İçeriğe geç
Anasayfa » MÜSLÜMANIN ŞAHSİYETİ VE AHLÂKI 2

MÜSLÜMANIN ŞAHSİYETİ VE AHLÂKI 2

  1. PLANLI VE PROGRAMLI ÇALIŞMAK

Zamana galip olmayanlar işlerine galip olmayanlardır. Zamana galip olmak zamanı plânlamakla başlar, uygulamakla devam eder ve denetlemekle esas maksat elde edilir. Esas maksat verimdir, semeredir, eserdir. Hakk’a kulluk ve halka insanlık yapabilmek için ömrü, zamanı plânlamak gerekir. Mü’minin âdeti Allah’ın âdetidir. Mü’min daima Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaya dikkat etmelidir. Allah’ın ilk yarattığı bize nisbetle ilk yaptığı kaderi tesbit için yani plânı yapmak için kalemi yaratmasıdır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v):

“Şüphesiz Allah’ın yarattığı şeyin ilki kalemdir. (Allah Teâlâ kaleme): Yaz! buyurdu. (Kalem): Ne yazayım? dedi. Allah Teâlâ: Kaderi yaz; olanı ve ebede dek olacak her şeyi yaz! buyurdu”[1] buyurmuştur.

Diğer hadîs-i şerîfte de Allah’ın gökleri ve yerleri yani kâinâtı yaratmadan elli bin sene önce yaratılacak her şeyin plânını yaptığı bildirilmiştir.[2]

Zaman; hayatın, ömrün kendisidir. Ana sermaye zamandır. İşte bu sermayenin kıymetini bilmek gerekir. Zamanı değerlendirmek değerli işler yapmakla olur.

Dünyada plânlar, insanın dünyadaki konumuna göre yapılmalıdır. İnsan bu dünyada yolcudur. İnsanın dünyada kalacağı süre bir yolcunun yolculuk sırasında konaklama süresi kadardır. Bu konaklama süresinde de ebedî olan cennet kazanılacaktır. Bu kısa zamanı bereketli ve faydalı bir şekilde değerlendirebilmek için zamanımızı plânlamamız gerekir. Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) benim omzumu tuttu ve bana:

“Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi ol/davran.”buyurdu.

            Abdullah b. Ömer (r.a) de şöyle dermiş:

“Akşama kavuştuğunda sabahı bekleme (hemen yürü, zamanım yok deme, durma)! Sabaha çıktığında da akşamı bekleme (nasıl olsa daha gençsin, hele vakit var deme, ağzını ayırma)! Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için, hayatın boyunca da öleceğin zaman için tedbir al!”[3]

Plân yaparken ideal unutulmamalı, realite de inkâr edilmemelidir. Önce iyi yetişmiş kaliteli insan, sonra plân, daha sonra imkân. Ancak iyi yetişmiş bir kaliteli insan uygun bir plân yapar ve bu plânın uygulanması için gerekli imkânını da bulur ve değerlendirir.

  1. Günlük, haftalık, aylık, yıllık, birkaç yıllık, ömürlük, plân ve program yapmak,
  2. Yapılan plân uygulanabilir olmalıdır,
  3. Plânda ilme, bedene, aileye, işe, dostlara ve tebliğe vakit ayrılmalıdır,
  4. Her gün kendimizi gün boyu murakabe etmeli, denetlendiğimizi bilerek kendimizi denetlemeliyiz, akşam da günün muhasebesi yapılmalıdır,
  5. Muhasebe neticesinde ceza gerekiyorsa nefse ceza verilmeli, affedilmemelidir. Ceza ise meşru olmalı oruç cezası gibi.
  6. KİTAP EDİNMEK

Bilgiler değerlerdir. Ancak bu değerlerden gerçek manada faydalanabilmek için bu bilgi belli bir metotla elde edilmelidir.

Bilhassa dînî bilgileri doğrudan konu ile ilgili bir kitaba başvurmadan önce o ilim dalı ile ilgili kaynak bir eseri hoca ile birlikte okumalıdır.

