Müslüman, teslim olan demektir. Allah Teâlâ’nın indirdiği Kur’ân-ı Kerîm’ini hayat programı yaparak, gönderdiği Hz. Peygamber’in (s.a.v) sözlerini, fiillerini ve tasviplerini oluşturan hadîs-i şerîfleri hayatının mihveri yaparak teslimiyetini ispata gayret eden kimsedir.
Müslüman, imanına göre davranan kişidir. İman, tasdik demek; mü’min de Kur’ân-ı Kerîm’deki ve hadîs-i şerîflerdeki gerçekleri tasdik eden kimsedir. Kâmil mü’min ise tasdikine göre tatbik eden kimse demektir. Elbette Müslüman, iman ettiği âyet ve hadis gerçeklerine göre iman eden, Rasûlullah’ı (s.a.v) örnek alarak ibadet eden, ahlâkını peygamber ahlâkı yapan ve hukuk sistemini de bu iki esasa yani Kitab ve sünnete göre düzenleyen kimsedir.
Kimin imanı kâmilse, ahlâkı da kâmil; kimin ahlâkı kâmilse imanı da kâmildir. Bu gerçeği bizzat Peygamber Efendimiz şöyle belirtmiştir:
“Mü’minlerin iman bakımından en kâmili, ahlâkça onların en güzel olanıdır. Sizin hayırlılarınız da kadınlarına karşı ahlâkça hayırlı olanınızdır.”[1]
İman, kalbin amelidir, kalpte bulunur. Kalpte iman ne derecede ise bedende amel şeklinde, itaat ve ibadet şeklinde, özellikle de insanlarla ilişkilerde güzel ahlâk şeklinde ortaya çıkar. Kâmil imanın en güzel göstergesi ahlâk güzelliğidir. Güzel ahlâkın da en güzel göstergesi kadınlara karşı hayırlı olmaktır.
İmanın kemâli, güzel ahlâkı ve bütün insanlara iyilik etmeyi gerektirir.[2]
Bize, evlendikten sonra her gün iyiliği olan kimseler hanımlarımızdır. İyiliği olana, hem de her gün iyiliği olana iyilik etmek gerçekten vacip olmaktadır.
Kadınların erkeklere iyilikleri gerçekten çoktur, şöyle ki:
- Cehenneme karşı kalkan olup bizi korurlar.
- Çocuklarımızı emzirir, yedirir, içirir, temizler ve yetiştirirler.
- Bize her türlü hizmeti yaparlar.
Bunların her birisi için bedeli ile işçi tutsak çok büyük paralar lâzımdır ki karşılamak mümkün olabilsin. Bu kadar imkânı sağlayan birisine hayırlı olmak herhalde güzel ahlâkın alâmetidir. Güzel ahlâk ise kâmil imanın alâmeti ve eseridir.
Şayet ailede bu anlayış hâkim olsa; eşler birbirlerine hayırlı olsalar evde çok güzel bir huzur meydana gelir ve cennet köşelerinden bir köşe olur. Ailenin huzurlu oluşu da toplumun huzurlu oluşunu doğurur. Çünkü aile, ilkokul ve toplum binasının tuğlalarının piştiği ocak gibidir.
Kâmil mü’min, hem Allah Teâlâ’nın hakları konusunda, hem de kul hakları ile ilgili hususlarda hassasiyeti olan kimsedir.
Bir mü’min, Rasûlullah’a (s.a.v) ne derece uyabiliyorsa o derece Allah Teâlâ’nın rızasını kazanabilir. Zira Rasûlullah (s.a.v), ahlâkı en güzel olan idi. Bizim de ahlâk konusunda Ona benzememiz gerekmektedir.
Kâmil mü’min, hem Hakk’a hem halka karşı saygılı ve edepli davranandır. Hakk’a saygılı olmak hem isyan etmemek hem de itaat üzere olmaktır. Halka saygılı ve edepli olmanın en alt seviyesi zararlı olmamak, orta seviyesi iyilik etmek ve en üst seviyesi ise kötülük edene bile iyilik etmektir. Bütün bu üç husus hakkında da belirleyici hükümleri Peygamber Efendimiz tespit etmiştir:
Ahlâklı olmanın en alt seviyesi hakkında Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Müslüman, Müslümanların dilinden ve elinden selamette olduğu kimsedir. Mü’min ise insanların kanlarına ve mallarına karşı emniyette olduğu kimsedir.”[3]
Bu hadîs-i şerîfe göre kâmil Müslüman ve kâmil mü’min, kendisine emniyet edilen, toplumun kendisiyle huzur bulduğu kimsedir. Eğer biz birbirimize karşı dilimiz ve elimizle zararlı olmazsak memleketimiz huzurlu olur.
