İçeriğe geç
Anasayfa » MÜSLÜMANIN MİHENK TAŞI KUR’AN VE SÜNNETTİR

MÜSLÜMANIN MİHENK TAŞI KUR’AN VE SÜNNETTİR

İslam dini, insanoğlunun Allah, diğer insanlar, hayvanlar ve kainatta var olan diğer tüm varlıklarla ilişkilerini belli bir düzen ve ahenk içinde düzenleyen ilkeler ortaya koyan ve bu ilkelere uyması karşılığında insanoğluna dünya ve ahirette mutlu olacağı müjdesini veren vahiy kaynaklı bir dindir.

İslam, insanoğlunun gündemine Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) tarafından taşınmıştır. O, Allah’tan aldığı vahiyleri insanlara eksiksiz bir şekilde iletmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim O’nun görevinin mahiyetini ve kendisine verilen görevi eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş olduğunu şu ifadelerle deklare etmektedir:

“(Ey Muhammed!) De ki: … Benim yapabileceğim, sadece Allah’tan (bana vahyedilenleri) size iletmek ve O’nun elçilik görevlerini yerine getirmektir.”[1]

“(Ey Muhammed!) De ki: Ben sadece bana vahyolunana uyarım.”[2]

“O (Peygamber) gayb hakkında cimrilik etmez.”[3]

Ayrıca Kur’an-ı Kerim, Rasulullah’ın (s.a.v) en üstün ahlak üzere[4] yaşayan bir kimliğe sahip olması sebebiyle insanoğlunun bireysel yaşamından toplumsal yaşamına, hatta inşa edeceği dünya düzenine varıncaya kadar insanı kuşatan tüm alanlarda örnek alınacak yegane kişi olması gerektiği hususunu büyük bir özenle vurgulamıştır.[5]

Kâinatta hayat süren varlıklar arasındaki ilişkileri genel anlamda sevgi, merhamet, ahlak, adalet, yumuşaklık ve şefkat ilkeleri[6] zemininde düzenleyen rahmet Peygamberi[7], insanoğlunun günümüzde belki de her zamankinden daha fazla rehberliğine muhtaç olduğu yegâne şahsiyettir.

Kur’an’dan sonra özellikle âlimlerin en çok okuduğu kitabın hangi kitap olduğu konusunda muhterem Emin Saraç hocaefendiden duyduğum şu hatırayı nakletmek istiyorum: Eski ulemamız Kur’an-ı hatim eder gibi Rasülullah (s.a.v)’ın hayatından ve farklı özelliklerinden bahseden Kadı İyad’ın (ö. 544/1149) eş-Şifâ bi-Ta‘rîfi Hukûki’l-Mustafâ adlı kitabını okurdu. Suriyeli hadis alimi merhum Abdülfettah Ebu Gudde, bir Pazar günü Fatih Camii’nde sabah namazından sonra bize Şifâ-i Şerîf’ten bir bölüm okuyarak açıklamalar yapmıştı. Daha sonra Emin hocamız, Ebu Gudde’nin Şifâ-i Şerîf’i haftada bir kez hatim ettiğini nakletmişti. Bundan dolayı olsa gerek ki eskilerin şöyle bir sözü vardır: Ulema Şifâ-i Şerîf’e, avam ise Evrâd-ı Şerîf’e devam eder.

Burada kısaca hadis ve sünnet kavramlarının mahiyeti hakkında bilgi vermek istiyoruz: Peygamber Efendimizin risaletten sonraki söz, fiil ve takrirleri bizzat kendisi tarafından “hadis” diye isimlendirilmiştir. Rasulullah Efendimiz’in risaletten sonraki tüm hayatını kapsayan ve sonraki nesillere değişik yollarla intikal eden hadis-i şerifleri, ulemamız kaynağına göre kudsî, merfû ve maktû; sihhatine göre sahih, hasen, zayıf ve mevzû; ravi sayısına göre mütevatir, haber-i vahid, meşhur, azîz ve garîb; ittisaline göre muttasıl ve munkatı; kabul ve reddine göre ise makbûl ve merdûd diye değişik kategorilerde ele almış ve değişik derecelendirmelere tabi tutmuştur. Rasulullah’ın ağzından çıkan sözlere kavlî sünnet, bir olay karşısında suskun kalarak onu onaylamasına takrîrî sünnet, hareket ve fillerine ise fiilî sünnet adı verilmiştir.[8]