Akâid, fıkıh, fıkıh usûlü, tefsir, hadisle ilgili temel eserlerden her biri o dalın uzmanı olan bir âlimden okunmalıdır.

İlim elde etmede hedefe ulaştırıcı en kestirme ve sâlim yol, onu tam ve eksiksiz bir şekilde elde eden gerçek ehlinden almaktır. İlmin gerçek ehli olan; bildiği ile amel eden, sözü işine uygun, üstad elinde yetişmiş, ilmi aldığı kimseye iktida edip uyum gösteren ve edebiyle edeplenen kimsedir. Sahâbe’nin Hz. Peygamber’e, Tâbiînin de Ashâb’a olan iktidası ve edebi ile edeplenmeleri gibi. Şöyle demişlerdir: “İlim, adamların göğüslerinde idi. Sonra kitaplara intikal etti; fakat onların anahtarları hep erbabının ellerinde kaldı.”[4]

İlim tahsilinin iki yolu vardır:

  1. a) Müşâfehe yolu: Üstaddan bizzat şifâhî olarak ilim almaktır.
  2. b) Mütâlaa yolu: Yazılan kitapları mütâlaa etmektir. Bunda şart olan o ilmin maksatlarını ve ıstılahlarını daha önceden öğrenmiş olmak ve o kitabın mütâlaası için gerekli olan alt yapıya sahip olmaktır. İlimde de ilk kaynaklar seçilmelidir [5]

İlmi âlimlerden almak gerektiğine delil şu hadîs-i şerîftir:

“Şüphesiz Allah, ilmi insan (hafıza)larından çekip alıvermez. Fakat ilmi, ulemâyı öldürmek suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım câhilleri kendilerine baş/lider edinirler. Onlara (birtakım meseleler) sorulur, onlar da ilimsiz/ bilmedikleri halde fetva verirler. Bu suretle hem kendileri sapıklığa düşerler, hem de (insanları) saptırırlar.”[6]

Akîdeyi ve İslâm Fıkıh Usûlünü âlim denetiminde kavradıktan sonra artık her kitap okunabilir.

Peygamber Efendimiz’in hayatı Fıkhu’s-Sîre türü eserlerden ve özellikle yaşayışı, ahlâkı ve prensipleri izlenip örnek alınması için öğrenilmelidir.

Ayrıca her bir ilim dalı ile ilgili çeşitli eserlerin kütüphanemizde bulunması gerektiğinde başvurabilmemiz için önemlidir.

Plânlı bilgi ile plânsız bilgi kıymetli yerde evin yapıldığı malzemenin; sırf malzeme olarak bir yere yığın olarak konulan malzemenin değeriyle bina içindeki malzemenin arasındaki değer kıyas edilince arasındaki farkın ortaya çıkması gibidir.

Ne idik, ne olduk ve ne olmalıyız? sorularına cevap verebilmek ve tarih muhasebesi yapabilmek için tarihi bilmek, günümüzü daha iyi kavrayabilmek için yıkılış tarihimizi sağlam kaynaklardan okumak gerekir.

  1. BİR CEMAAT İÇİNDE OLMAK VE BİR GÖREV ALMAK

Cemaat: Ehl-i Sünnet inanç sistemine bağlı, İslâm Fıkhına uygun amel eden, İslâm’ın bütün Müslümanlarca yaşanır hale gelmesi için çalışan, İslâm’ın bütün insanlara tebliğ edilmesini gaye edinen, şurasında İslâm davası şuuruna bağlı, insaflı muttakî, Müslümanların ihtiyaç duyduğu herhangi bir alanda uzman, Müslümanların leyhinde ve aleyhinde olanları bilen âlimler bulunan, diğer İslâmî cemaatlerle sürtüşmeyen, onlara düşmanlık etmeyen, en alt seviyede iman ve amelle ilgili helal ve haramları bilen, İslâm ahlâkı ile ahlâklanmaya dikkat eden, yöneten ve yönetilen açısından, lideri Hz. Peygamber (s.a.v)’i cemaati de Ashâb-ı Kirâm’ı örnek alan fertlerden oluşan Müslümanlar topluluğuna denir.

