İçeriğe geç
Anasayfa » MUTASAVVIF MÜFESSİR İSMÂÎL HAKKI BURSEVÎ’NİN TEFSÎR-İ ÂMENERRASÛLÜ İSİMLİ ESERİ*

MUTASAVVIF MÜFESSİR İSMÂÎL HAKKI BURSEVÎ’NİN TEFSÎR-İ ÂMENERRASÛLÜ İSİMLİ ESERİ*

XVII. ve XVIII. yüzyıllarda yaşamış bir âlim olan İsmâîl Hakkı Bursevî İslâmî ilimlere dâir pek çok kıymetli eser kaleme almıştır.[2] Mutasavvıf yönüyle iştihar eden Bursevî aynı zamanda Osmanlı döneminin meşhûr müfessirlerinden birisidir. Tefsir sahasında kaleme aldığı eserler onun bu sahadaki yetkinliğinin bir delilidir.

Tefsîr-i Âmenerrasûlü, İsmâîl Hakkı Bursevî’nin, 1125/1713 senesinde Türkçe olarak telif ettiği tefsir risâlesidir.[3] Eserde Bakara sûresinin 285. ve 286. âyetleri parçalar halinde tefsir edilmektedir. Sade ve akıcı bir dille kaleme alınan tefsirde işârî üslûp ağırlığını hissetirmektedir. Risâlede ayrıntılı dilbilimsel izahlar ve kelâmî tartışmalar gibi unsurlara yer verilmemiştir. Bu meseleler ortalama düzeyde dini formasyona sahip bir müslümana hitap edecek seviyede ele alınmıştır. Mukaddimesi bulunmayan eser direkt olarak Bakara sûresinin 285. âyetinin tefsiriyle başlamaktadır.

Bursevî 285. âyetin başında mü’minlerin îmânından önce Hz. Peygamber’in îmânının zikredilmesini, îmânın mertebe mertebe oluşuyla izah etmektedir. Yine burada bilginin ‘İlmü’l-yakîn, ‘Aynü’l-yakîn ve Hakku’l-yakîn şeklindeki derecelerine dair açıklamalar yapmıştır.[4]

Bursevî yer yer avâmm ve havâssın kâinatı okuması arasındaki farklara atıflar yapmaktadır. Bu cümleden olarak 285. âyetin sonunda yer alanوَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ ifâdesini tefsir ederken fenâ makâmında olanların bu âlemde de Hakk’la birlikte olduklarını söylemektedir.[5]

Risâlenin satır aralarında Bursevî’nin kelâmî perspektifine dair ayrıntıları da görmek mümkündür. 286. âyetin başında yer alan لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا ifâdesini tefsir ederken, İmam Mâturîdî’nin (v. 333/944) aksine “teklif-i mâ lâ yutâk”ın aklen câiz olduğunu fakat şehâdet âleminde vukû bulmadığını söyler.[6]

İstifâde kaynaklarına dâir ayrıntı zikredilmeyen eserde lafızların gramatik açıdan tahlillerine de pek fazla yer verilmemiştir. Bursevî 286. âyette birbirine yakın anlamlı olan وَاعْفُ عَنَّا ve وَاغْفِرْ لَنَا ifâdelerinin ard arda gelişine ve aralarındaki nüans farkına özet olarak şöyle değinmiştir:

“وَاعْفُ عَنَّا Ve bizden âsâr-ı cerâ’imi mahv eyle. Şöyle ki defter-i amelden memhuvv olup bî-nişân ola. وَاغْفِرْ لَنَا Ve ‘uyûbumuzu setr eyle, tâ ki kıyâmette beyne’l-halâ’ik rüsvây olmayalım. Ve bunda zünûbu hasenâta tebdîle dahî işâret vardır. Ve bununla af ve mağfiret meyânında fark hâsıl olur ki sânî evvelden akvâdır. Fefhem cidden.”[7]

Bursevî benzer şekilde وُسْع ve مَا لاَ طَاقَةَ ifâdelerinin aralarında da nüans farkı olduğunu, مَا لاَ طَاقَةَ’nin وُسْع’den daha meşakkatli olan sorumluluklar olduğunu zikretmiştir.[8]

İsmâîl Hakkı Bursevî’nin bu risâlesinde ulûmu’l-Kur’ân’a taalluk eden meselelere dair yüzeysel bilgiler verildiği görülmektedir. Misâlen, sûrenin başı ile sonu arasındaki münâsebete şu iki cümle ile yer vermiştir:

