İçeriğe geç
Anasayfa » NASİHATNÂME

NASİHATNÂME

Kişi önce kendisine nasihat etmelidir. Kendisine nasihat etmeyenin başkasına nasihati tesirli olmaz. Her ne kadar kendisi, kendi nasihatini tutmasa bile başkasına uygun şekilde nasihat etme yükümlülüğünden kurtulamaz. Çünkü bilmek ayrı farzdır, bildirmek ayrı farzdır; nasihati kendisine yapıp nasihatin gereğiyle amel etmek ayrı bir görevdir; başkasına nasihat etmek ayrı bir görevdir.

Müslüman kişi, hem kendisine hem başkasına nasihat etmelidir. Kendisi kendi nasihatini tutmalı, yani fiilî olarak nasihatini yerine getirmeli, başkasından da nasihatin gereğini yerine getirmesini istemelidir. Kendisi kendi nefsine zorlamalı ama başkasına zorlamamalıdır.

Nasihatin gereğini getirmede, başkalarına nasihat etmede ve her türlü maddî ve manevî başarı, ancak sabırladır. Erenler hep sabırla ermişlerdir. Dünyada huzur, sabırla; âhirette ebedî huzur yine dünyadaki sabırladır.

Kur’an-ı Kerim’de Ra‘d Suresi 20-22 ayetleri arasında cennete girecek mü’minlerin sekiz özelliğinden bahsedip sonunda Adn cennetlerine gireceklerinden ve meleklerin cennetliklerin yanlarına girip şöyle diyerek selam verdiklerinden bahseder Rabbimiz:

“(Melekler), sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizlere! (Dünya) yurdun(un) ne güzel sonucudur bu!” derler.”[1]

Sabır, nefsi, hoşlanmadığı şeye hapsetmektir. Sabır;; nefsi, aklın ve şeriatın gerektirdiği üzere veya aklın ve şeriatın nefsi hapsetmeyi gerektirdikleri hususlara karşı hapsetmektir.[2]

İbn-i Kayyım el-Cevzî, şu üç şeyin kulun mutluluk unvanı olduğunu söyler: “Kendisine nimet verilince şükreder, imtihan edilince sabreder, günah işleyince istiğfar eder.” Sonra da sabrın kısımlarını şöyle belirtir:

“Sabır, kadere kızmaktan kalbi tutmak; dili şikâyetçi olmaktan tutmak; beden organlarını da Allah’a isyandan tutmaktır.”[3]

Mü’min kişi, imtihan için yaratıldığının idrakinde olmalıdır. İmtihan için yaratıldığını belirten ayet-i kerimelerden birisi de şudur:

“O (Allah), hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihan etmek üzere ölümü ve hayatı yaratandır. O, Azîzdir, Ğafûrdur.”[4]

Mü’min, hem sabır hem şükür imtihanındadır. Bunu da şu ayet-i kerimeden öğreniyoruz:

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz, sizi şer ve hayırla imtihan olmak üzere deneriz. Sonunda Bize döndürüleceksiniz.”[5]

Şerden kasıt, hastalık, fakirlik, sıkıntı, meşakkat, musîbet gibi; hayırdan kasıt da sağlık, zenginlik, rahatlık, bolluk, huzur gibi şeylerdir. Birinde sabırla diğerinde şükürle imtihan edilmekteyiz. Demek ki biz her iki durumda da imtihandayız.

Sabrın kısımlarına baktığımız zaman bunların; Allah’ın emirlerini yerine getirmede sabır, yasaklarından sakınmada sabır, bela ve musîbetlere sabır olduğunu görürüz.

Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmede sabır, sebat ismini alır; yasaklarından, mekruhlardan, şüphelilerden sakınma, günaha sebep olan dünyaya dalmamakta sabır, iffet ismini alır; bela ve musîbetlere sabır da rıza ismini alır.

Yasaklarından, mekruhlardan, şüphelilerden sakınmak ve günaha sebep olan dünyaya dalmamakta sabır, gerçekten diğer sabırlardan daha zordur.

