İçeriğe geç
Anasayfa » NEFİS MUHASEBESİNİN MEYVESİ: TEVBE

NEFİS MUHASEBESİNİN MEYVESİ: TEVBE

Hz. Ömer (r.a) diyor ki:

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”[1]

Muhasebe ve Sorumluluk Şuuru

İman, mü’min kula nefsî muhasebe şuuru ve sorumluluk duygusu aşılar. İman bu yönüyle canlı bir şekilde mü’min kulun hayatına yansır. Hayata yansımayan, günlük hayatta hissedilmeyen, sahibine sorumluluk duygusu vermeyen iman köksüz, yetersiz, kuru bir imandır.

Nefsî muhasebe, herhangi bir dış baskı olmaksızın öze dönük bir sorgulama, bir iç sorgulamadır, insanın kendi kendisiyle hesaplaşmasıdır. Aynaya bakmayan, kendi dış görüntüsünü fark edemez. Arzulanan manevî kaliteyi yakalayabilmek, imanî seviyeyi yükseltebilmek kişinin kendisini, sözlerini ve tavırlarını sorgulamakla başlar.

Herkes hesap yapar. Dünyevî açıdan, maddî açıdan herkes matematiksel düşünür. Tüccar maliyeciyi, şoför trafik polisini, esnaf zabıtayı hesaba katmak zorundadır. Memur amirinin, öğrenci öğretmeninin, öğretmen müfettişin söz ve tavırlarını dikkate alır.

Hesap yapmayan iflas eder. Hesap yapmayan başarısız olur. Hesap yapmayan açık verir. Hesap yapmayan mahcup olur. Hesap yapmak da yeterli değildir. Hesap doğru ve düzgün yapılmalıdır.

Mü’min kul da ahiret inancı gereği hesap yapar. Onun hesabı, maddî olmaktan çok manevîdir. Hesaba çekilmeden önce nefsi hesaba çekme anlayışı, hesap vermeye ve sorgulamaya hazır olmayı gerektirir.

Bu konuda Hz. Ömer (r.a) diyor ki: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Büyük arz gününe güzel amellerle hazırlanın. Dünyada nefsini hesaba çeken kimseye kıyamet günü hesab hafif gelecektir.” [2]

Gönül erbabından Amr b. Meymûn diyor ki: “Kul, yiyeceği, giyeceği nereden diye ortağına hesap sorduğu gibi; kendi nefsini hesaba çekmedikçe takva sahibi olamaz.”[3]

Mü’min, Allahın huzurunda hesabını nasıl vereceğini düşünür. Bu düşünce onun hayra, iyiliğe, salih amellere, ibadet ve kulluğa yönelmesine, hayatını imanına göre düzenlemesine sebep olur.

Sorumluluk Duygusu

Nefsî muhasebe yapabilmek, öze dönük sorgulamayı gerçekleştirebilmek,  oto-kontrol sistemini kurabilmek ancak sorumluluk şuuru taşımakla mümkündür.

Sorumluluk duygusu, medenî, insanî ve ahlakî bir duygudur. Sorumluluk şuuru her konuda kendisini gönüllü eleman saymak, aldığı görevi içtenlikle üstlenmektir. Sorumluluk; insanı, toplumu, çevreyi gönülden sahiplenmektir. Sorumsuzluk ise basitlik, seviyesizlik, vahşîlik ve ilkelliktir.

İslam Medeniyeti sorumluluk şuuru üzerine inşa edilmiştir. Dünyada hukukî ve ahlakî sorumluluk, ahirette ise ilahî sorumluluk söz konusudur. Herkesin konumuna, durumuna, bilgisine, imkânına ve görevine uygun olarak mutlaka belirli bir sorumluluğu vardır. Akıl sahibi yetişkinler arasında sorumluluk taşımayan birinin varlığı düşünülemez. Herkesin sorumluluk taşıdığı gerçeği Efendimiz (s.a.v) tarafından şu şekilde dile getirilmiştir: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz emriniz altında bulunanlardan sorumlusunuz.”[4]

Birçok âyette Allah’a iman ile ahiret gününe imanın birlikte zikredilmesi,[5] uhrevî sorumluluğun Allah’a imanın gereği olduğunu vurgulamaktadır.  Yine bir çok hadis-i şerifte yer alan “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa…”[6] ifadesi bu sorumluluğa işaret etmektedir.