Cemaatin önemini anlamak için şu âyetlere ve hadislere bakmak yeterlidir: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

 “Ey iman edenler! Allaha karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının. Ona layık olduğu tazimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak ölünüz. Hepiniz toptan Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın bölünüp ayrılmayın.”[7]  

Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki şeytan, ayrılıp yalnız kalan koyunu yakalayan kurt gibi (ayrılıp yalnız kalan) insanın da kurdudur. Ayrılmaktan ve ayrı kalmaktan sakının! Cemaate, (bütün cemaatlerin oluşturduğu İslâm) toplumuna ve mescide bağlı kalın ayrılmayın.”[8]

“Allah’ın eli cemaatle beraber, şeytan ise cemaatten ayrılıp muhalefet edenle beraberdir.”[9]

Bir görev almayı gerekli kılan delil de şu âyet-i kerîmedir:

 “Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havârîlere: Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir? demişti. Havârîler de: Allah (yolunun) yardımcıları biziz, demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[10]

            Bu âyetten çıkarılan sorumluluğu yerine getirebilmek için gerekli üç şey:

  • Hakk’ı tanıtan bir rehber,
  • Hakk’ı tanıyan ve lidere, Hakk’a uyduğu müddetçe itâat eden bir topluluk,
  • Görev alan ve görevini yerine getiren görevli.

            Bu âyet-i kerîmeye göre bu üç şart yerine getirilince Allah Teâlâ’nın yardımı gerçekleşecek ve zafer kazanılacaktır.

Aşağıdaki şu âyet-i kerîmede davamızın başarıya ulaşması için ne yapmamız gerektiği ve kimlerle beraber olmamız gerektiğine işaret edilmektedir:

 “Ey iman edenler! Allah’tan korkun (saygılı olun) ve sâdıklarla beraber olunuz.”[11]

Bu âyet-i kerîme önce itaat edip isyan etmemek, zikredip unutmamak ve şükredip nankörlük etmemek manasında olan Allah Teâlâ’dan korkma emredilmekte sonra da Ensâr’a, imanlarında, davalarında sadâkat gösteren Muhâcirler’le beraber olun ve onların davalarına destek olun diye emredilmektedir. Âyetin nüzûl sebebinin özel oluşu, hükmün bize yüklediği sorumluluğun genel oluşuna mani değildir kaidesine göre bu âyet Ensâr’ın şahsında bütün müslümanlara bir emirdir.

Cemaatte dikkat edilmesi gerekli hususlardan bazıları şunlardır:

  1. Her konuyu İslâm’a, ilme götürmek, münakaşa etmeyip ya müçtehidlere veya müçtehidlerin usûliddîn ve usûl-ı fıkha göre fürû’ kitaplarına müracaat etmek,
  2. Cemaatin bağlılarını eğitecek bir eğitim programı hazırlamak ve uygulamak
  3. İşlerin istişaresi, karar altına alınıp uygulanması,
  4. Aleyhimize de olsa Hak yolda olduğu müddetçe lidere itâat etmek,
  5. Herkese güven telkin edebilen ilmî güce, şuur ve uyanıklığa ulaşmak,
  6. Cemaatin safları herkese açık olmalıdır. Cemaatin çaplılığı, seviyesi, kemalli davranışı ve herkesi doyurabilmesinden dolayı herkes kendisini burada görebilmeli ve bir yerinin olduğunu hissedebilmeli,
  7. Hükümlerde ilim, uygulamada disiplin ve fedakârlık, amelde ahlâk, başkalarına karşı tavırda müsamaha esas olmalıdır.