“Pes bu sûre-i Bakara’nın evveli hidâyet ve âhiri hilâfet oldu. Zîrâ ibtidâ mücâhede seyfe mevkûftur, seyf ise hılâfet ehline menûttur.”[9]

Diğer bir örnek olarak 286. âyette yer alan رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا ifâdelerini tefsir ederken yaptığı açıklamalar örnek gösterilebilir. Bursevî âyette mübhem olarak geçilen bazı noktaları, konu ile alakalı rivâyetler ışığında tafsîl etmiştir.[10] Pek fazla rivâyet unsuru bulunmayan risâle tefsir edilen söz konusu iki âyetin fezâiline dâir bilgiler verilerek tamamlanmıştır.[11]

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم[12]

[153b] آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ Rasûlden murâd Hâtemü’n-Nebiyyîn’dir sallallâhu aleyhi ve sellem ki evvel-i emrden sâhib-i kitâb olduğunu iş‘âr için ünvân-ı risâlet ile ta‘bîr olundu. Yani Rasûl ve ona tâbi‘ olan mü’minler kendine Perverdigârından inzâl olunan Kur’ân’a ve Kur’ân içinde olan ahkâm ve şerâ’i‘ ve gayrıyı tasdîk eylediler. Zîrâ mü’minler mu‘cizât ile tasdîk ettikleri gibi Rasûl dahî kendine zâhir olan delâlât-ı hafiyye ve celiyye tasdîk eyledi ve kendinin nebiyy-i hak olduğunu yakînen bildi. Onun için her husûsta câzim oldu. Ve bunda îmân-ı kebîr ile îmân-ı sagîre [154a] tergîb vardır. Me‘a hâzâ metbû‘ olan kimse her türlü kemâlle ittisâfta tâbi‘den mukaddemdir. Ve tâbi‘ olan kimse gerçe mücerred îmânda metbû‘la müşterektir velâkin îmânın merâtibi vardır ki Rasûl ol merâtibin derece-i ‘ulyâsındadır. Zîrâ müşâhede ve ‘iyânı kavîdir. Onun için hakîkat-i hakku’l-yakîn derecesine vâsıldır. Sâir evliyâ-i ümmet ise derece-i hakku’l-yakîn ve ‘aynü’l-yakînde ve ‘avâm-ı millet ise mertebe-i ilmü’l-yakîndedir.

İlmü’l-yakînde dahî mu‘teber olan, teşkîk ile zevâl kabûl etmeyen ilimdir. Ve illâ mü’min nâmına olanların ekseri nazar ve istidlâlden mahrûm oldukları gibi taklîdleri zayıf olmağın ednâ bâ‘is ile ‘akîdeleri mütebeddil olur. Ve bunda vâris-i Rasûl olanların hallerine dahî işâret vardır. Zîrâ Rasûl vahy-i hakkı tasdîk ettiği gibi vâris-i Rasûl dahî ilhâm-ı ilâhîyi tasdîk etmiştir. Zîrâ âlem-i şeytândan âlem-i ilâha dâhil olanlarda şüphe ve şek olmaz. Onun için vesvâs-ı nefsâniyye ve ilkâ-i şeytânîden mahfûz olmuşlardır. Ve bunların ilhâmları kendilerine hüccet olduğu gibi mu‘tekid olanlara dahî hüccettir, [154b] eğerçe ki mutlakan ‘avâma göre hüccet değildir.

كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ Bu cümlesi yani Rasûl ve ona tâbi olanlar Allâhu Te‘âlânın vücûduna ve vahdetine ve ulûhiyyetine ve melâikenin ma‘sûm ve vâsıta-i Hakk olduklarına ve kitâbların her biri bir peygambere nâzil olduğuna ve peygamberler dahî irşâd-ı nâs için meb‘ûs olduklarına ve yevm-i âhire ve sâire ‘ale’t-tafsîl îmân getirdiler. Pes bunda îmân-ı icmâlîden sonra îmân-ı tafsîlîye dahî işâret vardır. Velâkin îmân-ı tafsîlî dahî merâtib üzerinedir. Ulemâ-i ilâhiyyûnun îmânları kemâ yenbağî tafsîl üzerinedir. Zîrâ onlar ahkâm ve şerâ’i‘in mecmû‘una muttali‘ olduklarından mâ ‘adâ Kur’ân’ın me‘ârif ve hakâ’ikine dahî vâsıl olup Hakk Te‘âlâyı zâhiren ve bâtınen ta‘zîm etmişlerdir. Ve sâir ulemâ dahî derecelerine göre ehl-i tafsîldir. Ve bizim şerî‘atimiz ilâ yevmi’l-kıyâm bâkiyedir. Ve Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem kabrinde hayydır ve ulemâ-i ümmet onun vükelâsıdır. Bir kimse onun ismini bilmese îmânı dürüst olmaz. Ve hâtemü’r-rusül olduğuna dahî tasdîki olmasa böyledir.

لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ Yani mü’minûn derler ki bizim îmânımız şöyledir ki peygamberlerden [155a] bir kimsenin arasını fark edip îmânı tahsîs etmeziz, bel ki cümlesine mü’miniz. Nitekim yehûd ve nesârâ tefrîk edip ba‘zılarına kâfir oldular. Vâcib olan ise cümleye ‘ale’t-tesviyye îmândır. Zîrâ her biri zamânında meb‘ûsün min ‘indillâh ve ‘adl-i tâmla kâimdir. Ve bunda işâret vardır ki Allâhu Te‘âlâ tarafından gam ve sürûr ve mekrûh ve mahbûbdan her ne vârid olursa kabûl etmek gerektir. Zîrâ hüküm Allâhu Te‘âlânındır, abd ise mahkûmdur. Ve her hükümde bir hikmet vardır ki hayr-ı mahzdır.

وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا Yani dediler ki da‘vetine icâbet ve emrine itâ‘at eyledik. غُفْرَانَكَ Bizden sâdır olan me‘âsî ve zellâtımızı mağfiret eyle. رَبَّنَا Ey Perverdigârımız وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ Ba‘de’l-mevt rücû‘ ancak sanadır. Bundan maksûd ba‘s u haşri ikrârdır. Hakk’a rucû etmek irtifâ‘-ı vesâ’it ma‘nâsınadır. Ve illâ insân her halde huzûr-i haktadır. Ve Hakk için mekân-ı mu‘ayyen ve gayr-ı mu‘ayyen ile ta‘yîn yoktur. Bu ma‘nâ ehl-i fenâ ve müşâhade olanlara rûşen ve peydâdır. Vallâhu’l-Muveffık.

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا Yani [155b] Allâhu Te‘âlâ her nefse ve şahsa teklîf etmez, illâ vüs‘ünde ve tâkatinde olanı teklîf eder. Bel ki âsân ve eshel vechle mu‘âmele eyleyip istifrâğ-ı tâkate muhtâc olacak kadar vecihle haml-i sakîl tahmîl etmez. Zîrâ sâhib-i şer‘i rahmeten li’l-âlemîn irsâl etmiştir. Rahmet-i tamme ve âmme ise teshîl ve teysîrdedir. Ve teklîf-i mâ lâ yutâk etmek gerçe câizdir aklen velâkin hâricde vukû‘u yoktur.

لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ Yani her nefsin kesb ettiği a‘mâl-i hayr ve a‘mâl-i şerrin cezâsı kendine maksûddur ki gayrıya tecâvüz eylemez. Pes bir fi‘lin menfa‘ati fâ‘iline münhasır olunca onu tahsîl etmek lâzım ve bir fi‘lin dahî mazarratı fâ‘iline maksûd olunca ondan ictinâb etmek vâcibdir. Binâen ‘alâ hâzâ bu âyette tergîb ve terhîb vardır.

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا Mü’minlerin ed‘iyesindendir. Yani ey Perverdigârımız nisyân ve hatâya vesîle ve bâ‘is olan umûrla bizi mu’âheze ve mu‘akabe eyleme. Me‘a hâzâ nisyân ve hatânın hükmü merfû‘ ise de mu’âhaze mümteni‘ değildir. Nitekim hatâ ile zehir tenâvül eden kimse [156a] helâk olur. Pes fazl u rahmete dayanıp mağrûr olmamak gerektir. Ve nimet-i ref‘e i‘tibâr edip istidâme etmek gerektir.

