İçeriğe geç
Anasayfa » MÜ’MİN AZİZDİR

MÜ’MİN AZİZDİR

İman, izzetin kaynağı olduğu için mü’min azizdir, izzet mü’minin kimyasında vardır. Bütün ululuk ve üstünlük makamları kendisine ait olan Allah’a iman eden insan izzetin en üst noktasına bağlanmış olur. İman hakikatlerinin en önde gelenlerinden biri bu hakikattir: Allah izzetin merciidir. O’na iman eden izzetin kaynağına intisap etmiş olur. İzzet Allah’ın, Resûlü’nün ve mü’minlerindir. Çünkü izzet, şereftir, üstünlüktür. Allah dilediğini aziz eder dilediğini de zelil eder. Allah’a iman etmiş olmak, Allah’ın kitabıyla yaşıyor olmak budur.

Üstünlük ve şeref, mü’minin içini dolduran imanından yediği içtiği gıdasına kadar her işinde kendini gösterir. Giyiminde, sosyal ilişkilerinde mü’min farklıdır, üstündür. Mü’min fakirlikle boğuşurken de izzetlidir zenginlik içinde iken de izzetlidir. Allah ve Peygamber ile beraber olmanın, Kur’an ile yaşamanın vazgeçilmez gereğidir bu. İman, insanın var olmasının nedenidir. İman etmeye uygun olduğu için mükerrem tutulmuştur insan. İman eden kalple iman etmeyen kalbin sahibi, ölüyle diri arasındaki fark kadar büyük bir farkı yansıtır. Bu fark, maddenin esaretinden kurtulup mananın derinliklerine dalan insan farkıdır. Şehvetlere esaretten ulvî gayelere koşan insan farkıdır.

Mü’min, imanı sayesinde gerçek bilgiye de ulaşmıştır. Neyin neden var olduğunu bilmek ve o bilgiye göre yaşamak bir seviyedir. O seviye doğrultusunda yükselmek bir tür miraçtır. Allah Teâlâ’nın vahdaniyetine iman etmek, O’na kulluk için mücadele etmek süfli işlerden ulvî işlere yükselmektir. iş seviyesini ‘ibadet’ kalitesinde icra etmektir. Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak üzerine kurulu bir hayat anlayışı içindeki mü’min, üstün ahlâkın, faziletli işlerin peşindedir. Onun konuşmasında Rabbinden korkan insanın heybeti vardır. Kulağı kontrollüdür; batıl ve fısk olan şeyler o kulaktan girmez. Bir insanın ağzından kulağına kadar organlarının toprak seviyesinden yükseltilip ulvî seviyelere çıkarılması onun izzetini yansıtır. Menfaatleri peşinde sürüklenenle Allah’tan alacağı ecir peşinde olanın arasında hayırla şer arasındaki kadar fark vardır.

Rızık her insanın peşinde koştuğu bir amaçtır. Ama mü’min, rızkının peşinde koşarken, ona gelecek rızkın Allah’ın elinde olduğunu ve Allah’ın ona ait rızkı yazdığını, O’nu yazgısını kimsenin bozamayacağını, onun sadece üzerine düşen koşma görevini icra etmekle yükümlü olduğunu bilir. Bu bilgi ona tevekkül şuuru olarak yansır. Harama tevessül etmez. Zillete düşmeye razı olmaz. Kendisine taksim edilene razı olur. İnsanların elindekinde gözü olmaz. Gözü sürekli daha yükseklerdedir. Okuduğu Kur’an ve dinlediği hadisler onu düşük işlerde rızık aramaktan meneder.

Mü’min kendini güçlü hisseder. Allah’ın yardımının bir vaat olduğunu, o vaadin muhakkak gerçekleşeceğini bilir. Yılmaz, eğilmez, umutsuz kalmaz. Onun beklediği yardım, günübirlik değildir. Ebedi saadetin arzusu peşinde saatlik beklentilerin doğru olmayacağını bilmektedir. O, Allah’ın şu sözüne güvenmektedir:

‘Allah, ‘muhakkak ki ben ve elçilerim üstün geleceğiz.’ diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah, kudreti her şeye yeten ve gücü önünde durulmayandır.’1

‘Şüphe yok ki biz, dünya hayatında da şahitlerin dikileceği günde de hem peygamberlerimize hem de iman edenlere yardım ederiz.’2

İzzetin gerçekleşmesi için

1- İzzetin kaynağını bilmek, o kaynakla bağı güçlü tutmak şarttır. İman esaslarının muhkem tutulması, fitnelere ve iğvaya karşı korunması, basiretli tutumlar sergilenmesi şarttır. İmanımızın ve bilgimizin temelini oluşturan gerek Kur’an ve gerek sünnetin en üst seviyede korunması, o iki esasa göre hayat tanzimi için çalışılması izzetin aslının muhafazası anlamına gelmektedir. Gerek Kur’an’ın ve gerek sünnetin tek merci haline getirilmesi ile saygın, mukaddes eserler olarak görülmesi arasında gelip giden anlayış izzeti idrak edemez. Kur’an’a ve sünnete iman etmek, o ikisine teslim olmaktır. Teslimiyette sıkıntı bulundukça imanın içi doldurulamamış dolayısıyla da izzetten uzak kalınmıştır.