Bu ideal bir cemaatin dikkat etmesi gerekli olan prensiplerinden bazılarıdır. Şüphesiz biz ideal bir cemaat olamadık diye vazgeçmek değil, ideale doğru adım adım ilerlemek, davada ciddi olmak, birbirimize yardım etmek ve bu ideallere ulaşmaya gayret etmek gerekir.        G. GÜNLÜK İBADET VE ZİKİRLERE DİKKAT ETMEK

  1. Önce günahlardan ve tembellikten tövbe etmek suretiyle manevî temizliğe dikkat etmek,
  2. Maddî temizliğe son derece hassasiyet göstermek,
  3. Küfür ve şirkten, günahlardan, şüphelilerden ve gafletten bile sakınan muttakî imamın arkasında kılmayı tercih etmek; böyle bir kimse yok ise mü’minin arkasında kılınır düşüncesiyle herhangi bir imamın arkasında cemaatle namaza devam etmek,
  4. Her gün zikirden nasiplenmek; Kur’ân-ı Kerîm okumak bir sayfa da olsa, Riyâzüs-sâlihîn’nin zikir bölümünde belirtilen zikirlerden vird edinmek,
  5. Gündüzleri kuşluk namazına ve geceleri de teheccüd namazına dikkat etmek,
  6. Haftalık pazartesi ve perşembe günleri imkân nisbetinde oruçlu olmaya çalışmak,
  7. Zaman zaman umre yapmak ve hacca gitmek,
  8. Günün sonunda muhasebe düşüncesiyle ne idim, ne oldum ve ne olmam lazımdı diye tefekkür etmek.
  9. SALİH, SADIK ARKADAŞ VE GERÇEK DOST EDİNMEK

Bunun önemini anlamak için şu hadi-i şerîfe bakmak yeterlidir:

“İnsan, dostunun dini üzere hareket eder (dostunun yaşayışından tesirlenir.) O halde her biriniz dost edineceği kimseye baksın (dikkat etsin)!”[12]

Her yerde, evde, işte,  okulda, sâlih arkadaş edinmek. Belli şeyleri yapmada, nasihatleşmede, sevinçte ve tasada yardımlaşmak üzere sözleşmek ve ahde sadık kalmak.

Günah ehlinin bizi kuşatmasından kurtulmanın çaresi sevap ehlinin bizi kuşatmasını sağlamaktır. İşte bundan dolayı sâlih arkadaş çevresi oluşturmamız, varsa onlarla birlikte olmaya özen göstermemiz gerekir.

  1. BİRBİRİMİZE NASİHATTE BULUNMAK VE DİĞER İNSANLARI DA İSLÂM’A DAVET ETMEK

Önce kendimize nasihatte bulunmak, sonra İslâm’ın Müslümanlar arasında uygulanmasına dikkat etmek, daha sonra da Müslüman olmayanlara davette bulunmak gerekir. Çünkü en güzel davet Müslümanda İslâm’ın görülmesi yani fiilî davettir. Müslümanın müslümana karşı görevlerinden birisi de karşılıklı nasihatte bulunmalarıdır. Çünkü nasihat, muhatabın hayrını istemektir. Bir müslümana, kardeşleri olan diğer Müslümanların dünya ve âhiret hayırlarını yani mutluluklarını istemesi vaciptir. Hz. Ömer (r.a): “Nasihatçileri olmayan ve nasihati sevmeyen kavimde hayır yoktur” der.[13]

Hz. Peygamber (s.a.v), sahabeden biat alırken birbirlerine nasihat etmek şartıyla biat alırdı. Zira nasihat, İslâm’ın ve Müslümanların maslahatlarını ve hayırlarını istemektir.

İslâm’a davet de Müslümanın kendisi için istediği imanı insan kardeşleri olan kâfirler için istemek zorunluluğunun neticesidir. Davet ederken de şefkatin ve sorumluluğun gereği düşüncesiyle davette bulunmak, bunu da cemaat olarak plânlamak gerekir.

Devamlı bu görevi yapan, aylarını, ayını, haftasını ve haftanın belli bir gününü davet için ayıran kimseler diye görev bölümü yapılması uygun olur.

