. Bir gün taliminde geç kalmadı. Sanki biz ona değil de o bize muhtaçtı! Biz nazlandık, şımardık, o bozulmadı. Biz bıktık, o bıkmadı. Yıllar bizi eskitti, o ise bizi doğurduğu günkü kadar ciddi ve istikrarlı oldu.
İşte bunun için anne, en doğal muallimdir. Bunun için anne mücahiddir. Bunun için annenin ayakları altına cennet kondu. Bir et parçasından, bilgili, kültürlü, edepli, işe yarar bir ‘insan’ yetiştirmekle o, ünvanın her çeşidini hak etmiştir.
Doğal muallimimiz anne, bizi, mesleği talim olan muallimlere teslim etti. Onlar da üzerimizde çalışıp, yoruldular. Kimi ücret talep etti, kimi teşekkür bekledi, kimi de insan olmanın gereği olarak en onurlu işi yaptı. İnsan yetiştirdi.
Teknolojiden sanata, dine kadar; bildiğimiz, görüp kullandığımız, yararlandığımız ne varsa tamamı, muallimlerin yetiştirdiklerinin ürünüdür. Bir et parçası olarak yaratılan herkes eğitildi. Eğitilmenin sonucu olarak ‘birileri’ oldu. Herkes, mualliminin verdiğiyle bir yerlere geldi. Yükseldi veya düştü. Talim ve muallim dindir, insandır. Din ve insan, muallimlerle ayakta kalır.
Rasûlullah (sav) en üst seviyede eğitim gördü, öyle oldu. O, en iyi eğitim görmüş biri olarak sahâbîleri yetiştirdi. Sahâbîler, en iyinin talebeleri olarak diyar diyar dolaşıp büyük bir nesil yetiştirdiler. Ezan okunan, Kur’ân okunan her karış toprakta onların izi vardır. Onlar bu âlemi terk edeli asırlar oldu. Ama vesile oldukları ezanlar susmadı.
Onlar gitti, eserleri ebedî kaldı
Her şey insan içindir. İnsan da en zor olandır. En üst makamlarla, en alt seviyeler arasında gelip giden insanı yetiştirmek de en zor işi yapmaktır. İnsan doğuran ve insan yetiştirenler hem en zor olanı yapmakta hem de başka bir yolla yapılması mümkün olmayanı yapmaktadırlar. Allah Teâlâ’nın en şerefli mahlûku insana yapılan en önemli yatırım, o insanın kendisi üzerinden olabileceğine göre, insan eğiten muallim en değerli olanı yapmaktadır.
Muallim, insanlık kadar değerlidir.
Muallim, talim ettiği ne olursa olsun annedir; ete ve kemiğe ruh giydiren ikinci bir annedir.
Muallim, hilkate en yakın mesleğin sahibidir.
Muallim, evinde oturup yese içse de tatile gidip dinlense de işi bitip yorganı altında uyuyor olsa da eğitip hayata ve dine kazandırdıkları onu unutsalar da mücahiddir. Onun cihadı, cihad ve mücahid üreten bir cihaddır. Onun kalemi kılıçtan güçlüdür.
Muallim tam bir mücahiddir. O kendini bilmese de takdir edilmiyor olsa da o, cihad halindedir.
Muallimin göğsü geniştir
Göğsü geniş olduğu için, kendisiyle soy ve kan bağı olmayanların doğurduklarını da bağrına basar. Âdem’in çocuğu olduktan sonra bütün çocukları kendisinin bilir. Basit nesneler üzerinden hesabı olmaz. İnsanlık ve din, onun yegâne gayesidir. Ne köylüdür ne şehirli. Ne gençtir ne yaşlı. Ne erkektir ne kadın. Ne beyazdır ne siyah. Ülkesi, toprağı yoktur. Yazı kışı olmaz. Ağır bir kış ortasında sürekli bahar neşesi yaşar. İçi ağlarken yüzü güler, yokken verir. Tam bir insandır. Âdem’in çocukları onun göğsündedir. Bağrına basa basa öyle kalabalık olur ki onun yüreği, bir gün olsun kendisini düşünmeye mecâl bulamaz.