2- Mü’min için sabır, imanın en önemli gereklerindendir. İmanın, gerçekleşmesi yolunda sabır kadar elzem ikinci bir kelime yok gibidir. Allah’ın vaadinin beklenmesi bir sabır imtihanının gerçekleşmesi demektir. Yaşadığımız zamanın bizim saatlerimize göre değil de Allah Teâlâ’nın takdirine göre belirlenmiş olması bu anlama gelmektedir. Allah Teâlâ’nın planının, kulun kolundaki saate, masasındaki takvime göre işlemesini beklemek elbette mümkün değildir. Kul, imtihan edilen, sabrı ne kadar tahakkuk ettireceği gözlenen biri iken, kendisini planı yürüten durumunda görmesi yanlıştır. Sabır, bu anlayışa sahip olmanın adıdır. Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate alarak yaşamada sabır bir tür enerjidir. Nebilerin ve salihlerin çizdiği çizgi budur. Allah’tan en üstün mükâfatı görecek olanlar sabır imtihanını geçebilenler olacaktır.

Mü’min, bollukla darlık arasında, hayırla şer arasında, tebessümle ağlama arasında sınanırken sabır ölçümü yapılmaktadır. Fakirliğinde ezilmeyen, zenginliğinde şımarmayan mü’min kazanmaktadır. İbadetini hiçbir ortamda değiştirmeyen; yokluk halinde iken ki halini en bol halinde bile bozmayan mü’min kazanmakta ve izzetini korumaktadır. Haramlara karşı gevşemeyen mü’min sabır imtihanını kazanan mü’mindir. Hayatını, şükür, sabır ve istiğfar arasında gelip giden bir üçgen arasına oturtan mü’min kazanmış mü’mindir. Zira o, izzetin zirvesindedir.

3- Tok gözlülük, ihtiyaç fazlasına tenezzülsüzlük izzetin kaynaklarındandır. Haramlardan kaçınmak, insanların elindekine tenezzül etmemek izzeti korur. Harama bulaşan ve insanların malında, forsunda gözü olan eriyen bir izzetin sahibi olarak aziz bir duruş sahibi olamaz.

Bu anlamı, İslam’ın insanları çalışmaya ve alın teri ile yaşamaya teşvikinde izlemek mümkündür. ‘Allah’ın lütfundan aramak’ olarak özetlenen bu dik duruş, namaz ibadetinin zikredildiği ayete konu olmuştur. (Cuma suresinin 10.ayeti incelenebilir.) Dilenip yüzsuyu dökmenin kerih görülmesi de bunun içindir. Abdurrahman bin Avf  radıyallahu anhın: ‘Bana Medine çarşısını gösterin.’ diye ortaya koyduğu mü’min duruş, oldukça önemli bir şahsiyeti simgelemektedir.

4- Alçak gönüllülük izzete ve dik duruşa mani değildir. Mü’min, hem onurlu hem mütevazı olabilir; olması gereken de budur. Mü’min kardeşlerine karşı alçak gönüllü, zayıflarla beraber, bağışlayan, merhametli, gözü yaşlı, sıkıntılara tahammül eden, insanlarla iç içe yaşamanın eziyetlerine katlanabilen, kibirlenmeyen, hor görmeyen mü’min onurlu olmanın gereklerini yapmaktadır. Alçak gönüllülük zillet değildir. Kibir de onur değildir. Mü’min, şahsı için intikam düşünmez ama dini ve kardeşleri için hırslıdır. Allah Teâlâ’nın sözü gayet açık ve nettir:

‘Zulme uğradıklarında boyun eğmeyip haklarını alırlar.