Davetin başarıya ulaşması için bir “Davet Enstitüsü” kurulmalıdır. Bu kurum İslâm davetini plânlamalı, uygulama programları yapmalıdır. Bu programı uygulayacak davetçiler yetiştirmelidir.

  1. HER GÜN TEVBE VE İSTİĞFAR ETMEK

Tövbe ve istiğfar Rabbimizin bize bir emridir. Kim bağışlanmayı istiyorsa tövbe etmelidir. Çünkü Allah Teâlâ aşağıdaki âyetlerde istiğfâr ve tövbe hakkında şöyle buyuruyor:

“Ve Rabbinizden mağfiret dileyiniz, sonra da ona (ihlâsla) tövbe ediniz ki Allah sizi tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatsın ve her fazilet sahibine kendi fazl (u kerem)ini versin.”[14]

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve merhametli bulacaktır.”[15]

“Şu da muhakkak ki Ben, tövbe eden, iman eden ve sâlih amel işleyen, sonra  (ölünceye kadar) doğru yolda (tövbede, imanda ve sâlih amelde devam edip) giden kimseyi bağışlarım.[16]

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kim istiğfâra yapışır (devam edip dilinden düşürmez) ise, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden kurtuluş ihsan eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.”[17]

Önce yanlış anlayış ve yanlış davranıştan, sonra da yanlış arkadaş ve yanlış çevreden tövbe etmek gerekir. Şu da bir gerçektir ki hak ve doğru bilinmeden batıl ve yanlış anlaşılmaz. İnsan ömür boyu batılı öğrense Hakk’a ulaşamaz. Ama Hakk’ı bilirse onun dışındakilerin batıl olduğunu anlaması kolaydır. İşlediği günaha hemen tövbe etmeli ve onu affettirecek güzel bir iş yapmalıdır.

  1. KÂMİL MÜ’MİNİN ÖZELLİKLERİNİ KAZANMAYA ÇALIŞMAK

Bunun gerçekleşmesi için şunlara dikkat etmek gerekir:

  1. Önce kâmil mü’min olmanın önemini, gerekliliğini ve bunu Allah Teâlâ’nın istediğini, bu özellikleri elde etmenin mümkün olduğunu, her gün bunları elde etme gayretinde olmanın gerekliliğini bilmek ve inanmak,
  2. Sonra kendimizi tanımak gerekir. Bunun çaresi kendimizi örneklerle kıyas etmektir,
  3. Kâmil ve mükemmil/kemale erdirici olanlardan istifade etmek,
  4. Bu düşüncede olanlarla beraber olmak ve gayret etmek,
  5. Allah Teâlâ’dan gafil olmamak, Kur’ân-ı Kerîm’den istifade etmek ve her konuda Peygamber Efendimiz’in örnekliğini bilip O’nu izlemek, hayatta olan salihlerden istifade etmek feyizlenmek.

 

[1] –  Tirmizî, Kader, 17.

[2] –  Tirmizî, Kader, 18.

[3]-  Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25.

[4]–  Şâtıbî, el-Muvâfakât, (trc. Mehmed Erdoğan) I, 81-85,  İstanbul 1990 (İz Yay.).

[5]–  Şâtıbî, a.g.e., I, 86-87.

[6]–  Buhârî, İlim, 35; Müslim, İlim, 13; Tirmizî, İlim, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 8.

[7] –  Âl-i Imrân sûresi (3),102, 103.

[8] –  Ahmed, V, 233, 243.

[9] –  Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, V, 218.

[10] –  Saff sûresi (61), 14.

[11] –  Tevbe sûresi (9), 119.

[12] –  Ebû Dâvûd, Edeb, 19; Tirmizî, Zühd, 45.

[13] –  Muhâsibî, Risâletü’l-Müsterşidîn, (tah. Abdulfettah Ebû Ğudde), s. 120.

[14] –  Hûd sûresi (11), 3.

[15] –  Nisâ sûresi (4), 110.

[16] –  Tâhâ sûresi (20), 82.

[17] –  Ebû Dâvûd, Salât, 361; İbn Mâce, Edeb, 57.