İçeriğe geç
Anasayfa » MÜSLÜMANIN AİLE HUKUKUNA DAİR

MÜSLÜMANIN AİLE HUKUKUNA DAİR

Müslüman aile, tamamen bir hukuk ailesi olmaktan daha çok, fertlerinin birbirlerine karşı sevgi ve saygı dairesi içinde güzel muamelede bulundukları bir ahlak ailesidir. Buna binaen aile fertlerinin “Benim sorumluluk alanım şu kadar!” veya “Bunlar benim hakkım!” deyip bir kenara çekilmeleri yakışık almaz. Eşler her durumda birbirleriyle istişare ederek en ideal olanı yapmaya çalışmalıdır.

Ancak nikâh akdi, hukukî bir muamele olduğu için taraflara bazı sorumluluklar yüklemektedir. Müslüman bireyler, aile içindeki bu sorumluluklarının bilincinde hareket ederek huzurlu bir yuva kurup bunun devamının yollarını aramalıdır. Aile içinde huzurun devamı için herkes kendi üzerine düşen sorumluluk alanını bilerek vazifelerine itina göstermelidir.[1]

Ailede erkek, sahip olduğu vasıflar ve ev ahalisinin nafakasını temin etme sorumluluğu sebebiyle bir derece üstünlüğe sahiptir.[2] Ancak bu üstünlük erkeğe, kadını köle gibi görme yetkisi vermez. Bilakis erkeğin, ailesine karşı sorumluluğuna dikkat çeker. Bu sorumluluğa Peygamber Efendimiz (s.a.v) de işaret ederek şöyle buyurmuştur: “(Ey erkekler!) Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.”[3] Bu çerçevede, kadına, meşru dairede kocasına itaat[4] emredilirken kocaya da ailenin pek çok sorumluluğu yüklenmektedir. Bu şekilde kadın-erkek birbirlerinin eksik yönlerini tamamlayarak yuvada huzur ve saadeti tesis etmeye gayret etmelidirler.

Erkeğin, hanımına karşı şahsî ve mâlî vazifeleri bulunmaktadır. Bunların malî olanları mehir ve nafaka; şahsî olanların başlıcaları ise, hanımına ve onun akrabalarına karşı güzel muamele, onu evde uzun süreli yalnız bırakmama ve ilmî olarak onun gelişmesini sağlayacak imkânları onun için hazır etmesidir.

MEHİR

Evlenen kadın için ekonomik ve sosyal bir güvence olarak kabul edilen mehir, erkeğin evlilik esnasında kadına vermeyi vaad ettiği para veya maldır. Ehemmiyetine binaen pek çok ayette Rabbimiz bu hususa dikkat çekmiştir.[5]

İslâm aile hukukuna göre, nikâh esnasında taraflar mehrin miktarı ve ödeme şekli hususunda anlaşırlar. Nikâhta miktar belirlenmiş ise “mehr-i müsemma” belirlenmemişse “mehr-i misil” olarak isimlendirilir. Mehr-i misil: evlenen kızın akrabalarından kendi konumunda bulunan diğer kızlara verilen mehir miktarıdır.[6]

Mehir, ödenme zamanına göre de “muaccel” yahut “müeccel” olarak isimlendirilir. Muaccel, peşin olan mehri; müeccel ise daha sonra verilmesi vad edilen mehri ifade eder. Müeccel mehir için vakit tayin edilmişse zamanı gelince, değilse de boşanma anında ya da eşlerden birinin vefat ettiği zaman vadesi gelmiş kabul edilir.[7]

Mehrin miktarının en azı hususunda Hanefiler 10 dirhem (hicrî ilk asırda yaklaşık iki koyun bedeli) kabul etmişlerdir.[8] Hz. Ömer (r.a), halifeliği zamanında, evlilikleri kolaylaştırmak için mehire üst sınır getirmek istemiş; ancak bir kadının kendisini ikaz etmesi neticesinde bu görüşünden vaz geçmiştir.[9]

Mehir kadının malıdır ve kadın onda dilediği şekilde tasarrufta bulunabilir. Kadının mehir bedeli ile çeyiz hazırlama zorunluluğu da yoktur.[10]

Kadının hakkı olan bu mal eğer erkek üzerine bir borç olmasa, belki de koca hanımının değerini tam bilemeyecektir. Böyle bir problemin çıkması da ailede bağların kopmasına ve muaşerette problemler çıkmasına sebep olabilir.[11]

