İçeriğe geç

MÜ’MİN KARDEŞİNİ KENDİNE TERCİH ETMEK

Yüce Rabbi’mizi ve kâinatın övünç vesilesi Efendiler Efendisi Peygamberimiz’i hoşnut kılacak bazı huy ve gönül zenginliklerimiz vardır ki; bunların en birincisi, kardeşini kendine tercih etmek manasına gelen îsâr ve diğergamlık hasletimizdir.

Daha geniş manasıyla îsâr: Bir kimsenin kendisi ihtiyaç içerisinde iken, başkalarını kendi nefsine tercih ederek onların ihtiyacını öncelikle düşünüp gidermesidir.

Kalbimizin cilası, ruhumuzun gıdası ve manevi hastalıklarımızın devâsı olan Rabbimizin zikri de bu düşünceyi bize kazandırmaktadır.

Zikir: Cenâb-ı Hakk’ı meth ü senâ ve azametini ifade etmek kastıyla söylenilen güzel, hoş, temiz kelimelerin ve kalbde muhafaza edilen Allah sevgisinin neticesi olan fikir ve ince düşünüşten ibarettir. Bu düşünce; Allah düşüncesidir, kulluk endişesidir ve kardeşlik göstergesidir. Bu düşünüş, insanı kurtaracak, Rabbine yaklaştırıp, rızasını kazandıracaktır.

Peygamber Efendimiz çocukluğunda dahi ümmetini düşündü, ümmeti için yaşadı,  ümmeti için her çeşit çile meşakkate katlandı, onlara duâ etti. Rabbi katında ümmetini hiç unutmadı.

Muhammed –aleyhisselâm- Ümmetinin en tanıtıcı özelliği de kardeşini düşünmesi, kendisi ihtiyaç içerisinde olsa bile onu nefsine tercih etmesidir

Hz. Ebû Bekir Sıddık –radıyallâhu anh-’ı ashâbın en üstün ve faziletlisi kılan bu düşüncesidir. Bu gönül zenginliği, Rabbine olan münacâtında açıkça anlaşılmaktadır:

“Azîmet cismimî yâ Rab! Cehennem dopdolu olsun,

            Halâs et kulların yâ Rab! Yanıyım ben tek ü tenhâ”

İslâm şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy da bu düşünceyi şu sözleriyle ifade etmektedir:

. Kanayan bir yara görsem yanar tâ ciğerim

            Onu dindirmek için çifte yerim kamçı yerim.

 

            . Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,

            Gelir de adl-i İlâhi sorar Ömer’den onu!

 

Bu güzel düşünceyle Allah’ın hoşnutluğunu kazanıp O’nun tarafından sevilmek, Cenâb-ı Hakkı ve O’nun biricik Habîbi (s.a.v.) Efendimiz’i sevmek kadar bir nimet düşünülebilir mi?

Yüce Rabbimiz sevdiğini kâinata sevdirmiş, insanlar içerisinden sevip seçtiği Peygamberlerini ve Peygamberimiz Sultân-ı Enbiyâ (s.a.v.) Efendimiz’i insanlığa rehber olarak göndermiştir. O’nun ümmetini ise iyiliklerin ve güzelliklerin tebliğcisi, tatbikçisi ve teşvikçisi, kötülüklerin de engelleyicisi olarak insanların faydası için en hayırlı bir ümmet kılmıştır.[1]

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz bu hayırlı ümmetin bazı vasıflarını, Allah Teâlâ’nın şu Hadîs-i Kudsî’lerinde sıralamaktadır:

            “Benim rızam için birbirini sevenleri,               

              Benim rızam için ziyaretleşenleri,

              Benim rızam için birbirlerine ikramda bulunanları,

              Benim rızam için birbirine güvenip dost olanları mutlaka severim.”[2]

İki cihan güneşi Peygamberimiz’in sevgi ve şefkatiyle eğitip yetiştirdiği örnek nesil Ashâb-ı Kiram, Allah’ın rızasını kazanıp sevgisini devamlı kılabilmek için bu sevgi ve düşünceyi mü’min kardeşlerine taşıyarak onları kendi nefislerine tercih etmişler ve bu tercihle de Hakk’ın daima sevdiği kulları arasına katılmışlardır.

Allah’ın biricik Habîb-i Ekrem’iyle beraber olmayı, yakınlarıyla birlikte olmaya tercih ederek yardan, serden ve candan geçip hicret eden Muhâcir Müslümanlar, Medineli Müslümanlar tarafından her şeylerine ortak edilerek nefislerine tercih edilmişlerdir.