Batının istilasına uğramış ve istiladan kurtulmaya çalışan memleketimizde günahlar açıkça işlendiğinden dolayı bunlardan hem itikaden hem ahlâken korunmak mecburiyetindeyiz. Açıkça işlenen günahlara karşı önce kalbimizi koruyacağız. Kalbimizi korumak, günahları kanıksayıp da helal görmemeye çok dikkat etmekledir. Çünkü delîl-i kat’î ve sübût-i kat’î ile sabit olan bir haramı helal görmek küfürdür. Meselâ fâizin haramlığı, âkil ve bâliğ olmuş kızlarımızın ve kadınlarımızın gösterilmesi yasak olan yerlerini göstermesi yani açmalarının haramlığı gibi. Zina, sarhoş edici içkiler, kumar, ölü eti yemek gibi olan gıybet, yalan vs. gibi haramlara karşı bize gereken sabır nedir ve bize düşen görevler nelerdir?

Önce bize gereken, imanımızı koruyan ve kemale erdiren; ilim, salih amel, zikir ve fikre yani tefekküre dikkat etmek, sonra da mü’mini küfre götüren şeylerden kalbimizi korumaktır. Önce doğru bilgiyi, doğru kaynaktan ve salih amel sahibi ilim ehlinden alacağız; ilmin gereği, iman ve sünnete uygun salih ameli, mü’mini, çevresinde nurdan hale ve kale gibi koruyan kalbin, dilin ve bedenin zikrini iyi bilmek; niçin yaratıldığını, görev ve sorumluluğunun ne olduğunu ve sonunun ne olacağını düşünmenin gerekliliğini bilmek sonra da ilmin gereği imana ve sünnete uygun salih amel işlemek; dilin, kalbin ve bedenin zikrini daima yapmak ve her gün niçin yaratıldığımızı, görev ve sorumluluğumuzun ne olduğunu ve sonumuzun ne olacağını tefekkür etmektir.

İslâm’da emirleri yerine getirmekten önce yasaklardan sakınmak önceliklidir. Sâlih ameller, kalpte nur oluşturur ve imanı kemale erdirir; günahlar ise kalbi karartır. Önce küçük günah sonra büyük günah işlemeye başlar daha sonra da emirlerin terkini ve yasakların işlenmesini helal görmeye başlayabilir. Çünkü her günahtan küfre giden yollar vardır. Zira günahlar küfrün postasıdır.

Günahları işlemese bile günah işlenen ortamda bulunan kimse, sevap işlenen ortama hicret etmelidir. Hicret imkânı yoksa, gücü yeterse eliyle engel olur, gücü yetmezse diliyle engel olmaya çalışır, buna da gücü yetmezse kalben buğz etmelidir.

Bugün bir üniversiteli veya açık kadınların çalıştığı bir ortamda daimi bulunan bir erkek, bir kadına bakması gerektiğinde gözünü sürekli bakmaktan korumalı ve kesik kesik bakmalıdır. Şehvetle bakmaktan sakınmalı ve bu duruma düşmekten Allah’a sığınmalıdır.

Sahabeden olan Cerîr b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir:

“Rasûlullah (s.a.v.)’a, ansızın görmeyi sordum. Bana gözümü (başka tarafa) çevirmemi emretti.”[6]

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini de korusunlar, böylesi onlar için daha temizdir. Şüphe yok ki Allah yaptıkları işlerden çok iyi haberdar olandır.”[7]

Aynı şekilde kadınlar için de şöyle emretmiştir:

“Mü’min kadınlara da söyle, Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, iffetlerini korusunlar. Ziynetlerini (çekici ve güzel yerlerini, süslerini) açıp göstermesinler. Bunlardan başörtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak sûrette) koysunlar (kavuştursunlar).”[8]

Allah Teâlâ, “Zinaya yaklaşmayın! Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.”[9] buyurmuştur.