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا Ey Perverdigârımız, bizden mukaddem gelen Benî İsrâîl üzerine tekâlîf-i şâkka haml ettiğin gibi bizim üzerimize öyle haml-i sakîl tahmîl eyleme. Bel ki uhdesinden gelmeyip azâba mü’eddî ola. Ve kavm-i Mûsâ’ya aleyhisselâm tekâlîf-i şâkka bu idi ki ‘ibâdet-i ‘icl ettiğinde tevbeleri kendi nefislerini katl etmek oldu. Ve bir kimse hatâ ile bir kimseyi katl eylese diyet veyâ sulh veyâ afv câiz olmazdı, bel ki yerine onu kal etmek meşrû‘ idi. Nitekim kavm-i Îsâ aleyhisselâm bunun hılâfına idi. Ve bir sevbe veyâ cilde ferv[13] gibi ve huff[14] gibi, necâset isâbet eylese ol mevzi‘i kat‘ etmek lâzım gelirdi ki suyla yumak onu tathîr etmezdi. Ve bir gün ve bir gecede elli vakit namaz farz idi. Ve zekâtları rub‘-i mâl idi ki ikiyüz dirhemde elli dirhemdir. Ve ‘alâ hâzâ nice şedâid ile mübtelâ olmuşlardı ki ümmet-i merhûme [156b] ondan mu‘âfâ ve müsellemdir.

رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ Ey Perverdigârımız bize tâkatimiz olmayan nesneyi tahmîl etme ki azâbdan veyâhûd tâkat-i beşeriyyeden hâric olan tekâlîftir. Zîrâ aklen mücevvezdir, nitekim mürûr etti. Ve câizdir ki مَا لاَ طَاقَةَ ile murâd eşakk olan tekâlîf ola ki vüs‘den hâric gibidir. Pes bu mahall-i terakkî bâbından olur. Zîrâ şâkk ile teklîf olunmamayı talepten sonra eşakk ile teklîf olunmaktan dahî af dilediler.

وَاعْفُ عَنَّا Ve bizden âsâr-ı cerâ’imi mahv eyle. Şöyle ki defter-i amelden memhuvv olup bî-nişân ola. وَاغْفِرْ لَنَا Ve ‘uyûbumuzu setr eyle, tâ ki kıyâmette beyne’l-halâ’ik rüsvây olmayalım. Ve bunda zünûbu hasenâta tebdîle dahî işâret vardır. Ve bununla af ve mağfiret meyânında fark hâsıl olur ki sânî evvelden akvâdır. Fefhem cidden. وَارْحَمْنَآ Dahî her vecihle bize in‘âm ve tefaddul eyle, tâ ki esâs ve binâ ve nakş mecmû‘u hâsıl ola ki cehennemden halâstan sonra cennât-ı ‘âliye ve derecât-ı refî‘a ile teşerrüftür. Ve bunda na‘îm-i rûhânî dahî dâhildir. أَنتَ مَوْلاَنَا Yani sen bizim [157a] mevlâ ve seyyidimiz ve biz senin kullarınız. فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ Pes bizi zâhiran ve bâtınen küffâr ve fecere üzerine mansûr ve muzaffer eyle. Zîrâ mevlâ ve seyyid, mevâlî ve abîdine nusret edegelmiştir.

Pes bu sûre-i Bakara’nın evveli hidâyet ve âhiri hilâfet oldu. Zîrâ ibtidâ mücâhede seyfe mevkûftur, seyf ise hılâfet ehline menûttur. Onun için bu sûre Senâmü’l-Kur’ân ve Füstâtu’l-Kur’ân’dır ki ta‘allümünde bereket ve terkinde hasret ve nedâmet vardır. Ve bu iki âyet ki Âmenerrasûlü’dür, ilâ âhirih, onlar havâtîm-i Bakara’dırlar. Leyle-i Mi‘râc’da bilâ vâsıta nüzûl etmiştir. Ve bu du‘âları ol gece Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem okuyup her birine ‘alâ hiddetin icâbet hâsıl olmuştur. Ve bu iki âyet tahte’l-‘arş olan künûz-i cennettir ki Allâhu Te‘âlâ onları yed-i kudretiyle kitâbet eylemiştir, sûre-i Fâtiha ve Âyetü’l-Kürsî ve sûre-i Kevser gibi.

Bir kimse ba‘de’l-‘işâ yattığı zaman ol iki âyeti huzûr-i kalb ve mutâla‘a-i me‘ânî ile kırâat eylese teheccüde bedel ola. Ve her emrinde kâfî ola. Ve sihirbazlar ona zafer bulmayıp [157b] sihirleri bâtıl ola. Ve şerr-i cinden dahî emîn ola. Pes mü’mine lâzımdır ki bu fazîlet ile âmil ve derecât-ı âliyyeye nâil ola. Bi-mennihî te‘âlâ ve keremihî.