Allah’ın emrine uyarak, Peygamberimizin yolunda bir adım atana en az on misliyle karşılık verileceği, kazandığı güzelliğin de artırılacağı Kur’ân’da haber verilmiştir.[3]

Değişmez doğrular kitabımız Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

“Kim bir güzellik kazanırsa biz onun bu husustaki güzelliğini artırırız.”[4]

Bizim gayretimiz, Kur’an’ın iyilik ve güzellik dediğini yaşamak, yaşatmak ve İslâm nimetinin şükrünü edâ ederek Rabbimizin sâlih kulları arasına katılabilmektir.

Sözlerin en güzelindeki duâlarımızın birinde şöyle buyrulmuştur:aya tercih ederek yardanserden ve candanı kendi nefislerine tercih

“Ey Rabbim! Beni, gerek bana ve gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın işler yapmaya muvaffak kıl! Rahmetinle, beni sâlih kullarının arasına kat!”[5]

Cenâb-ı Hakk’ın; gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın hatır ve hayaline gelmedik nimetleri, kendileri için hazırladığı sâlih kullarına Peygamberimiz şu müjdeyi veriyor:

            “Bir kimse Müslümanlığı yaşatma gayesiyle ilim yoluna girer de tahsil esnasında ölürse; Cennette onunla peygamberler arasında bir derece fark vardır.”[6]

Yüce Rabbimiz, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in can dostları Ensâr ve Muhâcirleri bizlere şu güzel vasıflarıyla tanıtmaktadır:

“Muhacirlerden önce Medine’ye yerleşen ve imana sarılan kimseler (Ensâr), kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilen ganimetten dolayı bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri sıkıntı içinde bulunsalar bile, onları nefislerine tercih edip önde tutarlar…”[7]

Allah’ın salih kulları, kendi yiyeceklerini, ihtiyaçlı olsalar bile fakire ikram ederek kendilerine tercih etmişler. Bunu yaparken de sırf Allah rızasını gözeterek, hiçbir karşılık ve teşekkür beklememişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’de sâlih kulların bu sâlih amelleri şöyle açıklanmaktadır:

“Yemeği, kendi ihtiyaçları varken seve seve yoksula yetime ve esire yedirirler.           Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz”(derler.)[8]

Bu konuda Hz. Ali ve Hz. Fatıma (r.a)’nın oruçlu iken kapıya gelen fakir, yetim ve esire iftarlıklarını vererek su ile iftar etmeleri ne güzel bir örnektir.

Peygamberimizin mektebinde yetişmiş olan Ashâb-ı Kiram ve onları takip eden salih nesiller, kardeşini nefsine tercih etme hasletiyle yaşamışlar ve bu diğergamlığı yaşatmaya özen göstermişlerdir. Hatta bu haslet kıyamete kadar akan bir hayır pınarı ve huzur kaynağı haline gelerek “vakıf”la müesseseleşmiştir. Öyle ki bu müesseseler toplumların can simidi ve can suyu olmuştur.

Ashâb-ı Güzîn -radıyallahu anhum- vermekle ve kardeşini önde tutmakla sevinirken, bizler almakla ve nimet hususunda kendimizi öne çıkarmakla sevinir duruma geldik.

Külfete değil de nimete, hizmete değil de izzete, gayrete değil de bedavacılığa talip olur olduk. Hâlbuki İslâm toplumunun ve Müslümanların şeref ve itibarı, İslâm’ın ve Müslümanların hizmetinde ve nöbetinde olmak, kardeşlik hukukunu gözetmek, gerektiğinde kardeşini nefsine tercih etmekle mümkündür.

Mü’minlerden öyle erler vardır ki Allah’ın rahmet ve yardımını, Allah’ın dini İslâmiyet’e hizmet ve kardeşini kendine tercih düşüncesi sayesinde kazandılar. İzzet sahibi oldular. İzzetle yaşadılar. İslâm’ın izzetiyle, kendilerinden hoşnut olan Rablerine kavuştular.

Yüce Rabbimiz, kendileri ihtiyaç içerisindeyken başkalarını nefislerine tercih edenleri, eli bol iken de dar iken de verenleri, İslâm Dininin hizmetinde olanları över ve izzet sahibi kılar.[9]

Şu bir gerçektir ki; ancak gönüller ve gayeler, Allah ve Rasûlü’nün sevgisi, Allah’ın dinine hizmet ve mü’min kardeşini kendine tercih düşüncesi etrafında birleştiği zaman, Rabbimizin rızası ve yardımı kazanılır. Huzur ve saâdete ulaşılır, dilekler de tamamıyla gerçekleşir.

