Dergimizin I. sayısında ele almış olduğumuz ; “Sâlih İnsan Projesi”nin temelini ‘evlad terbiyesi/ çocuk ve genç eğitimi’, yani ; “Nesl-i Âti”(gelecek kuşak) eğitimi teşkil eder. Bu mevzu, Müslümanlar için olduğu gibi, gayr-ı Müslimler (Müslümanların dışında kalan dinli veya dinsizler) için de, yani bütün insanlık için dahi hayatî ehemmiyet taşır.
Sağlam terbiye almış nesiller, başta ebeveynleri olmak üzere topyekûn bütün insanlık için, salâhın ve felâhın teminatı/garantisidir. Kendi huzur ve saadetleri dâhil, bütün dünyanın mutluluğunu düşünenler, evlad/çocuk terbiyesi /eğitimine ciddi ihtimam göstermek ve eğilmek mecburiyetindedirler. Nesilleri mahvetmek isteyenlerin de, bu konuya aşırı ilgi göstererek Müslümanların çocuklarını dahi tanınmaz hale getirdikleri bir vâkıadır.
Ebeveynler için evlad terbiyesinden daha önemli hiçbir konu olamaz. Çocuklarımızın manevi rızıkları, onların, yeme, içme, giyinme ve diploma sahibi olmalarından çok önce ve önde gelir. Evladlarımız , ‘dünya hayatının zineti’[i] oldukları gibi, bizler için imtihan konusudur da.[ii] Yani iyi terbiye edilmiş/eğitilmiş evlad; dünya nimetlerinin en başta gelenidir, hayatın tadıdır, lezzetidir ve ziynetidir. Onları salah ve felah çizgisinde görmek ve arkasından böyle bir sadaka-i câriye (kesintisiz devam edip giden hayr kaynağı) bırakıp gideceğinin sinyallerini almaktan daha büyük saadet düşünülebilir mi? Babalar ve anneler, salih evlattan daha büyük ve kıymetli bir miras bırakabilirler mi? Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Bir baba, evladına din ve ahlaktan daha iyi bir miras bırakmamıştır” buyurmuştur.
Bunun aksi ise, düşünülmesi dahi ağız tadını kaçırmaya yetecek olan bir felakettir. Gayr-ı salih (işe yaramaz) yetişen bir çocuk, nefsinden başlayarak, yakınlarının, cemiyetin ve dünyanın başbelasıdır, şer ve günah kaynağıdır. Böyle bir mirasın bırakılmasına sebep olanlar da; dünyada da Âhiret’te de rezil ve rüsvây olmayı hak edenlerdir. İşte bundan dolayı, evlad terbiyesi/çocuk eğitimi, dinen de, aklen de Kıyamet’e kadar karşılaşılacak en temel mesele ve konudur. Nesl-i âti endişesi taşımayanlar, bu ‘üssül-esas’(en temel konu)ı ihmalin hesabını er geç verirler, hem de en acı şekilde… Ancak, yedikleri darbenin sebebini anlamak nasib olur mu, yoksa anlamadan bu diyardan göçüp giderler mi, işte bu bilinmez.
Yeni doğan yavruların masumiyetlerini kabul; dinin de, aklın da tasdik edeceği bir husustur. Başka din ve inançlarda ne olursa olsun; İslam’a göre, dünyaya gelenler günahsız olarak doğarlar, yani masumdurlar. Peygamber Efendimiz bu gerçeği: “Her doğan selim fıtrat üzere tertemiz doğar” buyurarak açıklamıştır.[iii] Buradaki ‘fıtrat’ kelimesi; ‘İslam fıtratı’ olarak da açıklanmıştır. Netice itibariyle ifade buyrulan gerçek şudur ki; Rabbimiz bize evlad emanetini tertemiz olarak tevdî buyurmaktadır. Artık bundan sonraki gelişmelerin sorumlusu; ebeveyn, yakın ve uzak çevre ile topyekûn cemiyettir. Nitekim Hadis-i Şerif’in devamında: “…daha sonra ebeveyni onu; Yahudi, Hıristiyan veya Mecusî (ateş tapar) leştirir” buyurulur. Şüphe yok ki, ‘selim fıtrat’ı Müslümanlaştırmak; yahudileştirmekten de, hristiyanlaştırmaktan da, dinsizleştirmekten de daha kolaydır. Çünkü İslam, ‘fıtrat dinidir’. Şu halde nesillerin fıtrata göre terbiye ve eğitimi, onları İslam’la tanıştırır ve kaynaştırır. İslam’la eğitilmeleri de onları fıtratla kucaklaştırır. Hareket noktası doğru olunca doğruya, yanlış olunca yanlışa ulaşılır.