Ümmet kafalıdır
Emanetin büyüklüğünü hiç unutmaz. Önündeki insanın aslını ve nereye kadar uzanacağını düşünür. Günübirlik hesapları olmaz. Yöresel asla değildir. Milyarları tek başına kucaklamaya aday bir yiğittir o. Mesleğinden karnını doyurur; fakat kafası karnında yaşamaz. Önündeki bir kişinin, asırlar sonra kaç olacağını iyi tahmin etmeye çalışır. Bunun için de hesapları kendi üzerinden değil ümmeti üzerindendir. Ümmeti yorgunken o dinlenmez. Ümmeti ayakta iken o oturmayı düşünmez. Ümmetinin izzetini kendi izzeti, zilletini de kendi zilleti bilir.
Kudüs’ü tarihi bir şehir olarak görmez. Mekke, Medine ve Kudüs nelerin karşılığıdır, onu iyi bilir. Dost tanır, düşman tanır.
İhlâslıdır
Bilir ki Allah için olmayan hiçbir işin kalıcılığı yoktur. Allah (cc) sadece kendisi için yapılan işlere değer vermektedir. Gerisi, toprağın üzerinde değerli, altında hiç değeri olmayan şeylerdir. Bu yüzden de gece gündüz uğraşırken, Rabbinin rızası peşinde koşar. Alkışlara da kamçılara da aldırmaz. Kalabalıkların alkışı ile protestosu onun nazarında aynıdır.
Bu düşüncelerinde de samimidir. İhlâsın edebiyatı ile de meşgul olmaz. Gece muhasebeye çektiğinde kendisini, en ağır suçlardan aranan biri gibi ezilir, büzülür. Sokaklarda kaybolup giden bir gencin sorumlusu olarak arandığını düşünür. Bir saat fazla mesâim olsaydı belki de niceleri kurtulacaktı, diye hayıflanır.
Gündüz olup mesâiye başlayınca yeni bir dünya kurar kafasında. Geçmişteki elemlere takılıp kalmaz. Başardıklarıyla da yetinmez. Cennetten önce, tatmin olmaz bir heyecanın peşindedir o. Rabbim razı olsun da gerisi önemli değil, diyerek her gün yeni bir aşkla onu kuşatır.
İhlâs, onun karakteri olduğu için, birle bine aynı gözle bakar. Kalabalık yerine kalite peşindedir. Bir kişinin kurtulmasını, üzerinde güneş ışıklarının yayıldığı her şeyden daha değerli görür. Sürümden değil, niyetten kazanır.
İmâmları Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anhtır
O, tek başına gittiği Yesrib’de, bir medeniyetin temellerini atan davetçi! O, onlarca yıl birbiriyle savaşan iki kabileyi İslâm’la şereflendiren davetçi! Kendisini öldürmeye gelenlere Kur’ân okuyup, kalplerinin hidâyete açılmasına vesile olan muallim! Muallimlerin imâmı odur.
Bir medeniyetin temellerini tek başına attıktan sonra, hiçbir maddî menfaat görmeden, bir şehâdete razı olup bu dünyadan ayrılan Mus’ab! Allah (cc) ondan razı olsun. Muallimlik nedir, muallimin ektiğinden neler biçilebilir, sorularının en güzel misali odur.
İmâmı Mus’ab olduğu için, önüne oturttuğu bir çocuğu, çocuk olarak görmez. Onu, yarın Mekke fethinde görev alacak bir mücahid olarak görür. ‘Atını denize sürsen peşinden geliriz yâ Rasûlellah!’ diyen Sa’d (ra) gibi görür her bir öğrencisini.
İmâmı Mus’ab olduğu için, hareketlerine, konuşmalarına çok dikkat eder. Meleklerin izlediğini bildiği için kalbine, öğrencileri izlediği için bedenine dikkat eder. Sözlerinden çok davranışlarının etkili olduğunu iyi bilir.
Kur’ân ehlidir
Onu okur, ona davet eder. Onunla yön bulur. Onunla teselli olur. Onun bir âyetine dünyaları değişmez. Dertlenmeye görsün, Kur’ân’a sarılır. Onunla enerjisini yeniler. Kur’ân’da hikâyeleri anlatılan sabır âbidelerinden kendisine dersler çıkarır. Nûh (as) nasıl Nûh oldu, Mûsâ (as) nasıl Mûsâ oldu, onu anlar. Kur’ân ona hem teselli hem enerji olur.