“Sizler nimetlerden o gün mutlaka sorguya çekileceksiniz.”[7] ayetini açıklamak üzere Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), içtiğimiz soğuk suya şükür edip etmediğimizin hesabının verileceğini hatırlatmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Kulun ilk hesaba çekileceği nimetler arasında kula şöyle denilecektir: Sana vücut sağlığı vermedik mi? Soğuk suyu kana kana içmedin mi?”[8]

Nefsî muhasebe duygusu, insandan hiç ayrılmayan en güçlü denetim mekanizmasıdır. Allah sevgisi ve Allah korkusu bulunmayan, sorumluluk duygusu taşımayan yönetici; hukukî ve uhrevî müeyyideleri dikkate almaksızın her çeşit yolsuzluğu, arsızlığı, sahtekârlığı çekinmeden yapabilir. Nefsî muhasebe yapmayan kişi; hukuk, kanun, adalet, polis korkusuyla belki bir parça kendini koruyabilir ama sonunda yine nefsî arzularına kapılıp suça, harama, günaha yönelebilir.

Ebedî hayatı daima gözümüzün önünde canlandırmalıyız.

Iraklı İslam Mütefekkiri, İslam Davetçisi ve Fıkıh Usulü Âlimi Merhûm Prof. Dr. Abdülkerim Zeydan, Mekke’de 2001 Ramazan bayramında değerli bir hocamızın evinde Mekke Ümmü’l-Kura Üniversitesi öğretim üyeleriyle bir sohbet toplantısı yapmıştı.

Üstadın o günkü şu ifadesini aynen nakletmek istiyorum: “Aleynâ istihzâru’l-gâib ve tağyîbul-hâzır.” Bizler görünmeyeni gözümüzün önünde canlandırmalı, yaşananı yok gibi kabul etmeliyiz. Gündemde boğulmamalı, içinde yaşadığımız hayatı âdeta yok kabul etmeli, görünmeyen ahiret alemini daima gözümüzün önünde bulundurmalıyız, diyordu. Bir başka ifadeyle; yaşadığımız gündelik telaşın, güncel hayatın, gündemin etkisinde kalarak yok olmamalıyız. Asıl olan ebedî alemi, ahireti, Cennet nimetlerini göz önünde canlı tutmalıyız…

Üstad Abdülkerim Zeydan konuyu açıklamak için şöyle bir örnek vermişti: Bir yakınınız çok ağır hastadır, son nefeslerini vermek üzeredir. Hastaneden telefon aldınız. Acilen hastaneye yetişmelisiniz. Hastaneye adeta uçarak gidersiniz, değil mi?. Arabadaki radyo haberleri, iklim, trafik o anda sizi pek ilgilendirmez…Bir an önce hastanıza kavuşmak, son anlarında yanında bulunmak istersiniz. O an gündemi nasıl yok sayıyor, sadece bir noktaya yoğunlaşıyorsanız ahiretteki hesabınız ve sorgunuz için de aynı şekilde yoğunlaşmalısınız. Önceliğiniz ahiret olmalı, manevî hesabınızı, hata ve günahlarınızı düşünmelisiniz. Bir an önce günahları, kusurları silip süpürecek hayırlı ameller işlemeyi planlamalısınız.

Allah’ın Huzurunda Hesab Verme Zamanı

Mü’min nefsini, hayatını ve amellerini değerlendirirken daima ahiret gününde Cenab-ı Hakkın huzurundaki bu sorgu anını düşünür. Hayatını ona göre düzenlemeye gayret eder. O gün için hazırlık yapmaya, o gün kendisinin sağına-soluna konulacak güzel ve salih ameller işlemeye çalışır.