Kâdî Beydâvî bu ayetin tefsiri hakkında şöyle der: “Yani zinayı işlemek şöyle dursun, gerek ona niyet etmek gerek başlangıç olabilecek sebeplere yapışmak suretiyle yaklaşmayın.”[10]

Zinanın başlangıcı olan şeylerin başında göz, sonra el, ayak vs. gelir. İslâm, suça sebep olanı suç sayar. Zina sebebini zinaya götürdüğü için zinadan sayar. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Âdemoğlunun her birisinin zinadan bir payı vardır. Gözler zina eder. Gözlerin zinası (mahrem olana) bakmaktır. Eller zina eder. Ellerin zinası (mahrem olanı) tutmaktır. Ayaklar zina eder. Ayakların zinası (o yola doğru) gitmektir. Dudak da zina eder. Dudağın zinası (mahrem olanı) öpmektir. Kalp ise arzu eder ve ister. Ferc (tenasül organı) ya tasdik eder (uygular, zina eder) ya da yalanlar (uygulamaz, zina etmez).”[11]

Zinaya, bakmak, görmek, elini tutmak ve ona doğru yürümek, özellikle şehvetle bakmak, elini tutmak yaklaştırır; bazen dinlemek bile yaklaştırabilir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali (r.a.)’ye hitaben:

“Ya Ali! (Bir biri arkasına) bakışı bakışa tabi kılma. Birinci bakış, kasıtlı olmadığı için sana caizdir, ama diğer bakışlar sana helal değildir.” buyurdu.[12]

Bize gereken, kalbimizde daima Allah korkusunu hazır bulundurmak, gözümüz bakılması haram olanı görünce hemen gözümüzü çevirmek, ikinci defa bakıştan sakınmak ve bunda sabr u sebat etmek. Sabır, nefsi hoşlanmadığı şeye hapsetmektir. Nefsimizi aklımıza, aklımızı da imanımıza tabi kılmamız gerekir.  Sabırda başarı ise hayli zordur ama imkânsız değildir. Sabır mümkün olmasa idi emredilmezdi. Fakat sabırda başarı yani Allah’ın yasaklarından sakınma ve emirleri yerine getirmede sabırda başarı ancak Allah’ın yardımı iledir. İşte bunu bildiren ayet-i kerîme şudur:

“Sabret. Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma. Çünkü Allah, muttakîlerle ve muhsinlerle beraberdir.”[13]

Ayetin devamında sabır konusunda Allah’ın yardımının takva ehline ve ihsan derecesinde kulluk edenlere olacağını ayrıca vurgulamaktadır.

Ebû Hureyre (r.a.), “Takva, dikenli tarlada ayağına diken batmadan yürümektir.” der. Yani emirler ve yasaklar konusunda çok hassas davranmaktır. İhsan, Allah’ı görürcesine Allah’a kulluk etmektir. Özetle:

  1. Önce Allah korkusunu kalbe yerleştirmek gerekir.

Şu iki ayet-i kerimenin ortaya koyduğu ilâhî gerçeği hep hatırda tutmak gerekir:

“Nerde olursanız O (Allah) sizinle beraberdir. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.”[14]

“Gerçekten senin Rabbin dâimî gözetlemektedir.”[15]

Denetlendiğimizi bilirsek ve bunu hatırımızda tutarsak başarılı oluruz Allah’ın yardımıyla. Çünkü denetlendiğini bilen, kendisini denetler.

  1. Yanlış bakışlardan korunmak için, ilk bakışın arkasından hemen gözü başka tarafa çevirmek.

Allah Teâlâ, kalpten geçeni bilir, ne niyette olduğumuzu daimi olarak bilmektedir. Allah Teâlâ’nın, kalplerin yanlış şeylere olan azminden dolayı hesaba çekeceğini ve azap edeceğini hatırdan çıkarmamaya çalışmak gerekir. İşte bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“O (Allah), gözlerin hâin bakışını ve kalplerin gizlediklerini bilir.”[16]

  1. Haram bakışlara yönelmemenin çaresi haramın olmadığı zamanı ve zemini tercih etmektir.

Bu konularda tövbenin gerçekleşmesi için, günah ehlini ve günah ortamını terk etmek, sevap ehlini ve sevap ortamını bulmak gerekir. İşte bu konuda da Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“(Yanında mahremi bulunmayan) kadınların yanına girmekten sakınınız.” Ensar’dan birisi bunun üzerine: “Ya Rasûlallah! Kocanın erkek akrabası hakkında ne buyurursunuz? deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.): “Onlarla halvet (baş başa kalmak), ölüm demektir.” buyurdu.[17]

  1. Öncelikle kadınlar için hepimizin hayâ dersleri görmemiz lazım.

