İçeriğe geç

Muhalefet Anlayışı

  1. Muhalefet Ne Demektir?

Karşı koyma, engel olma gibi manalara gelen muhalefet kelimesi, daha ziyade siyasî iktidara karşı mücadele etme olarak anlaşılmakta ve algılanmaktadır. Ayrıca muhalefet, istişarelerde veya ilmî bir konuda farklı düşünceleri naklî ve aklî delillerle dile getirmektir.

Bu sahada ilm-i hılaf ortaya çıkmıştır ki; mezheplerin karşılaştırılmasını konu edinen, ilmî münazara ve münakaşaların yapıldığı bir ilim dalı ve bu alanda yazılan kitapların ortak adıdır. Bu sahadaki muhalefeti yani hılafı Seyyid Şerif Cürcânî şöyle tarif etmiştir:

“Hakkı ortaya çıkarmak veya batılı iptal etmek için birbirine zıt iki taraf arasında cereyan eden münâzaadır/çekişmedir.”

Niyet, yol ve usûl; güzel, faydalı ve sahih ise muhalefet de güzel, faydalı ve sahihtir. Niyet bâtıl ise söz hak da olsa netice batıl olur. Sıffin Savaşı’nda Haricîlerin yaptıklarına karşılık Hz. Ali’nin “Söz hak, niyet batıldır.” şeklinde cevap vermesi gibi. Niyet hak, söz batıl ise netice yine batıl olur. Niyeti bir hakkı ortaya çıkarmak olan bir ilim ehlinin, icma olan bir konuda, herkesin reddettiği bir delili serdederek kendine göre hükümde bulunması gibi. Hem niyet hem serdedilen deliller hem de usûl hakka uygun ise hakikat tecelli eder. Müctehidlerin, icmaya muhalif düşmeden Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle usûlüne uygun olacak şekilde sağlam deliller serdederek farklı ictihadlarda bulunmaları gibi. Bir zaman gelir ki bu fikre, bu farklılığa ve bu çıkan neticeye ihtiyaç olur.

  1. Muhalefet Edilecek İnsan Çeşitleri

Öncelikle ve özellikle zikredilmesi gerekir ki; dinin muhalefet ettiği küfür ve şirke muhalefet etmek imanın gereğidir. Çünkü küfrü ve şirki kabul etmek küfürdür. Elbette küfre karşı koymak da iman gereğidir.

Dinin küfür ve şirk demediği fakat bidat saydığı düşünceleri ortaya koyan kimselere muhalefet etmek sünneti kabul etmenin gereğidir. Bidat, sünneti kaldırıp yerine sünnet gibi yerleştirilen şeydir. Bu bidatin de küfür, haram, mekruh, caiz ve vacip olanları vardır. Küfür olan bidat, İslam sistemini kaldırıp onun yerine küfür ve şirk sistemi koymaktır. İslam’ın yerine koymadan İslam dışı bir sistemin muhtevasında uygulanması haram olanları almak, haram; mekruh olanları almak mekruh; caiz olanı koymak da caiz olan bidattir. Sünneti kaldırmayıp sünneti takviye için konulan tefsir, hadis, fıkıh, usûl vs. gibi ilimlerin tedvini vacip olan bidattir.

İctihada ehil olmayan kimselere muhalefet etmek işleri ehline verme emrine imtisalin gereğidir. Bir şeyi, maksadın dışına koymaya zulüm denir. Allah ise her türlü zulmü yasaklamıştır.

İctihada ehil olmayan kimseleri körü körüne taklit edenlere muhalefet etmek taklidi reddetmenin ve tahkike yönelmenin gereğidir.

  1. c) Her Şeye Muhalefet Etmek

Her yanlışa muhalefet etmek, hakikati aramanın ve hakikate tabi olmanın gereğidir.

Doğru-yanlış ayrımı gözetmeksizin her söylenene muhalefet etmek ise hastalıktır. Bu durum, ya sadece kendisini hak ehli görmekten veya kendi nefsine esir olmuş akıldan yahut da cehlini bilmeyen bir kimsenin kendisini ilim ehli olarak görmesinden kaynaklanır. Bunun çaresi sırasıyla kalb-i selîm, akl-ı selîm ve zevk-i selîm sahibi olmaktır. Kalb-i selîm, iman ve terbiye ile elde edilir. Akl-ı selîm, doğru bilgi ve doğru usûl ile elde edilir. Zevk-i selîm ise nefsini aklına, aklını da imanına tabi kılmakla elde edilir.