“Onları durdurun. Zira onlar sorguya çekilecekler.”[9] mealindeki ayette belirtilen bu sorgu anı hayatımıza yön vermelidir. O gün Allah huzurunda mahcup ve boynu bükük olmamak için her an kendimizi kontrol etmeliyiz.

Sorulmak, sorguya çekilmek Kur’an-ı Kerimde pek çok ayette yer almaktadır: “Rabbine yemin olsun ki, Onların hepsini sorguya çekeceğiz.”[10] “Sizler yaptıklarınızdan mutlaka sorguya çekileceksiniz.”[11]

Peygamberler de gönderildikleri kavimler de Allah’ın huzurunda hesap verecek, sorguya çekilecektir. “Yemin olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenleri de gönderilen peygamberleri de sorguya çekeceğiz”.[12] Bu ayet ilahî mesaj konusunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Bu sorumluluk şuurunu taşıdığı içindir ki, Allah Rasûlü Veda Haccında ashabına hitaben:

-“Size tebliğ ettim mi?” diye sormuş, Ashabı:

-Evet, deyince Efendimiz (s.a.v):

-“Allah’ım, Sen şahid ol. Allah’ım, sen şahid ol!..” demişti.

Bu sorumluluk şuurunu taşıdığı içindir ki, Sevgili Peygamberimiz, hayatının sonlarında bir gün ashabına:

-“Kimin malını aldıysam, işte malım.. Kimin sırtına vurduysam işte sırtım, gelsin vursun.” demiş, tarihî sorumluluk dersi vermişti.

Allah Rasûlü şöyle buyurmuştu: “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı,  malı veya başka bir hususta bir haksızlık varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce onunla bugün helâlleşsin.”[13] diyordu.

Allah’ın huzurunda hesap vereceği an, mü’minin her zaman hatırında olmalıdır. Bu an, O’nun huzurunda hesap verme anıdır. Bu hesap ayrıntılı olursa hesaba çekilen kişi, mutlaka azaba uğrayacaktır. “Kimin hesabı görülecek olursa o kişi azaba uğrar.”[14] buyrulmaktadır. Her müslümanın arzusu; ya hesapsız Cennete girenlerden olmak, ya hesabı görülmeden ilâhî afv ve mağfirete erişebilmek, ya da hesabı kolayca verebilmektir.

“Sizden hiçbir kimse yok ki, Rabbi onunla konuşacak olmasın. O gün Rabbi ile kendisi arasında hiçbir tercüman bulunmaz. Kul, sağına bakar, önceden sunduğu amelini görür. Soluna bakar, yine önceden sunduğu amelini görür. Önüne bakar. Tam gözünün ününde Cehennem’i görür. Bir hurma parçası sadaka vermek ile olsun, Cehennemden sakının.”[15]

Gözümüz, kulağımız ve kalplerimizle yaptığımız amellerden de sorguya tabi tutulma gerçeği; müslümana bu organları hayra kullanma görevi yüklemektedir: “Kulak, göz ve kalp; bunların hepsi ondan sorumlu tutulacaktır.”[16]

Muhasebe Tevbe ile Noktalanmalıdır.

Geçen yıldan bu yıla manevî hayatımızda ne değişti? sorusu gündeme gelmelidir bu günlerde… Yerimizde mi sayıyoruz, yoksa daha da geriye mi gittik? Ne durumdayız?

Bu muhasebe sonuçsuz kalmamalı, muhasebe sonunda tevbe ve istiğfar artmalı, dua ve niyazlar başlamalı, yeni hayırlı salih ameller ve taatler düşünülmelidir.

İslâm’ı, Kurân ve Sünnetin belirlediği çerçevede yaşama arzusundayız ama nefsimiz, ailemiz, ve çevremizde arzulanan ölçüde İslâmî bir hayat yaşadığımız söylenemez…

İman, ibadet, zikir, ihlas ve takva konusunda her geçen gün geriye doğru gidiyoruz. İslâmî ölçüler, İslâmî kaygılar kayboluyor. İslâm’a uzak, tavizkâr anlayış gittikçe yaygınlaşıyor. Dün “Hak Yol İslâm” diyenler bugün ılımlı, tavizkâr sloganlarla birtakım çevrelere şirin görünme çabası içindeler. Ahlakî seviye gittikçe düşüyor. Birçok TV programının gayr-i ahlakî tahribatı devam ediyor. “Neslimizi kaybediyoruz, gençliğimiz manen çürüyor..”  diyenler yok ortada..