Mü’minlerin şiarı ve izzet vesilesi olan îsâr/diğergamlık hasleti, asr-ı saâdetteki insanlara cennet hayatı yaşatmıştır. Çünkü İslâm hayatı, cennet hayatına eşittir.  İslâm’ın emirleri yerine getirilecek olsaydı toplumda şikayet konusu kalmazdı. Bizim İslâm’a karşı ilgisizliğimiz, bilgisizliğimizden ileri gelmektedir. Bilgimizde yok ilgimizde yok.

Dünyanın huzur ve mutluluğu iman ve sâlih amelledir. Darlığı da Kur’ân ve Sünnetten uzaklaşmanın, bilgisizlik ve bilinçsizliğin bir neticesidir. Kur’ân-ı Mübîn bu gerçeği şöyle açıklamaktadır:

“Erkek olsun, kadın olsun, her kim mü’min olarak salih amel işlerse, ona bu dünyada mutlaka tatlı, hoş ve güzel bir hayat yaşatırız.”[10]

            “Her kim benim zikrimden (Kur’an’a uymaktan)  yüz çevirirse, ona dar/sıkıntılı bir geçim vardır.”[11]

Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de emir buyurduğu, Peygamber Efendimiz’in sünnet hayatında öğrettiği huzur ve saâdet kaynağımız; kardeşini kendi nefsine tercih hasletimizdir.

Bu huy ve gönül zenginliği bize cennet örneği huzurlu bir hayat yaşatacak ve her konuda bizi üstün kılacaktır. Çünkü mü’min, kardeşiyle çok, kendi başına azdır.

Kur’ân ve Sünnet güneşinden mahrum gönüllerin,  karşılıksız vermekten ve kardeşini kendine tercih etmekten nasîbi yoktur. Hayatın onları sıkması da haktır.

Konumuzu Huzeyfetü’l-Adevî -radiyallâhu anh-‘ın şu sözleriyle örneklendirelim:

Huzeyfetü’l-Adevî (r.a.) der ki:

Yermük şühedâsı arasındaki amcazademi, bir miktar su alarak aramaya çıktım. Yere serilmiş, gözleri kapanmış, son halde idi. Elimi yüzüne sürünce gözünü açtı. Su içer misin? Dedim. Susuzluğunu hasretle işaret etti. O sırada yaralı düşen bir mü’min kardeşinin hazin bir âh.. sadasını işitti.

-Suyu ona götür, dedi.

Vardım ki yaralı, Hişam bin Âs imiş. Su içeceği zaman diğer bir yaralının hazin sesini işitince, suyu ona götürmemi işaret etti. Üçüncü yaralıya suyu götürdüğümde oraya varıncaya kadar teslîm-i ruh etmiş, Hişâm’a içireyim diye geldim, o da irtihal etmiş. Amcazademe geldim, o da vefat etmişti. Rahmetullahi Teâlâ aleyhim ecmaîn…

Bu önemli hadiseye bakarak, mü’min kardeşini kendi nefsine tercih ve hakiki kardeşlik mefhûmunu ibret nazarı ile düşünelim[12]

Bu ibretli tabloyu,  büyük İslâm şairi merhum Mehmet Akif Ersoy “Vahdet” isimli şiiriyle anlatır. Biz de Müslümanların onur tablosu olan bu şiirden şu cümleler alarak konumuzu taçlandıralım:

Hişam’ı gör ki:

            O halinde kaşlarıyla bana,

            Ben istemem,

            Hadi, git ver, diyordu haykırana.

         Allahım! Bu ne müthiş bir fedakârlık, diğergamlık ve Müslümanlık.

Yâ Rab! Bizi dünyada bu güzel haslet ile yaşat, ahirette de Hz. Muhammed Mustafa -aleyhissalâtü ve’s-selâm-  Efendimiz’in şefâat şemsiyesi altında haşret.  Âmîn.  

[1]  Âl-i İmran, 3/110

[2] Mâlik, Muvatta

[3] En’am, 6/160

[4] Şûra, 42/23

[5] Neml, 27/19

[6] Dârimî

[7] Haşr,59/9

[8] İnsan, 76/8-9

[9] Haşr, 59/9; Âl-i İmran, 3/134; Muhammed Sûresi, 47/7

[10] Nahl, 16/97

[11] Tâhâ, 20/124

[12] . Hz. Halid Bin Velid (r.a.), Mahmud Sâmi Ramazanoğlu