İçeriğe geç
Anasayfa » NAMAZIN KAZASI

NAMAZIN KAZASI

1- KONU VE ÇERÇEVESİ

Meşru bir mazeret olmaksızın vaktinde eda edilmeyen namazın kazası vardır-yoktur meselesi zaman zaman gündeme getirilmektedir. “Vardır” fetvası bazıları için “Sonra kaza ederim.” gibi bir ihmale kapı aralarken “Yoktur” fetvası da, önce kılmamış ama şimdi pişman olmuş, hatasını telâfi etmek için çare arayan diğer bazılarını da ümitsizliğe düşürmektedir. Yeni bir içtihatmış gibi takdim edilen bu mesele geçmişte fıkıh, ağırlıklı olarak da hadis şerhi kaynaklarında ele alınmış, görüş ve deliller tartışılmış, tercihler yapılmıştır. Bundan sonra yapılacak şey ise ilmî emanete riâyet ederek saygı ve hürmette itidali koruyarak bu hâsılatı naklettikten sonra günümüz insanını tereddütten kurtarmak için bir TEVCİH ve tavsiyede bulunmaktan ibaret olacaktır.

2- GİRİŞ

Unutma ve uyku gibi elde olmayan sebeplerden dolayı vaktinde kılınamayan bir namazın kaza edilmesinin farz olduğu üzerinde âlimler ittifak halindedir.[1]  Bu husustaki delilleri, Hz. Peygamberin kavlî ve fiilî sünnetidir. Şöyle ki; Rasûlullah (s.a.v) bir gazadan dönerken sabaha karşı bir yerde orduya istirahat vermiş. Bilali Habeşi’yi de namaza kaldırması için nöbetçi bırakmıştı. O da uyuyakaldı. Güneş doğduktan sonra uyandılar. Hz. Peygamber (s.a.v) hemen hareket emri verdi. Bir müddet yürüdükten sonra durup sabah namazını kaza ettiler. Sonra Rasûllullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kim namazı unutur veya uyuya kalırsa hatırlayınca kılsın, onun bundan başka kefareti yoktur.”[2]  Bedreddin Aynî bu hadisten çıkan hükümleri sayarken: “Bunda unutan ve uyuya kalan kişinin namazı kaza etmesi emri vardır. Âlimlerin kâffesinin mezhebi budur.” der.[3]  Ancak mazeretsiz kılınmayan namazın kazası konusu ise ihtilaflıdır.

3- GÖRÜŞLER

Uyku, unutma, hastalık ve benzeri meşru bir mazeret bulunmadan, namazın farziyetini de inkâr etmeden sadece bir ihmal, tembellik, çevreye uyma ve dünya meşgalesi gibi sebeplerle namazı vaktinde kılmayan, ancak daha sonra pişman olup tövbe eden kişinin geçirdiği bu namazları kaza etmesinin farz olup olmadığı meselesi ihtilaflı konulardandır. Cumhûr “Farzdır.” derken[4], Davud ez-Zâhiri, İbn Hazm, İbn Teymiyye ve Şafilerden bazıları farz olmadığı kanaatindedirler. İbn Hazm; Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ı, Sa’d b. Ebi Vakkas, İbn Mes’ud ve Selman Farisî’yi de bu görüşte olanlar arasında sayar.[5]  Şevkânî de aynı görüşü savunur.[6]

4- DELİLLER VE TARTIŞMASI

  1. A) Cumhûrun delilleri ve tartışması:

“Meşru bir mazeret bulunmadan vaktinde kılınmayan namazın kazası farzdır.” diyen cumhûrun delilleri şunlardır:

  1. Yukarıda geçen “Kim namazı unutursa…” hadisi.

İmam Nevevî bu hadisin şerhinde şöyle der: “Bu hadisten, ister uyku ve unutma gibi bir mazeret dolayısıyla olsun, ister mazeretsiz olsun, geçen namazın kazasının farz olduğu anlaşılmaktadır. Nevevî, bu hadisin, kasten terk edilen kazasının farz olduğuna delaletini de şöyle izah eder. “Çünkü mazereti olana farz ise olmayana haydi haydi farz olur. Bu ednâyı zikrederek âlâya dikkat çekme kabilindendir.[7]  Bilindiği gibi ana-babaya öf demenin haram kılınmasının sövme, vurma gibi daha ağır incitmelerin haram oluşuna delaleti de ednâyı zikrederek âlâya dikkat çekme üslubu içinde değerlendirilir. Buna göre unutan veya uyuyan kişinin hiç vebali olmadığı halde geçirdiği namazı kaza etmesi gerekiyorsa, kasten terk ederek büyük günaha giren kişinin evleviyetle kaza etmesi gerekir.[8]