Misyonerlerin yoğun faaliyetleri devam ediyor. Birtakım çevrelerin İslâm Dinini tahrif etme, çarpık din anlayışlarını İslam dünyasına dayatma çabaları sürüyor. Buna karşılık dinin doğru anlaşılması, dinin doğru kavranması için yapılan İslâmî çalışmalar yeterli değil.

Ortadoğuda Suriye’de oluk oluk masum insanların kanları ve gözyaşları dökülüyor.. Filistin’de…. Myanmar’da.. İslam dünyasının pek çok bölgesinde masum insanlar can veriyor. Yardımlarımız yetersiz.. Desteğimiz cılız.. Dualarımız cılız..

Emperyalist ve Siyonist güçlere karşı düzenlenen protesto gösterileri azaldı. Yapılanlara katılım çok düşük.. İslâm Ümmetinin Liderliği amacı yok oldu. Avrupa Birliğine katılım için verilecek her türlü tavize karşı toplum genel anlamda duyarsız…

Kısaca: bir kez daha nefsî muhasebeye, tevbeye, istiğfara, teheccüde, gözyaşına davet ediyoruz. Meselâ: Sultanahmet Camii’nde bir Pazar günü sabah namazında sadece dua için toplanmaya var mısınız?

Binlerce Müslüman sadece dua için toplanalım.. Cemaatle yürekten göz yaşlarıyla sesli dua edelim.. Elli bin şehid verdi Suriyeliler.. Daha ne kadar bekleyeceksiniz? Gelin dua edelim. Dua mü’minin silahı, dua ibadetin özüdür..

Gelin hep birlikte tevbe edelim. Gelin hep birlikte Seyyidü’l-İstiğfar’ı okuyalım. Bi’r-i Maûne faciasında yetmiş şehid için bir ay buyunca sabah namazının ikinci rekatında kunutta lânet okuyan Allah Rasûlü gibi kan dökenlere, kan içmeye doymayan canilere lânet okuyalım. Gelin onları Allah’a havale edelim.

Sadece dua edelim. Flama yok.. Reklam yok. Miting yok.. Slogan yok.. Alkış yok. Bağırıp çağırma yok. Sadece tekbir.. Dünyadaki mazlum, müstaz’af, çaresiz, sahipsiz müslümanlar için gelin.. Sadece ama sadece dua edelim.

Gelin bir de toplu muhasebe yapalım. Gelin cemaatle birlikte tevbe edelim. Nerdesiniz ey vakıflar… cemaatler… dernekler… ey sivil toplum kuruluşları? Sesimi duyuyor musunuz?

 

 

[1] Tirmizî: Sıfatü’l-Kıyame 25.

[2] a.g.e.

[3] a.g.e.

[4] Buharî: Cuma 11; Müslim: İmara 20; Ebu Davud: İmara 1; Tirmizî: Cihad 27.

[5] Maide: 69; Nur 2; Ahzab: 21; Mümtehıne: 6; Talâk: 2.

[6] Buharî: İlim 37, Sayd 8, Megazî: 1, Nikâh 80, Edeb 31; Müslim: İman 74-77,130, Rada 62; Ebu Davud: Nikâh 44, Cihad 131, At’ıme 5, Âdab 123; Tirmizî: Birr 43, Kıyame 50.

[7] Tekâsür: 8.

[8] Tirmizî: Tefsir (Tekâsür Suresi: 5).

[9] Saffat: 24.

[10] Hıcr: 92.

[11] Nahl: 93.

[12] A’raf: 6.

[13] Buharî: Mezalim 10, Rikak 48.

[14] Buharî: İlim 35; Müslim: Cennet 79; Ebu Davud: Cenâiz 1.

[15] Buharî: Menakıb 25; Müslim: Zekât 67 .

[16] İsra: 36.