Bir zamandır nesillerimizi fıtrata göre değil, batılı ‘bâtıl’ anlayış ve felsefeye göre terbiye eder olduk. Karşılaştığımız netice de gizli kapaklı olmayıp, herkesin malumudur. İnanmışı, inanmamışı, ‘şucu’su ve ‘bucu’suyla nelerden şikâyet ediyorsak edelim, esas itibariyle şikâyetimiz; ‘insan’dan demektir. İnsandan şikâyetimizin kaynağı da ona şekil ve yön veren; eğitim/terbiye anlayışıdır. Dini, kültürü, örf ve âdetleri, tarihi ve coğrafyasıyla ‘doğulu’ insanı, ‘batılı’ eğitimden geçirmeye çalışanların; ‘rüzgâr ektikleri’ için ‘fırtına biçmek’ten başka çareleri yoktur. Herkesin en az sekiz yıl eğitim almaya mecbur olduğu ve milyonların üniversite kapısına dayandığı bir ülkede şikâyet konusu insan, okumuş yani eğitim almış insandır. Demek ki, bu eğitimin temelinde sakatlık veya sakatlıklar var demektir. Bunun dışında kalan teşhisler aldatmacadır, insanımıza ve ülkemize ihanettir.
Bugün bilimin, ana rahmindeki canlının dış dünya ile alış verişte bulunduğunu laboratuar sonucu olarak iddia etmesi karşısında, ebeveyn sorumluluğunun azameti, bütün dehşeti ile gözler önüne serilmiş olmaktadır. Bu durum karşısında, annenin seyredeceği televizyon programı ve dinleyeceği müzik parçası, sadece kendisi açısından değil, daha çok taşıdığı emanet zaviyesinden ehemmiyet arz eder olmuştur.
Batılı anlayışla eğitilmenin çarpık sonuçları olarak karşımıza çıkan hususları özetlemeye çalışırsak:
- Evladlar, ebeveynlerin Âhiret sermayesi olarak kabul edilecekleri yerde, dünya sermayeleri olarak kabul edildiğinden, daha erken yaşlarda dünyalık hedeflere titizlikle yönlendirilmekteler. Çocuk daha okula başlamadan; “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna sıkça muhatap olmakta ve bunun cevabı da; doktor, mühendis, hukukçu, iktisatçı, öğretmen… şeklinde öğretilmektedir. Dikkat edilecek olursa, bunlar içerisinde Âhiret endişesini ifade eden bir şey yoktur. Nitekim batı dünyasında da çocuklar aynı hedeflere tevcih olunur/yönlendirilirler.
Hâlbuki fıtrat üzere terbiye ve eğitimde hareket noktası; ‘kulluk’tur. Yani evladlarımız ve nesillerimiz; “Önce kul ol, sonra ne olursan ol” prensibini hareket noktası olarak içlerine sindirdiklerinde, mesele halledilmiş olacaktır. Çünkü ‘kul-doktor’, ‘kul-mühendis’, ‘kul-hukukçu’…ve ‘kulluk’la başlayan her meslek; cemiyetin ve insanlığın saadet ve kurtuluşuna vesile olacaktır.
Yola ‘kul’ olmak için çıkıldığında ise, okul ve kursun ölçüsü de günümüzdeki yaygın anlayıştan farklı hale gelecektir.Artık yarış, “Kitab-ı Mübîn” (açıklayıp ortaya net olarak koyan Kitab)imiz Kur’an-ı Kerîm’de ifadesini bulduğu şekliyle; ‘hayrda yarış’a dönüşecektir. Günümüzdeki yarışta ön planda gelen ; ‘hayr’ın ve ‘şerr’in hesabı olmayıp, dünya ve dünyalık getirilerle, çıkarların muhasebesidir.