  1. Nisyan (unutma) bazen terk etme manasına da gelebilir. Nitekim “Onlar Allah’ı unuttu, Allah da onları unuttu.”[9] ayet-i kerimesinde böyledir. Zira Allah (c.c)’ın unutması söz konusu değildir. Mezkûr hadiste geçen: “Onun, bundan başka kefareti yoktur.” ifadesi de bunu kuvvetlendirmektedir. Çünkü kefareti ancak günah bir iş yapan öder. “Ümmetimden hata, unutma ve tehdit altında yapılan işin günahı kaldırılmıştır.”[10] hadisi gereği unutarak namazını geçiren, sırf bu fiilinden dolayı günahkâr olmadığına göre hadisteki unutma, kasten terk etme manasına da gelebilir.[11]

Ancak Askalânî, “kefaret sadece kasten yapılan işlerde olmaz, hata ile işlenen cinayette olduğu gibi hata ile meydana gelen işlerde de olabilir.” diyerek bu istidlali zayıf bulmaktadır.[12]

  1. Kasten kılınmayan namazın kazası farzdır diyenler bu görüşlerini “Edası hangi delil ile farz olmuş ise kazası da o delil ile farz olur.” şeklinde geliştirdikleri bir usûl kaidesiyle desteklerler. Çünkü bir borç zimmetten ancak ya ödenerek veya hak sahibinin iskatıyla sakıt olur. Namazı çeşitli delillerle emreden Şâriin, onu kasten terk edenden iskat ettiğine dair bir delili bulunmadığına göre mükellefin zimmeti onu kaza edene kadar o borçla meşgul olmaya devam edecek demektir.[13]
  2. Şevkânî, “farzdır” diyenlerin delillerini tenkit ederken, kendisi aynı görüşte olmamasına rağmen, “Allah’ın borcu ödenmeye daha layıktır.” hadis-i şerifinin umûm ifadesiyle “farzdır” görüşüne kuvvetli bir delil olabileceğini ifade eder. Bilindiği gibi bu hadisin vürûd sebebi şöyledir: Bir kadın Rasûlullah’a geldi “Annem öldü. Ramazan orucunu tutamamıştı, onun yerine ben tutsam olur mu?” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v): “Onun borcu olsaydı, öder miydin?” buyurdu. Kadın “Evet” dedi. Bunun üzerine Rasûlulllah (s.a.v): “Allah’ın borcu ödenmeyi daha çok hak eder.”[14] buyurdu. Bu hadis-i şerif umûm ifadesiyle, kulun Allah’a karşı hangi tür borcu olursa olsun ödenmesi gerektiğini ifade eder.[15]
  3. B) Farz Değildir Diyenlerin Delilleri:

“Kasten kılınmayan namazın kazası farz değildir.” diyenler yukarıda geçen hadis-i şerifin mefhûm-ı muhalifini delil gösterirler. Şöyle ki; hadis-i şerifte “Kim namazı unutursa…” buyrularak namazın kazası unutma şartına bağlanmıştır. Şart bulunmazsa meşrutta bulunmaz. Dolayısıyla kasten kılmayanda unutma şartı bulunmadığından kaza etmesi de farz değildir. Namaz gibi İslam’ın rükünlerinden biri olan bir ibadetin “kazası farzdır” diyebilmek için kitap veya sünnetten yeni bir delil bulunması gerekir, o da yoktur. Edasını emreden deliller kazasını da emretmiş olmaz. Ayrıca kasten namazı terk eden kişiyi unutana kıyas etmek de isabetli değildir. Çünkü unutan bu fiilinden dolayı günahkâr sayılmazken kasten kılmayan günahkârdır. Kaza etse de o günahtan kurtulamayacağına göre kaza etmesinin de bir faydası yoktur. Dolayısıyla böyle bir kıyas sahih olmaz.[16]

5- DEĞERLENDİRME:

Önce şu husus asla unutulmamalıdır; yarın ilahî huzurda öne sürülebilecek meşru hiçbir mazeret olmadığı halde namazı vaktinde kılmamak büyük günahlardandır. Bu günahı işleyen kimse sonradan kaza etmiş olsa bile, ayrıca samimi bir tövbe etmeden vebalden kurtulamaz.[17]  Bu kişinin dinden çıkmış olacağını söyleyen âlimlerde vardır.[18]