  1. d) Hiç Muhalefet Etmemenin Zararları

Doğru-yanlış her şeyi kabul etmek taklitçilerin işidir. Bu ise elbette kınanan özelliktir.

Abdullah bin Mes’ûd (r.a.): “Hiçbiriniz din hususunda başka birini taklit etmesin. Çünkü eğer taklit ettiği kimse iman ederse o da iman eder, taklit ettiği kimse küfre giderse o da küfre gitmiş olur.” demiştir.

Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) “Mukallid/taklitçi kimdir?” sorusuna şöyle cevap vermiştir:

“O, “Ben halkla beraberim; onlar doğru yola giderse ben de giderim. Sapıtırlarsa ben de sapıtırım.” der. Dikkat edin! İnsanlar küfre giderlerse kendinizi küfre götürmemeye çalışın.”1

Şu da bir gerçektir ki Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minleri iki kısma ayırmıştır: Avam ve havas. Avam, müctehid olmayan herkes; havas, müctehid olan kimselerdir. Avam, havassa yani müctehidlere müracaat etmekle emrolunmuşlar; müctehidler ise Allah’a yani Kur’ân-ı Kerîm’e ve Rasûlullah’a yani Sünnet’e müracaat etmekle emrolunmuşlardır. Bu taklid bilerek ehline uymak manasında olan takliddir ki kınanan değil övülen takliddir.

Tebeu’t-tâbiînden Ubeydullah b. El-Hasene’l-Anberî ile ilgili, talebesi olan Abdurrahman b. Mehdî şöyle demiştir: “Bir cenazede idik, Ona bir soru sordum. Soruya, yanlış cevap verdi. Ben de “Allah sana iyilik versin, bu böyle değil ki. Bu konuda hüküm şöyle şöyle.” dedim. Üstad bir an başını önüne eğdi, sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Ey çocuk! Sen doğru söyledin, ben senin sözüne dönüyorum. Gerçekten bana, hakta kuyruk olmam batılda baş olmamdan daha sevimlidir.”2

Bu soran kimse belli seviyede bir kimse; ayrıca belli başlı ölçüyü de biliyor ki çok net olan bir konuda söylenen yanlışı anladı ve usûlünce muhalefet etti. Demek ki mü’min bellibaşlı ölçüyü bilmesi gerekir ki kimse onu saptıramasın. Çünkü ölçüyü kavrayan daima gelişir; ölçüyü kavramayan daima değişir. Sorulan zat, âlim de olsa yanılabilir. İlim ve irfan, insaf ve izan sahibi kimse kendisini masum görmeyen kimsedir. Eğer o zat yanlışta inat etseydi belki batıl bir mezhebin başı olacaktı. Ama doğru olan tavrı sergiledi, hakta kuyruk olmayı batılda baş olmaya tercih etti. İşte övülen avam ve övülmeye layık havas örneği.

  1. e) İstişare Heyetinde Muhalefet

Faydalı ve verimli bir istişare için doğru bir metod takip etmek; istişare öncesi, anı ve sonrası takip edilmesi gerekli adabı gözetmek; fikre ve karara muhalefet eden kimselere gereken şeyleri ve ihtilafın çözüm yollarını göstermek gerekir.

  1. İstişarede Takip Edilecek Metot

İstişare esnasında insanın sahip olduğu birtakım kişisel özellikleri, istişare edilecek konunun vasıfları, ilim ve idare geleneği ile alakası bulunan çeşitli metotlar takip edilmelidir:

1) İstişare eden, istişare edilenlere yumuşak, nazik ve cömert davranmalıdır,

2) Amaçları mücerret olarak kendi arzu ve isteklerini ifade eden iradelerini göstermek olmamalıdır.

3) Amaçları genel menfaat ve faydayı araştırmak, kararlarını ilâhî hükme uygun düşecek şekilde tayin etmek olmalıdır.

4) İstişare ilâhî iradeyi temsil edecek şekilde gerçekleşmelidir. Zira mücerret manada bir beşer iradesinin kıymeti yoktur.

