Kurtuluşa erecek olan Müslümanlar; bid’atlerden berî, Kitab’a ve Sünnet’e gereği gibi tutkun, dinî hükümleri kendi arzularına göre mânâlandırmak ve bozmaktan uzak, Müslümanlar arasına ayrılık düşürmekten çekinir oldukları için, kendilerine “Ehl-i Sünnet ve Cemaat” denilmiştir.
Rasûl-i Zîşan Efendimiz’in (s.a.v) ahirete göçtükleri zamana kadar bütün Mü’minler bir itikad, bir yol üzere idiler. Ondan sonra bazı ictihadî işlerden dolayı ayrılığa düştüler. Daha sonra Hicret Asrı’nın sonlarına yakın ilmî, siyasî bazı sebepler dolayısıyla birtakım dinî fırkalar, ihtilaflar ortaya çıkmaya başladı. Zaten Peygamber-i Zîşan Efendimiz “Ümmetinin az bir zaman sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve bu fırkalardan yalnız kendisiyle Ashabının yolu üzere bulunanlar müstesna olup, başkalarının azaba müstehak olacaklarını” apaçık bir mucize olmak üzere önceden haber vermişti.
Bu fırkaların ortaya çıkışı İslamî düşüncelerin birçok konuşma ve tartışmalarla aydınlanma ve genişlemesine ve birtakım dinî gerçeklerin meydana çıkmasına yardım etmiştir. Fakat hatalı görüş ve ictihatlara saplanmış olan fırkaların tutumu Müslümanlar arasında ayrılıklara yol açmış; temiz, pak itikadın sakatlanmasına sebep olmuş ve asırlarca hüküm süren münakaşa ve mücadeleler yüzünden Müslümanların birlik ve beraberliği epeyce sarsılmıştır.
Şüphe yok ki; biz Sünnî Müslümanların itikadı değişmedi. Ve dinî akidelerimiz zaman itibariyle değişmez. İslamî akideler bundan on dört küsur asır önce ne ise şimdi yine odur.
Evet, her asırda İslam âlimleri, bu sapık fırkaların tutumlarına karşı durmuşlar, üzerlerine düşen vazifelerini yaparak, İslamiyet muhitini bir kısım zararlı fikirlerin, batıl nazariyeler ve akidelerin kötü tesirinden korumaya çalışmışlar ve de muvaffak olmuşlardır.
Binaenaleyh asrımızdaki İslam (yani Ehl-i Sünnet) âlimleri de bu zamanın Müslümanlarını tedirgin eden, bunaltan birtakım bozuk fikirleri, birtakım yeni yeni uygunsuz görüş ve düşünceleri önlemek için üzerlerine düşeni yapmalıdırlar, hatta yapmak zorundadırlar.
Sözün kısası:
Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in usûlü, itikad ve amellerinde, Kitap ve Sünnet’e ve bunlara uygun olan akla uymaktır. Onun için bunlara: “Fırka-i Nâciye (cehennemden kurtulmuş fırka)” denmiştir. Allah (c.c) bizleri kurtuluşa eren bu zümreden eylesin.
Ehl-i bid’at ve dalaletin yapısıysa, kitap ve sünneti, kendi görüş ve hevâlarına göre değiştirmek ve bozmaktır. Bunun için de bunlara: “Fırak-ı Dâlle (doğru yoldan sapmış fırkalar)” diye isim verilmiştir. Cenab-ı Hakk cümlemizi bu sapıtmış fırkaların içlerine düşmekten korusun.
Zamanımızda da “Bid’at ve dalalet ehli” denilen fırkalar var elbet. Bunlar da haliyle, evvelkiler gibi akidelerinde bozukluk, fikirlerinde sakatlık, amellerinde çarpıklık bulunan zavallılardır. Bunlar da uluorta laflar ediyorlar, fetvalar savuruyorlar. Fakat aslında bunlar, yeni bir şey söylemiş olmuyorlar. Hemen ki eski şaşkınların söylediklerini aynen tekrarlayıp duruyorlar. Müşahhas misaller bulmak zor bir şey değildir. Çünkü gayet boldur. Meğerki vakit müsait olmaya…
Şimdi gelin, bazı zatlar düşünelim. Bunlar, İslam’ı Peygamber’in (s.a.v) öğrettiği gibi öğrenirler. Ona Peygamber (s.a.v)’in ve Ashabının (r.anhum) inandığı gibi inanırlar. Onun hükümleriyle Peygamber (s.a.v)’in ve Sahabe-i Kiram’ın (r.anhum) amel ettikleri şekilde amel ederler. Kur’an-ı Azimüşşan’ın her buyruğuna derhal itaat gösterirler. Peygamber-i Zîşan (s.a.v)’ın sünnetine harfiyen uyarlar… İşte bunlar: Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen “Fırka-i Nâciye”dir.
Bazı şahıslar göz önüne alalım. Bunlar, hiçbir şeyde veya bazı şeylerde Peygamber (s.a.v)’e ve Ashabına (r.anhum) uymazlar. Ayet-i Kerimelere, hadis-i şeriflere uydurma mânâlar verirler.
Hz. Peygamber (s.a.v)’de ve Ashabında (r.anhum) görülmeyen şekillerde amel ve hareket ederler. Mesela: Ezanları, namazları, oruçları (yani, hâşâ huzurdan, ibadetleri), her şeyleri veya çok şeyleri hep kendilerine göredir… İşte bunlar da: Ehl-i bid’at ve dalalet denilen “Fırak-ı Dâlle”dir.