Kadına nispetle kocaya daha geniş boşama hakları verilen İslâm aile hukukunda müeccel mehrin yüksek tutulması, evli kadına belirli bir ekonomik güvence verir ve ona bağımsızlık sağlama amacına hizmet eder. Ancak mehrin yüksek tutulması izdivacı tehlikeye düşürecek derecede de olmamalıdır. Eğer muaccel mehir miktarında aşırı gidilirse, erkekler ağır bir yük altına girer ve sermayeleri azalır. Bunun neticesinde de pek çok genç münasip vaktinde evlenemeyerek aile teşkilinden mahrum kalır. Böyle bir durumda ise bireysel veya toplumsal hiçbir kazanım sağlanamaz. Aksine bazı mahzurlu durumlara sebebiyet verilmiş olunur.[12]

NAFAKA

Nafaka, evlilik akdinin hukukî sonuçlarından biridir. Evlilik içerisinde kadının ve çocuklarının her türlü ihtiyacı kocaya aittir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz “Annelerin rızkı ve giyecekleri ma’ruf bir şekilde babaya aittir.”[13] buyurmuştur. Bir hadîs-i şerîfte ise Peygamber Efendimiz (s.a.v), Ebû Süfyân’ın eşi Hind’e “Sana ve çocuğuna yeterli olanı ma’ruf bir şekilde al.”[14]buyurarak nafakanın, kadının hakkı olduğunu beyan etmiştir. Evlilik devam ettiği müddetçe erkeğin bu sorumluluğu da devam eder. İslam hukukçularının çoğuna göre evlilik nafakasında erkek borçlu, kadın alacaklıdır. Kadının zengin olması bu durumu değiştirmez.[15]

Nafakanın yerine getirilme şekli, kocanın evin her türlü masrafını üstlenmesidir. Nafaka borçlusu olan koca; karısının normal şekilde hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan yiyecek, içecek, (yazlık-kışlık ayrımına dikkat ederek) giyecek ve diğer ihtiyaç duyduğu ilaç vb. malzemeleri temin etmekle sorumludur. Erkek, kadının sosyal statüsüne münasip huzurlu bir şekilde ikamet edeceği mesken ihtiyacını da karşılamak zorundadır.[16]

Sosyal statü olarak, evli kadının seviyesinde bulunan diğer kadınların hizmetçileri varsa veya kadın hizmete muhtaç bir durumda ise erkek hanımına hizmetçi de tutmak zorundadır. Bu hizmetçinin masrafları da hizmet ettiği sürece kocaya aittir. Ancak koca fakirse ve imkânı yoksa ondan hizmetçi tutması beklenmez.[17]

Koca, nafaka temin vazifesini yerine getirmediği zaman, kadın mahkeme yoluyla kendisine nafaka temin ettirebilir. Nafaka miktarını tespitte karı-kocanın malî ve sosyal durumları dikkate alınır. Eğer takdir edilen miktarı kocası ödemiyorsa icra yoluyla da tahsil edilebilir. Gücü yettiği halde ödemiyorsa hapsi bile istenebilir. Ancak koca fakirse hapis cezası pratikte bir fayda sağlamayacağı için bunun gerekli olmadığını düşünenler de vardır.[18]

Nafaka borcu ve miktarı üzerine anlaşamadan taraflardan birisi ölürse veya taraflar boşanırsa yahut da kadın evlilik hukukuna riayet etmez ve kocasının rızası olmadan evi terk ederse nafaka borcu sakıt olur. Bu son duruma nâşize durumu denir ve o andan itibaren kadının nafaka hakkı düşer.[19]

Günümüzde, boşandıktan sonra devam ettirilen ve erkeğe yüklenen süresiz nafaka sorumluluğu ile sıkça karşılaşmaktayız. Bu durum boşanmış kişiler arasında nefret duygularını artırdığı gibi nafaka ödeyen kişiye malî bir külfet yüklediği için onun özel hayatında da bazı aksaklıklara sebep olmaktadır.[20]Boşanan eşlerden kadını mağdur etmemek için erkek tarafının süresiz nafakaya mahkûm edilmesi başka mağduriyetlere sebep olacağından erkeğin malî ve sosyal durumugöz önünde bulundurularak dikkatli karar vermek gerekmektedir. Zira erkek bu nafakayı gönül rızası ile vermediği zaman alınan mallar kul hakkı olarak kadının zimmetinde sabit olacaktır. Ancak erkek eski eşinin zor durumda kalmaması için gönül rızası ile istediği süreye kadar nafakasını karşılayabilir.