Yukarıdaki görüşlerin değerlendirmesine gelince; bunların her ikisi de istismara açıktır: “Namazın kazası olurmuş.” deyip erteleyenler olabileceği gibi “Olmazmış.” deyip kaza etmeyi ihmal edenler de çıkabilir. Hâlbuki “Yoktur.” diyenlerin niyeti insanları tembelliğe sürüklemek değil, namazı terk etmenin vebali kaza etmekle telâfi edilemeyecek kadar büyüktür vurgusu yapmaktır. Dolayısıyla âlimlerin bu konudaki görüş ve delillerini serdetmekten maksadımız bu tür istismarlara zemin hazırlamak değil, ömrünün namazsız geçen dilimine yanıp telâfi etmek için çare arayanlara çözüm sunmak, ilahi huzura çıkmadan önce hâlâ bir şeyler yapılabileceğini göstermektedir.

Arz ettiğimiz gibi kasten terk edilen namazların kazası konusunda sarih bir delil olmadığından meselenin cevabını vermek âlimlerin içtihadına kalmıştır. İçtihadın olduğu yerde ihtilaf kaçınılmazdır. Hangi içtihadın Şârî Teâlâ’nın muradına muvafık düştüğü ise ancak mahşerde anlaşılacaktır. O gün “Namazın kazası da farzdır.” diyen cumhûrun görüşünün isabetli çıkması, iki ihtimalden biri hatta –kanaatimce- en kuvvetlisidir. O halde ilahi huzurda “keşke “demektense cumhûrun görüşünü tercih ederek, her ne sebeple olursa olsun vaktinde kılınmayan namazları kaza etmek daha ihtiyatlı, daha akıllıca bir iş olacaktır.

 

Mihrab

Cami, mescid ve namazgâhlarda, kıble yönünü gösteren ve imamın cemaat önünde durarak namaz kıldırmasına mahsus olan yer. Üst tarafında genellikle, seçilmiş âyet-i kerîmelerin tamamı veya bir bölümü yazılı kitâbeler yer alır.

Minber

Camilerde cuma ve bayram namazlarında hatibin hutbe okurken daha iyi görülmek ve sesini daha iyi duyurmak üzere çıktığı basamaklı mimarî unsur. Önceleri bir hurma kütüğüne yaslanarak hitabede bulunan Peygamber Efendimiz için Hicrî 7 veya 8. yılında ılgın ağacından iki basamak ve bir oturma yerinden ibaret bir minber yapılmıştı.

kürsü

Cami ve medreselerde vaaz veya ders vermeye mahsus, üstüne genelde merdivenle çıkılan mimari öğe. İslâm sanatı tarihinde bilinen en erken tarihli kürsü Fatımî dönemine aittir.

[1]  Bidayetü’l-Müctehid, 1/143.

[2]  Buharî, Mevâkit, 37; Müslim, Mesâcid, 309.

[3]  Umdetü’l-Kârî, 5/93.

[4]   İnâye, 1/485; el-Lübâb, 1/87; Umdedü’l-Kârî, 5/93; el-Fevâkihu’d-Devânî, 1/230; Hâşiyetu’d-Desûkî,1/264;

Muğni’l-Muhtaç, 1/127; el-Muhezzeb, 1/61; Bidayetu’l-Müctehid, 1/143.

[5]    Umdetü’l-Kârî, 5/93; Neylü’l-Evtar, 2/2;                     Bidayetu’l-Müctehid, 1/143

[6]    Neylü’l-Evtar, 2/2.

[7]  Şerh-i Müslim, Nevevî, 5/183.

[8]  Fethu’l Bârî, 2/57.

[9]  Tevbe, 9/67

[10]  İbn Mace; Talak, 16.

[11]  Umdetu’l-Kârî, 5/93; Neylü’l-Evtar, 2/3; Fethu’l Bârî, 2/57.

[12]  Fethu’l-Bârî, 2/57.

[13]  Keşfü’l-Esrâr, 1/49. (Üç kitap bir arada. İhsan Kitabevi;1986)

[14]  Müslim; Sıyam,154.

[15]  Neylü’l-Evtâr, 2/2.

[16]  Fethu’l-Bârî, 2/56-57; Neylü’l-Evtâr, 2/2-3.

[17] Mecmeu’l-Enhur, 1/144.

[18] Keşşâfu’l-Kınâ; 1/228.