Dünya bilim tarihinin en hassas kriterleri olarak kabul edilen cerh ve tadil metotları, bir hadisin Peygamberimize ait olup olmadığını ortaya koymak için geliştirilmiş ve hadisler üzerinde uygulanmıştır. Bu metotlar sayesinde bizler, peygamberimize atfedilen bir hadisin gerçek olup olmadığını, sahih ya da mevzû (uydurma) olup olmadığını kolayca öğrenebilmekteyiz.

Müslümanlar arasında da dinin öğrenilmesi gereken asıl kaynaklarının neler olduğu hususlarında bazen mihver kaymaları söz konusu olabilmektedir. Unutulmamalıdır ki, dinin aslını Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün (s.a.v) sünneti oluşturmaktadır. Müslüman için mihenk taşı Kur’an ve sünnettir. Tüm bilgiler bu mihenk taşına vurup değerlendirilir, dine yakınlığı ve uzaklığı bu ölçüye göre belirlenir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.v), vefatı öncesinde ümmetine İslam adına bıraktığı iki önemli mirası şu şekilde açıklamıştır: “Size iki şey bıraktım, o ikisine sımsıkı yapıştığınız sürece sapıtmazsınız: Biri Allah’ın kitabı, diğeri ise Nebisi’nin sünnetidir.”[9]

Allah katında çok değerli birer kul olduğumuzu iddia ettiğimiz bizlerin acaba Allah’ın kitabı ve Rasulullah’ın sünneti hakkındaki bilgimiz ne kadardır? Kur’an ve sünnet ile birlikteliğimiz, bunların öğrenilmesi ve öğretilmesi adına ne tür çabalarımız ve fedakarlıklarımız vardır? Örneğin hepimizin sık sık okuduğu Yasin suresinde Rabbimizin hangi konulardan bahsettiğini kaçımız biliyoruz? Hülasa Kur’an kültürümüzün, hadis bilgimizin ne kadarıyla övünebiliriz? Acaba Müslümanlığımız kısmen ibadetlerle bezenmiş, ancak bilgi anlamında bazen yüzeysel düzeyde mi kalmaktadır? Allah’ın kitabından ne kadar bir miktarı hafızamızda ve gönlümüzde taşıyoruz? Allah’ın yüce elçisi Hz. Muhammed (s.a.v)’in sahabe arasında meydana gelen bir olay karşısındaki şu tavrı, bu tür soruları zaman zaman kendimize yöneltmemiz gerektiğini açıkça ortaya koyuyor:

Hz. Aişe’nin naklettiğine göre Rasulullah Efendimiz’in huzurunda bir gün insanlar bir adamdan övgüyle söz ederler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v), bir insanı değerlendirirken, onun Allah katındaki değeri hakkında konuşurken göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir kriterden bahsederek arkadaşlarına şu ikazda bulunur: “Siz bu adamın Kur’ân öğrettiğini gördünüz mü (ki ondan övgüyle söz ediyorsunuz)?”[10]

[1]. Cin, 72/22-23.

[2]. Yunus, 10/15.

[3]. Tekvir, 81/24.

[4]. Kalem, 68/4.

[5]. Ahzab, 33/21.

[6]. Bkz. Al-i İmran, 3/159; Buhari, Menâkıb, 23, Fezâilü Ashâbi’n-Nebî, 27, Edeb, 38-39; Muvatta, II, 904.

[7]. Enbiya, 21/107.

[8]. Geniş bilgi için bkz. Coşkun, Selçuk, Hadis Değerlendirmelerinde Bütünlük, Aktif Yayınevi, Ankara, 2003, s. 70-71.

[9]. Muvatta, Kader, 3; ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 56; Tirmizî, Menâkıb, 32; İbn Mâce, Menâsik 84.

[10]. Ahmed b. Hanbel, VI, 66.