ERKEĞİN HANIMINA GÜZEL MUAMELEDE BULUNMASI

Erkek, hanımına iyi muamele etmekle mükelleftir. Bu bir tavsiye olmayıp bizzat Rabbimizin emridir: “…Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.”[21]Aynı hususta Peygamber Efendimiz (s.av) de: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en güzel davrananınızdır. Ben de sizin aranız da aileme karşı en hayırlı davrananınızım.[22]buyurarak aileye güzel muamele hususunda kendisinin örnek alınmasını istemiştir.

Güzel muamelenin sınırı hanımın kendisi ile sınırlı kalmayıp, hanımın ailesini de şamil olmalıdır. Koca, hanımının akrabalarına, kendi büyüklerine davrandığı gibi ihtiramla muamele etmelidir. Nasıl ki hanımından, kendi yakınlarına karşı saygılı davranmasını istiyorsa bunun örnekliğini, kendisi uygulamada göstermesi gerekmektedir.

Aile içinde en küçük bir kızgınlıkta veya anlaşmazlıkta şiddete başvurmak İslâm dininin evrensel değerleri ile hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Erkeğe verilen te’dip yetkisini koca, hiçbir zaman şiddete dönüştürmemelidir. Zira Müslüman bir erkek için en güzel örnek olan Peygamberimiz (s.a.v), hiçbir şekilde aile efradına karşı bu yola başvurmamıştır. Tam aksine “Sizden biriniz karısını köle döver gibi dövmesin. Sonra aynı günün akşamında beraber yatacaklardır…”[23] buyurarak, eşler arasında şiddete başvurulmamasını tavsiye etmiştir.

HANIMI İLE BİRLİKTE OTURMA

Erkek, evlendikten sonra hanımını yalnız bırakma veya uzun süreli evden ırak kalma hakkına sahip değildir. Kısa süreli olsa bile, sık sık tekerrür etmesi halinde kadın nikâhın feshini talep edebilir. Bu durumda kadının nafakasının temin ediliyor olması hiçbir şey ifade etmez. Çünkü erkeğin nafaka mükellefiyeti ile kadının kocasıyla birlikte ikamet etme hakkının alakası yoktur.

Eğer tersi olur da kadın kocasının evini izinsiz terk ederse, erkek mahkemeden karısını eve dönmeye mecbur etmesini isteyebilir. Erkek, kadının izinsiz dışarı çıkmasına mani olabilir. Ancak kadının ana-babasını veya mahrem olan akrabalarını ziyaret etmesine mani olamaz.[24]

Kadının evden çıkması kocasının iznine bağlı olunca, dışarıda herhangi bir meslek veya sanatla meşgul olan kadın, nafaka talep etme hakkını geçici olarak kaybeder. Çünkü başkalarının işlerini görmeye çalışan kadın kocasına karşı vazifelerini tam olarak ifa edemez.

Bu hususlar güzel anlaşılmadığı için günümüz uygulamalarına bâriz şekilde ters düşen durumlarla karşı karşıya kalmaktayız. Ancak geçmiş dönemlerde veya günümüzde İslam ülkelerindeki sosyal hayata bakıldığı zaman, kadını eve kapatıp hiçbir şekilde dışarıya çıkmasına izin vermeyen kimse ile karşılaşmak neredeyse mümkün değildir. Zira kadın, kocasının her işinde onun yardımcısı ve destekçisidir. Özellikle de kırsal kesimde tarım ve hayvancılık ile uğraşanlarda tarlada veya bahçedeki pek çok işi evin kadını yürütmektedir. Durum böyle olunca da kadının evde sürekli bir hapis halinde tutulması gibi bir algı da kendiliğinden yıkılmaktadır.

HANIMININ MEŞRU OLAN HER SAHADA GELİŞİMİNE DESTEK OLMA

Aile fertlerinin ebedî ahiret azabından korunması için Rabbimiz “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”[25]buyurarak, öncelikle erkeğin kendisi başta olmak üzere ev ahalisinin tamamının evin reisi tarafından cehennemden korunmasını istemiştir. Cehennemden korunma da ilimsiz olmayacağına göre, ev reisinin hem kendisi hem de ailenin diğer fertleri için ilmî olarak yetişebilecekleri imkânlar hazırlaması gerekmektedir.