5) Birinci planda amaç ilmî bir yöntemle hakkı araştırmak olmalıdır.

6) İstişare öncesi ticarî, hukukî, dinî, siyasî danışmanların raporları ortaya konmalıdır.

7) Dinî bir konuda önce kitap, sünnet, icma, kıyasa başvurulmalı sonra istişâre yapılmalıdır.

8) İstişareye katılan kimseler, konularında uzman olmalıdırlar.

9) İstişare, İslam’ın yasakladığı yalan, hile, ikrah, rüşvet gibi konular üzerine kurulu olmamalıdır. Zira ayette şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûl’e hainlik etmeyin, bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz”3

10) Şûrada Allah rızası için görüşünü savunan kimselerin bu görüşleri taassupla savunulmadığı veya reddedilmediği sürece, çoğunluğun görüşü doğrudur.

Çoğunluğun görüşü doğrudur diyenlerin delilleri:

“Allah’ın eli cemaatin üzerindedir.”4

“Kim tâatten çıkar ve cemaatten ayrılır da ölürse câhiliyet ölümü ile ölür.”5

“Şüphesiz Allah sizi şu üç özellikten korudu: Peygamberinizin sizin aleyhinizde dua ederek hepinizin birden helak olmasından, ehl-i bâtılın (her yerde ve her konuda) ehl-i hakka üstün gelmesinden ve sizin sapıklık üzerine birleşmenizden.”6

11) Görüşü kabul edilmeyen azınlık, çoğunluğun görüşünü uygulamaya koyacakların başında yer almalıdır. Üstelik uygulamada bu görüşü çoğunluk gibi savunmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, zırhını ilk giyen kimse olarak Uhud’a çıkması gibi. Zaten şu iki ayet-i kerimede: “Rasûl’ün size verdiğini alın, sizi nehyettiğinden de sakının”7

“Andolsun ki Rasûlullah’ta sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel örnek(ler) vardır.”8 diye geçmektedir.

  1. Müşavere Öncesinde, Müşavere Anında ve Müşavere Sonrasında Takip Edilecek Adab

Müşaverede hedefe ulaşmak için takip edilmesi gereken adab kuralları genel hatlarıyla şöyledir:

  1. a) Danışmanların raporlarıyla birlikte alternatifler tespit edilmeli.
  2. b) Ehil insanlar ihtisas ve takva sahibi olmalı.
  3. c) Fikri kabul edilen üzülmeli, reddedilen ise sevinmeli.
  4. d) Karara muhalefet eden kararı ilk uygulayan olmalı.
  5. e) Neticeyi tevekkül ile karşılamalı.
  6. f) Kadere razı olmalı, ibretler almalıdır.

Kethüdâzâde Mehmed Ârif Efendi, talebelerine şu 3 altın öğüdü verir:

  1. Düşünceler daima saygıdeğer hakikatlerden zerrelerdir. Hiçbir düşünceyi toptan reddetmeyeceksiniz
  2. Hiçbir varlığın ve fikrin sadece kendinizde olduğunu iddia etmeyeceksiniz
  3. Yerlerine daha tatmin edicisini ve faydalısını yerleştirinceye kadar kurulmuş, yerleşmiş hiçbir âdet ve geleneği bozmaya ve yıkmaya çalışmayacaksınız.
  4. d) Karara Muhalefet Edenlere Gereken Şeyler

Mü’min için gereken, Hz. Peygamber (s.a.v)’e uymaktır. Hz. Peygamber, Uhud Savaşı için meydan muharebesi olmasın müdafaa harbi olsun fikrinde idi. Bedir Savaşı’na katılamayan gençler ise meydan muharebesi fikrinde idi. Rasûlullah Efendimiz kendi fikrine muhalif olan meydan muharebesi fikrini çoğunluğun görüşü olduğu için kabul etti ve bunda karar kılındı. İstişare neticesinde alınan karara muhalefet edenin yapması gerekeni, karara ilk uyan olma sünnetini, ortaya koymak için Rasûlullah Efendimiz hemen zırhını giydi ve çıktı.

Eğer Hz. Peygamber (s.a.v) karara uymasaydı, ihtilaf neticesi parçalanma olacak, düşmanlarla değil birbirleriyle savaş başlayacaktı. İşte Hz. Peygamber karara ilk uyan kişi olmakla bütün bu olumsuzlukların önüne geçmiş oldu. Böylece muhalif olanın, alınan karara ilk uyan kimse olması konusunda bir sünnet ortaya koymuş oldu.

Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyurmuştu:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulû’l-emre (âlimlere ve âmirlere) de.  Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilâfa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Rasûle arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”9

Allah’a arz etmek yani müracaat etmek, Kur’ân-ı Kerîm’e müracaat etmektir. Rasûl’e müracaat da hadis-i şeriflere müracaat etmektir. Dünyada ve ahirette ebedî huzur isteyen mümin, Hz. Peygamber’i mutlak lider kabul etmenin ifadesi olarak Hz. Peygamber’i örnek alıp izlemelidir.

  1. e) İhtilafın Çözüm Yolları

İstişarede hakkında konuşulacak konuların bütün detayları önceden bilinmeli ve bilgiler toplantıya katılmadan önce katılımcılara bildirilmelidir. Böylece düşünme zamanı tanınmış olur. Zira isabetli fikir beyanı, isabetli bilgi ile temin edilebilir. İstişare anı, istişare çalışması değil; istişare toplantısı olmalıdır. Karar aşamasından önce bütün çalışmalar bitirilmelidir. Bilgi birliği olmadan fikir birliği olmaz. Fikir birliği olmadan karar birliği olmaz. Karar birliği olmadan da hareket birliği olmaz.

İstişare esnasında münakaşa değil; müzakere, fikir beyanı ve fikrî mütalaa yapılmalıdır. Münakaşa yasaklanmış ama ilmî müzakereler ise övülmüştür.

Sırf ihtilaf için fikir serdetmek caiz değildir. Fakat konuya çok yönlü bakmayı temin edecek bir ihtilaf, zenginliktir ve faydalıdır da. Aykırı fikirler, nefisten değil; bilgiden, akıldan ve tecrübeden kaynaklanmalıdır. Herkes kendi aykırı fikrini, kardeşinin aykırı fikrine kurban edebilmelidir. İstişare esnasında bütün teklifler kabul edilir ve listelenir. Fikirlerin serbestçe açıklanması desteklenir. Ortaya atılan fikirlerle ilgili olarak hiçbir yorum ve tenkit yapılmamalı, fikirler sorgulanmamalı, yargılanmamalıdır. Hatta konuya değişik yönlerden bakılması için teşvik edilmelidir. Bütün fikirler ortaya konuncaya kadar tekliflerin ortaya konması devam etmelidir.

Toplantıda en büyük görev toplantı başkanına düşmektedir. Başkan, adeta orkestra şefi gibi toplantıyı idare etmeli; gündem maddelerinin dışına çıkıldığı zaman ikaz etmeli, konuşmayanları cesaretlendirmeli, konuyu aşırı uzatanlara kısa tutmasını tavsiye etmeli, toplantının kırıcı tartışmalara dönüşmesini engellemeli, herkese âdil davranmalıdır. Bununla beraber âmir gibi değil; arkadaş gibi hareket etmeye dikkat etmelidir.

İstişarede hür bir ortam olmalıdır. Herkes fikrini korkmadan, utanmadan, çekinmeden ortaya koymalıdır. Aynı zamanda muhatapların fikrini gizlemelerine sebep olacak durumlardan uzak durulmalıdır.

Toplantı başkanı veya yetkili şahıslar, mümkün mertebe en son konuşmalıdırlar. Çünkü toplantıya katılanlar orijinal düşünceleri, teklifleri olsa bile, onlara muhalefet etmekten çekinerek fikir beyan etmeyebilirler.

Hiç kimse kendi fikrini kabul ettirmek için ısrar etmemelidir. Fikrini söylemeli, müdafaa ve isbat etmeli, fakat zorlamamalıdır. İstişarede fikri kabul edilmeyenler kırılmak, gücenmek, küsmek, kızmak ve kin gütmek gibi bir tavra gitmemelidirler.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v), Uhud Savaşı öncesi istişare yapmış, kendi görüşüne muhalif sahabilerin görüşünü kabul etmiştir. Hz. Ömer (r.a.) de bir meselede kendine itiraz eden kadının sözünü kabul etmiş, kendi görüşünden vazgeçmiştir. Bu olgunluğu istişaredeki her fert gösterebilmeli ve “Ben böyle düşünüyorum, fakat yanlış olabilir.” veya “Benim söylediğim yanlış, arkadaşımın söylediği isabetlidir.” diyebilmelidir. Önemli olan “benim fikrim” değil, genelin menfaati adına “bizim fikrimiz” olmalıdır.