Çocuk eğitiminde ‘kulluk’tan yola çıkanlar, yaz tatilinde çocukları için spor ve eğlence kursları peşinde olmak yerine; Kur’an-din-iman, ahlak ve fazilet kurslarını arayıp bulmaya çalışacaklardır.
- Müdahalesiz, ikazsız, ısrarsız ve takipsiz çocuk terbiye/eğitimi olamaz, aksine çocuk terbiyesizliği olur. Yetişmiş insanlar bile; kanun, yönetmelik, genelge… lerle takib altında tutulurken ve müdahale gereken yerde müdahaleye maruz kalırlarken, nasıl oluyor da; yetişme, eğitim alma ve terbiye edilme çağındaki çocuklar, kendi hallerine terk edilebiliyorlar? Bunlar, batı dünyasının zikzakları ve yaz-bozculuğudur. Önce ; “İlişmeyiniz yapsınlar…” deyip, kendi hallerine terk eder, daha sonra azgınlaşınca da şikâyetçi olurlar.
Evladlarımız, bizim bahçelerimizin fidanlarıdır. Meyve almak neleri gerektiriyorsa, onları yaparız. Su da veririz, çapalarız ve yeri gelir budarız da. Bunların hepsi meyve almak içindir, ona eziyet ve baskı için değildir.
Çocuklarımızın; özgürlük, kimlik gelişimi, müteşebbislik, atılganlık ve benzeri sloganlar uğruna disiplinsiz yetişmelerine göz yumamayız. Kimlerle düşüp kalkıyor, nerelere girip çıkıyor, neler okuyup seyrediyor, eve kaçta gelip kaçta çıkıyor… gibi konuların takibi; evlad terbiyesi/eğitiminin “olmazsa olmaz”larıdır. Allah bizden; “Kendimizi de, aile ferdlerimizi de Cehennem ateşinden koruma”mızı istemektedir.[iv]
Yukarıdaki hususlarla meşgul olmaksızın, onları ateşten nasıl korumuş olacağız? Burada zorluk var, bu konuda sıkıntı var. Ateşten korumaya çalışan da, korunmasına gayret gösterilen de, elbette zorlanacaktır. Güle oynaya ateşten korunmak da neyin nesi? “Avrupa’da böyleymiş”, “Batı pedagojisinde şöyleymiş” lafları, bizim için hiçbir önem taşımıyor.
Yüzlerce sene Batıya ve Batılıya; ilim, edep ve fazilet öğretmiş ecdadın evladları, şimdi onlardan terbiye adına terbiyesizliği mi alıp öğreteceğiz çocuklarımıza? Batı ve Batılı kompleksinden kurtulduğumuzda ve bizim olana sahip çıktığımızda; neslimiz de insanlık da kurtulacaktır.
- ”Biyolojik baba ve biyolojik anne anlayışı” çocuk eğitimi/terbiyesinin kaatilidir. Böyle bir felsefe yüzkarasıdır ve ancak Batıya ve Batılıya yakışır. Ebeveyn olarak bizler, çocuklarımızın her şeyinden ve her zaman sorumluyuz. O kadar ki, çatımız altında bulundukları takdirde ve elimizin uzandığı, sözümüzün dinlendiği durumlarda, yaşları kaç olursa olsun, evli veya bekâr oluşları da mevzu-u bahs olmaksızın müdahale hakkına sahibiz. İslam hukukuna göre, bazı durumlarda evladlarımızın evlilik akidlerini feshe kadar uzanan bir yığın müdahale hakkımız var. İslam ailesi şirazesiz bir topluluk değil, İslam cemiyeti ise; imâmesiz, başıbozuklar topluluğu değildir. Baş var, sorumluluk zinciri var, müdahale var.. ve sonunda ; ‘adam gibi adam’ olmak var. Çocuğu televizyona, internete, okula ve sokağa havale ederek ne babalık olur, ne de annelik…
Peki, çaresizliğe ve erimeye teslim mi olunacak? Tabî ki; hayır ve binlerce defa hayır! Şu halde ne yapılacak, yani nesl-i âtîyi nasıl kurtaracağız?