Bu konuda en güzel uygulanması gerekliliğini gösteren en önemli uyarı şu üç hadîs-i şerîftir:

“Hayâ ve iman bütünüyle birbirinin arkadaşıdırlar. İkisinden birisi kaldırılırsa diğeri de kalkar.”[18] “Şüphesiz her dinin bir huyu/karakteri vardır. İslâm’ın da huyu/karakteri hayâ (utanmak)dır.”[19] “Hayâsızlık her ne şeyde olursa onu kirletir,  hayâ da her ne şeyde olursa onu süsler.”[20]

Hayâ, nefsin çirkinliklerden geri durmasıdır. Bu ise insanın özelliklerinden biri ve çocuktaki anlayış kuvvetini ortaya çıkaran en önemli faktördür. Hayâ insana, şehvetin cezbettiği çirkinlikleri reddetmek için konulmuştur. Tâ ki insan, hayvan gibi olmasın. İnsan, iffet ve korkaklıktan yâni çekinme ve sakınma duygusundan oluşmuştur. Bundan dolayı, utanan fâsık olmaz, fâsık da hayâlı olmaz. Çünkü iffet ile fısk bir arada bulunmaz.[21]

Haram bakışların bize kaybettirdikleri:

Kadın-erkek, birbirlerine bakmaktan sakınmayanların yüzlerinden nur gider. Çünkü sakınmama hâli zamanla şehvetle bakmaya götürebilir. Bu ise kalpte siyah noktaların oluşmasına, kalpte iman nurunun zayıflamasına ve zamanla helal olmayan bakışların haramlığını helal görme yani küfre girme tehlikesiyle karşı karşıya gelebilir.

Kalbin kararması neticesinde, kalbin ibadetlerden haz alma duygusu azalır zamanla da ibadetler insana ağır gelmeye başlar.

Haram bakışları engellemenin yolları:

Helal ortamları seçmek, iyi arkadaş, sâlih ve sâdık arkadaş ortamında bir müddet çokça bulunmak, bu konuların işlendiği kitaplardan istifade etmek, bunları yasaklayan ayetleri ve hadis-i şerifleri iyice anlayıp hazmetmek. Şehvetle bakışın insan kalbini manen zehirlediğini idrak etmeye gayret etmek.

[1] Ra‘d, 13/24.

[2] Râğıb, el-İsfehânî, el-Müfredât fi Ğarîbi’l-Kur’ân, 404.

[3] İbn Kayyım el-Cevzî, el-Vâbilü’l-Sayyıb mine’l-Kelimi’t-Tayyib, s. 6.

[4] Mülk, 67/2.

[5] Enbiyâ, 21/35.

[6] Müslim, Âdâb, 45; Ebû Dâvûd, Nikâh, 44.

[7] Nûr, 24/30.

[8] Nûr, 24/31.

[9] İsrâ, 17/32.

[10] Beydâvî, Tefsîru’l-Beydâvî, c. I, s. 570.

[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 343, 344, 372, 411; Buhârî, “İsti’zân”, 12, Kader, 9; Müslim, “Kader”, 20-21.

[12] Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 44. Hadis no: 2149; Tirmizî, “Edeb”, 28; Dârimî, “Rikâk”, 3; Ahmed b. Hanbel, V, 351-352.

[13] Nahl, 16/127,128.

[14] Hadîd, 57/4.

[15] Fecr, 89/14.

[16] Mü’min, 40/19.

[17] Buhârî, “Nikâh”, 111; Müslim, “Selâm”, 20; Tirmizî, “Radâ’”, 16.

[18] Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, h. No:3861.

[19] İbn Mâce, “Zühd”, 17; Muvatta, “Husnü’l-Hulk”, 9.

[20] Tirmizî, “Birr”, 47; İbn Mâce, “Zühd”, 17.

[21] Münâvî, Feydu’l-Kadîr Şerhu Câmiı’s-Sağîr, III, 426.