Ortaya konulan fikirler tenkit edilirken şahıs değil, fikir tenkit edilmelidir. Şahsa yönelik tenkit, istişarenin sıhhatini bozar; şeytanın devreye girmesine sebep olabilir.

Toplantıda aykırı veya uç fikirler olabilir. Fakat bu fikirleri dile getirenler -genel prensiplere aykırı olmamak şartıyla- fikirlerinden dolayı yargılanmamalıdır. Her fikir toplantıda bir zenginlik olarak değerlendirilmelidir.

İstişarede bir fikir çok güzel olabilir. Fakat fikrin güzelliğinden ziyade uygulanabilir olması daha mühimdir. Bir fikrin mümkün olması ayrı, uygulanabilir olması ayrıdır. Bazı şahıslar çok iyimserdirler ve her şeyin iyi tarafını görürler. Bazıları da tam tersine karamsardırlar ve her şeyin kötü tarafını görürler.

Bir karar alınacağı zaman, istişaredeki şahıslar renklerin tamamını görmeye çalışmalıdırlar. Ne yalnızca tozpembe tablolar çizmeli ve görmeli, ne de karamsar olunmalıdır. Alınacak kararın muhtemel neticelerinin iyi-kötü bütün yönleri masaya yatırılmalı; bu aşamada gerçekçi ve dengeli olunmalıdır. Tozpembe tablo hoşumuza gidebilir veya karamsar tablolar bizi rahatsız edebilir; fakat önemli olan bizim bir şeyden hoşlanmamız veya rahatsız olmamız değildir. Önemli olan, gerçekçi bir bakış açısıyla renkler arasındaki azlığı/çokluğu ve dengeyi doğru bir şekilde görebilmek ve bunun neticesinde de sağlıklı bir çözüm ortaya koyabilmektir.

İstişare, isabetli görüşü bulmak için en mühim yoldur. Fakat bazı durumlar istişareyi istişare olmaktan çıkarır. Kendi görüşünü çok beğenen şahıslar, bazen istişare kurallarını çiğneyerek ısrarla görüşünü gruba kabul ettirmeye çalışır. Kendi fikrine muhalif görüşleri dinlemez, dinlese de onları sudan bahanelerle reddederler. Hatta bazen kendi fikrine muhalif olanlara kızar, onları tahkir eder ve cahillikle suçlarlar. Fikri kabul edilmediği zaman gücenir; fikri kabul edilince de bir zafer kazanmış gibi olurlar. Eğer istişarede bu şahısların fikirleri onların ısrarlarına binaen kerhen kabul edilirse, bütün sorumluluk ve vebal onlara ait olur. Bu tür istişarelerin sonunda menfi durumlar ortaya çıktığı zaman “Ne yapalım istişareden bu karar çıkmıştı.” diyerek, suçu istişareye nisbet etmek doğru değildir.

Bir şahıs, kendi fikrinin isabetli olduğuna inanabilir. Bu bir eksiklik değildir. Fakat hata etmesi de her zaman mümkündür. Bu yüzden “Her zaman hata edebilirim.” düşüncesi göz önünde bulundurulmalı ve “Çoğunluk iştirak etmediği takdirde, benim ısrarımla bu fikir kabul edilirse ben vebal altında kalırım.” endişesiyle hareket edilmelidir. Her şahıs fikrini ortaya koymalı, savunmalı, izah etmeli; fakat kararı çoğunluğa bırakmalıdır. i

1             Ebû Nuaym el-İsfehânî, Hılyetü’l-Evliyâ, I, 136.

2             Ebû Nuaym el-İsfehânî, a.g.e., IX, 6; İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, VII, 7.

3             Enfâl, 8/27.

4             Tirmizî, Fiten, 7/2167.

5             Müslim, İmâre, 53/1848.

6             Ebû Dâvûd, Fiten, 1/4253.

7             Haşr, 59/7.

8             Ahzâb, 33/21.

9             Nisâ, 4/59.