Ahlâklı olmanın orta seviyesi; hakkı ve sabrı tavsiye etmek, adâletli davranmak, hilimle hareket etmek, rıfk ile muamele etmek, maddî yardımda bulunmak, güler yüzlü olmak, hata edince af dilemek, kendisine hata edilince affetmek, birbirlerine karşı tevazulu davranmak gibi iyilik etmek ve faydalı olmaktır.
Hakkı ve sabrı tavsiye etmek, kurtuluşun yarısını oluşturmaktadır.[4]
Adaletli davranmak, otoritenin temelidir. Bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Hükmünde, ailesine ve velâyeti altında olanlar hakkında âdil davrananlar, kıyamet gününde nurdan minberler üzerindedirler.”[5]
Hilimle hareket etmek hakkında Peygamber Efendimiz; (s.a.v), Abdül-Kays’ın Eşecc’ine:
“Herhalde sende Allah’ın sevdiği iki haslet var: Hilim ile teennî.” buyurmuştur.[6]
Rıfk ile muamele etmek hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kime rıfktan bir nasip verilmişse o kimseye dünya ve âhiret hayrından bir nasip verilmiştir. Kim de rıfktan mahrum ise dünya ve âhiret hayrından mahrumdur.”[7]
Yardımlaşma, affetme ve birbirlerine tevazulu davranmak hakkında Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Sadaka hiçbir malı azaltmaz. Af sebebiyle Allah bir kulun ancak şerefini artırır. Ve bir kimse Allah için tevâzu gösterirse Allah onu ancak yükseltir.” buyurmuştur.[8]
Ahlâklı olmanın en üst seviyesi ise kötülük edene bile iyilik etmek, zulmedeni affetmek, alakayı kesenle alaka kurmak ve kendimize ne yapılmasını istiyorsak aynısını yapmak, yapılmamasını istiyorsak yapmamaktır.
İşte bu konularda Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız ve onlar haksızlık yaparsa biz de haksızlık yaparız diyen taklitçi(ler)den olmayın! Fakat insanlar iyilik yaparsa sizin de iyilik yapmanıza, şayet kötülük yaparlarsa siz de kötülük yapmamanıza kendinizi hazırlayınız!” buyurmuştur.[9]
Hadîs-i kutsîde şöyle buyurulmuştur:
“Faziletlerin en yükseği, seninle ilişkisini keseni senin arayıp sorman, seni mahrum bırakana senin ihsanda bulunman ve sana zulmedeni senin affetmendir.”[10]
Dinin dört umde hadîs-i şerîfinden birisi olan hadiste Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Sizden biriniz kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.”[11]
Bir başka hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse, ölümünü, Allah’a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın.”[12]
Eğer biz bu hadîs-i şerîflerle amel etsek yani peygamber ahlâkı ile ahlâklansak dünya ve âhiret cennet olur. Bu hadîs-i şerîflerle amel edersek örnek Müslüman oluruz, bulunduğumuz yerde huzur olur, huzuru sağlayan denge unsuru oluruz.
Müslüman olarak daima şu soruyu soralım: “Benim yerimde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz olsa ne yapardı?”
İslam ancak güzel ahlâkla yaşanır, güzel ahlâkla ortaya çıkar ve güzel ahlâkla tebliğ edilmiş olur. İşte bundan dolayı olsa gerektir ki İmam Mâlik (r.a) şöyle dermiş:
“Edebini un yap, ilmini tuz yap!”
Edep, edeplinin edebiyle edeplenmektir. En büyük edepli Hz. Peygamber Efendimiz’dir. Hz. Peygamber (s.a.v) ahlâkı demek en üstün edep demektir. Edepli insan rahmete eren kimse, edepsiz insan da Rabbin lütfundan mahrum olan kimsedir. Çare; en büyük örnek başta bizim Peygamberimiz olmak üzere bütün peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerdir. Eğer örnekleri örnek alırsak biz de örnek oluruz Allah’ın lütfu ile.
[1] Tirmizî, Radâ, 11; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16; Ahmed, II, 250, 472, 527.
[2] Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî bi Şerhi Câmiı’t-Tirmizî, IV, 325.
[3] Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.
[4] Asr, 103/3.
[5] Müslim, İmâre, 18; Nesâî, Âdâbü’l-Kudât, 1; Ahmed, II, 160.
[6] Müslim, Îmân, 25; Ebû Dâvûd, Edeb, 161; Tirmizî, Birr, 66.
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 159.
[8] Müslim, Birr, 69; Dârimî, Zekât, 35; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 386.
[9] Tirmizî, Birr, 63.
[10] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 438.
[11] Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72; Tirmizî, Kıyâmet, 59; Nesâî, Îmân, 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime, 9.
[12] Müslim, İmâre, 46; Nesâî, Bey’at, 25; İbn Mâce, Fiten, 9.