المترجم الفقير الشیخ إسماعيل حقي شرفه الله بمزيد الترقي سنة ١١٢٥[15]

قد وقع الفراغ من تحرير هذا الكتاب فی اول شهر ذی القعدة وانا الفقير السيد حافظ محمد امين الخطيب بجامع حداوندكار فی چكركه قد كتبته من خط الشیخ إسماعيل حقي قدس الله سره سنة ١٢٣٤[16]


[1] Mehmet Akif Alpaydın, Dr., T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, akifalp@hotmail.com

[2] Hayatı ve eserleri ile alakalı ayrıntı için bkz. Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyi‘u’l-fudalâ, Çağrı Yayınları, İstanbul 1989, II/683; Bağdatlı İsmâîl Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn esmâu’l-müellifîn ve âsâru’l-musannifîn, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1951, I/219-220; Hayrullah Nedim Efendi, Terceme-i Hâl-i Şeyh İsmâîl Hakkı, Hudâvendigâr Vilâyeti Matbaası, Bursa 1307, s. 1-16; Mehmed Şemseddin, Yâdigâr-ı Şemsî, Matbaa-i Vilâyet, Bursa 1332, s. 126-135; Bursalı Mehmed Tâhir, Mevlânâ eş-Şeyh İsmâîl Hakkı el-Celvetî Hazretleri, Matbaa-i Bahriyye, İstanbul 1329, s. 2-9; a.mlf, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i Amire, İstanbul 1333, I/28-32; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 2307, vr. 37-56; a.mlf. Kemalnâme-i Hazret-i Hakkı, Yazma Bağışlar, nr. 2324, vr. 2b vd; Hayreddin Zirikli, el-A’lâm kâmûsu terâcim, Dâru’l-ilm li’l-melâyîn, Beyrut 2002, I/313; Ömer Rıza Kehhâle, Mu‘cemu’l-mü’ellifîn, Mektebetü’l-Müsenna – Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, Beyrut ts. II/266-267; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsîr Tarihi Tabakatü’l-Müfessirîn, Bilmen Yayınevi, İstanbul 1973, II/713-714; Ziyaeddin Coşan, İsmâîl Hakkı Bursevi ve Fatiha Suresi Tefsiri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2001, s. 25-57; Ali Namlı, “İsmâîl Hakkı Bursevî”, DİA, İstanbul 2001, XXIII/102-106.

[3] المترجم الفقير الشیخ إسماعيل حقي شرفه الله بمزيد الترقي سنة ١١٢٥ İsmâîl Hakkı Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Halet Efendi, nr. 414/6, vr. 157b.

[4] Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, vr. 153b-154b.

[5] Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, vr. 155a.

[6] Bursevî, Tefsir-i Âmenerrasûlü, Süleymâniye Kütüphanesi, Halet Efendi, nr. 414/6, vr. 155a-b. Bu görüş İmam Eş’arî’nin (v. 324/935) görüşüdür. Bkz. Mustafa Sinanoğlu, “Teklif”, DİA, İstanbul 2011, XL/385-387.

[7] Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, vr. 156b.

[8] Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, vr. 156b.

[9] Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, vr. 157a.

[10] Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, vr. 156a-b.

[11] Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, vr. 157a-b.

[12] Bursevî’nin Tefsîr-i Âmenerrasûlü isimli eserinin tespit edebildiğimiz on adet nüshası bulunmaktadır. Yaptığımız mülahazalar sonucu Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Halet Efendi, 414/6 numarada bulunan nüshanın, ibâresi en düzgün ve noksansız olan nüsha olduğunuz tespit ettik. Bursa’da Çekirge semtinde bulunan Murad Hudâvendigâr câmiinde hatîb olan müstensih Seyyid Hâfız Muhammed Emîn Efendi, bu nüshayı İsmâîl Hakkı Bursevî’nin müellif hattı nüshasından 1234 senesinde istinsâh ettiğini ifâde etmiştir.[12] (bkz Bkz. Bursevî, Tefsîr-i Âmenerrasûlü, vr. 157b) Eserin transkripsiyonunda bu nüsha esas alınmıştır.

[13] Post, kürk.

[14] Mest.

[15] Mütercim, fakîr eş-Şeyh İsmâ‘îl Hakkı -Allâh onu yüksek makamlara nâil etsin- bu eseri 1125 senesinde telif etti.

[16] Bu nüshanın istinsâhı Zilkade ayının evvelinde tamamlandı. Ben, Bursa Çekirge’de bulunan Murad Hüdâvendigâr Câmii hatîbi Seyyid Hâfız Muhammed Emin bu nüshayı Şeyh İsmâîl Hakkı’nın kaddesallâhu sirrahûnun kendi hattıyla yazılı nüshasından 1234 senesinde istinsâh ettim.