Herkesin mükellef olduğu vecîbelerin ilmini bilmesi gerektiğine göre, evlilik ve diğer mükellefiyetler ile alakalı olarak erkeğin, aile fertlerine sorumluluklarını öğretmesi gerekmektedir. Eğer bu sorumluluğunu yerine getirmek için kendini yeterli görmüyorsa gerek hanımının gerekse çocuklarının vazifelerini onlara öğretecek kimseler bulması lazımdır. Ailesinin, sosyal ve dinî hayatıyla alâkalı noksanlık olarak düşündüğü hususları tamamlamaları için imkânlar hazırlaması gerekir. Bu şekilde hareket edildiği takdirde ailenin beraberliği pekişecek ve birliktelik sağlıklı bir şekilde devam edecektir.[26]

Burada asıl dikkat çekilmesi gereken husus, evin sorumlusu/direği olarak kabul edilen erkeğin, öncelikli olarak kendi vazifelerini tam olarak öğrenmesi gerektiğidir. Eğer erkek,  İslâm’a uygun ev idaresinden habersiz ise o halde aile fertlerine zulüm etmemesi kaçınılmazdır. Zulüm sadece fizikî gücüne dayalı şiddet olarak anlaşılmamalıdır. Aile fertlerinin, kendilerini cehenneme götürecek fiiller işlemelerine mani olamamak, onların şuurlu Müslüman bireyler olmalarını sağlayamamak, evin idarecisi tarafından onlara yapılacak en büyük zulümdür.


[1] Kahveci, Nuri, İslam’a Göre Aile Bireylerinin Sorumlulukları, s. 54.

[2] Bakara, 2/228.

[3] Tirmizî, Tefsir 10.

[4] Nisâ, 4/34.

[5] Ebû Zehre, Muhammed, el-Ahvâlü’ş-şahsiyye, Kahire 2005, s. 170; Yaman, Ahmet, İslam Aile Hukuku, İFAV Yayınları, İstanbul 2009, s. 62-63.

[6] Ebyânî, Muhammed Zeyd, Şerhul-ahkâmişşeriyye fi’l-ahvâli’ş-şahsiyye, Beyrut 2006, s. 127; Aydın, M. Akif, “Mehir”, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, s. 389-391.

[7] Çeker, Orhan, Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi, Mehir Vakfı Yayınları, Konya 2017, s. 40-41.

[8]   Gökmenoğlu, Hüseyin Tekin, “İslam Hukukunda Mehir”, Mehir Dergisi, 1998, sy: 2, s. 23.

[9]   İbn Kudâme, Muvaffakuddîn, el-Muğnî, Mektebetü’r-Riyad el-Hadise, Riyad ts., VI, s. 681. İlgili ayet için bkz. Nisâ 4/20.  

[10] Çeker, Hukuk-ı Aile Kararnamesi, s 41.

[11] Abdülhamid, Muhammed Muhyiddin, el-Avâlü’ş-şahsiyye fi’ş-şeriâti’l-islâmiyye, Hanifiye Kitabevi. İstanbul. s. 126

[12] Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul, 1968. c. 2, s. 118.

[13] Bakara, 2/233.

[14] Buhârî, Buyu‘ 95, Mezalim 1, Nafakât 5, 9, 14, Eymân 3,  Ahkâm 14, 180; Ebû Dâvûd, Buyu‘ 81.

[15] Bilmen, Kâmus, II, s. 446.

[16] Çetintaş, Recep, “İslâm Hukukunda Evlenmeden Doğan Haklar Bağlamında Nafaka”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2014, sy: 24, s. 191-194.

[17] Ebû Zehre, el-Ahvâlü’ş-şahsiyye, s. 242; Abdülhamid, Muhammed Muhyiddin, el-Ahvâlü’ş-şahsiyye, s. 199.

[18] Erbay, Celal, “Nafaka”, DİA, İstanbul 2006, XXXII,  s. 282-285.

[19] Çeker, Hukuk-ı Aile Kararnamesi, s. 44.

[20] http://www.hukukihaber.net/suresiz-nafaka-nedeniyle-yasanan-magduriyetler-makale,5647.html.

[21] Nisâ, 4/19.

[22] İbn Mâce, Nikâh 50.

[23] Buhârî, Nikâh 93.

[24] Bilmen, Kâmus, II, s.165.

[25] Tahrîm, 66/6.

[26] Kahveci, İslama Göre Aile Bireylerinin Sorumlulukları, s.71.