Bir suça verilecek ceza, işlenen suç kadardır. Bununla birlikte kim bağışlar ve uzlaşıp düzeltirse mükâfatı Allah’tandır. O, zulmedenleri asla sevmez.’3

5- Mü’min, mü’min kardeşleriyle beraber yaşamalıdır. Mü’minlerin içinde olmak, ek sıkıntılar getirmiş olsa bile onurdur. Mü’minlerin arasında bulunup, refah düzeyi düşük yaşamak, kâfirlerin arasında müreffeh yaşamaya tercih edilmelidir. Zira mü’minler, bir arada iken imanın onurunu hissedebilirler. Bunun adı, ‘Darulislam’ denen yerde olmak şeklinde konabileceği gibi, onun oluşmadığı ortam ve zamanlarda ‘aynı sitede’ veya ‘aynı binada’ bulunma olarak da belirlenebilir. Önemli olan çevrenin mü’min olmasını temin etmektir. Gözün mü’mine ait olanı görmesi, kulağın imana ait olanı duymasıdır. Nesil yetiştirirken çevrenin mü’min olmasıyla kâfir olması arasında da büyük fark vardır. Mü’minlerin birbirlerine emribilmaruf ve nehyianilmünker yapmaları veya bundan yoksun olmaları önemli sonuçlar doğurur. Mü’minlerin kardeş olduğunu beyan eden Kur’an’ın talebi budur. Mü’minlerin velilerinin Allah, Resûlü ve müminler olması ancak bu ruhla tezahür edebilir. Ticarette mü’mini kollamak, sosyal ilişkilerde mü’min eksenli davranmak, iman gereği olarak bilinmelidir. Biz bunu, Allah’ın ipine sarılmanın, cemaatten kopmamanın zorunluluğu olarak da görebiliriz.

Mü’min onurunun korunması cemaatte bulunmakla, cemaatte Kur’an ve sünnet etrafında kenetlenmiş olmakla mümkündür. Ümmeti Muhammed’in geçmişinde onurlu tablonun sergilendiği dönemlerin en bariz özelliği, Kur’an ve sünnetle yaşanan, bir Halife’nin ismi altında kenetlenilen dönemler olmasıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, raşit halifeler dönemi bu izzetin en üst noktada hissedildiği ve bize kadar taşındığı dönemler olmuştur. Şüphesiz mü’minlerin aynı ruhu kaşıyan bir siyasi yönetim ve yönetici oluşturma mücadelesi gütmeleri önemli görevler arasındadır.

İzzet kalitesi

Mü’min, izzet iddiası ile izzet sahibi olamaz. Zenginlik ve makam gibi zahiri görüntü de izzetin teminatı değildir. İzzet, imanın pratiğe tatbik edilmesi ile canlı kalır. İmanın kaynağı olan Kur’an ve sünneti, yazılı metinlerden elle tutulur, gözle görülür işlere dönüştürmek izzeti hak etmektir. Başta cihat olmak üzere, Allah’ın hükümlerini ne kadar tatbik ettiğimiz, hududunu ne kadar muhafaza ettiğimiz, ne kadar izzeti hak ettiğimizi gösterir. Allah’ın şeriatını yok sayan, beşeri sistemlerden birini veya onun parçalarını üstün tutanların izzet beklemeleri hayaldir. Kâfirlerin yanında izzet arayışları zilletin ta kendisidir. Emribilmaruf ve nehyianilmünker yapmayan, hakkı tutup batılı atamayan izzetten uzak kalmaya mahkûmdur. Dininin, kâfirlerin tuzaklarına karşı muhafazasında görev üstlenmeyen, evinde, işinde, sokak ve meydanında hakkı dillendiremeyen, batılın boş sözlerinin yükselişi altında ezilmeye mecburdur.

Mü’minin izzeti cihadın şifresi ile bağlantılıdır. Mü’min, cihadı kadar azizdir. Cihattan uzaklaştıkça, uzak kaldığı her günü ayrı bir sıkıntı sebebi olacaktır. Küfrün tek anladığı dil kuvvettir. Mü’min, küfür ehli ile mücadele ederken, en güzel sözü ve hikmeti kullanacaktır ama en güzel söz de hikmet de, güçlünün ağzından çıktığında dinlenecektir.

Müslüman olmakla göğsü kabaran nesillerin yetiştirilmesi, dinleri ile iftihar eden, dinleri için himmet gösteren anne babalara nasip olur. Müslüman olmanın izzetini tatmak isteyenler, o izzet için gerekene layık olmalıdırlar. Bu layık olma her şeyden önce izzeti arzulamaktır. Dinlenen bir ezan, mü’mine ‘En büyük olan Allah’ tarafından davet edilme hazzı vermelidir. Ezandan haz duyan, Kur’an’la eriyen, cennet umudu ile ayağı yerden kesilen, infak etmeyi elde etmek olarak gören mü’min diktir. O azizdir, şereflidir. O her şeye layıktır; Allah’ın yardımı bile onunladır.