Bunun için:
- Her şeyden önce; okulları, radyo, televizyon, basın, internet, sinema, tiyatro, sokak, müzik ve eğlenceleriyle, içerisinde yaşadığımız iklimin, İslamî ve milli bünyemizi tahribe yönelik dönen bir çarh olduğunu tereddütsüz kabul edeceğiz ki, tevahhüş edelim (ürperti duyalım) ve daimî bir teyakkuz/uyanıklık içerisinde bulunalım. Ayrıca bunları, her an tehlike saçan birer atom santrali kabul edip, karşı tedbir alalım.
2.Yukarıdaki müesseselerin çocuk eğitim ve terbiyesiyle alakalı; tavsiye, telkin, tedbir ve rehberliklerinin, batı patentli ve ithal reçeteler olduklarını peşinen kabul edip, teslimiyetçi olamayalım.
- Evlilik öncesi, nikâhsız her türlü erkek-kadın beraberliğine şiddet ve hiddetle karşı çıkalım.
- Müstakbel eşi, salih ve salihalar içerisinde arayalım ve bulmaya çalışalım. Önceliklerimizi hatırlayalım ve ölçülerimizi şaşırmayalım.
- Meşrû bir evlenme merasimi, Besmele’li ve duâlı bir hayat başlangıcı yapalım ve salih evladlar niyazı ile yola çıkalım.
- Ana rahmindeki teşekkülünden itibaren neslimizi, helal yoldan ve helal olan maddi ve manevî gıdalarla besleyelim. Kola ve gazlı içeceklerden, jelatinli ve benzeri batı tuzağı ve katkı maddeli nesnelerden uzak tutalım.
- Herkesle değil, salih ailelerle görüşelim ki, çocuklarımız iyi bir çevrenin çocukları ile arkadaşlık kursun. Öbür âlemde beraber olmak istemediklerimizle dünyada beraber olmayalım ki, evladlarımız da çocuklarından iktibasta bulunmasın.
- Ebeveynler olarak çocuklarımıza eğitim ve terbiyeleri için, hergün zaman ayıralım. Onlara; İslamî bilgi ve şahsiyet kazandırıcı kitap okuyalım, CD dinletelim, VCD seyrettirelim. Kulak ve gözlerini bizim güzelliklerimizle meşgul edelim ki, gönülleri Cennet’e sevdalansın.
- Göndereceğimiz anaokulu ve ilköğretim okulunu iyi seçelim. Önceliklerimizi hatırdan çıkarmayalım Bu konuda malî fedakârlığı, kendi çapımızda göze alalım. Akşam eve geldiklerinde; bakalım neler öğrenmişler deyip, dinleyelim, defterlerini kontrol edelim ve yanlışları düzeltelim.
- Osmanlı formülü; 444 ü ihmal etmeyelim. Yani çocuklarımız, dört yaştan dört ay, dört aydan da dört gün aldıklarında; Kur’an ve İslam öğrenmelerinin çarelerini arayıp bulalım. İlköğretime başlamadan bu meseleyi halletmiş olalım.
- Yedi yaşından itibaren, ibadet uygulamalarını titizlikle takip edelim. Sabah namazına uyandırmaya kıyamamak hastalığına düşmeyelim. Dünyalık kurslar için, tatil günlerinde bile çocuklarına dinlenmeyi çok gören dünya-perestleri hatırlayalım.
- Çeşitli teşviklerle çocuklarımızı, başta Allah’ın Kitabı olmak üzere, kitap okumaya alıştıralım. Dinlerini ve dillerini geliştirelim ki, İslamî şahsiyet sahibi nesiller olsunlar.
- Aynı hassasiyete sahip insanlarla bir araya gelip, hiç de büyük bir maddî mesele teşkil etmeyecek olan; anaokulu, yuva, kreş ve benzeri kuruluşlar açalım, açılması için ön-ayak olalım, teşvik edelim ve yayalım.
- Kardeşler halkasını biraz daha genişleterek; özel ilköğretim okulları, liseler ve dershaneler açalım. Üniversite neden açmayalım ki?
- Kâr gayesi ikinci planda olmak üzere, yayınlarında; ehem-mühim (daha önemli-önemli) sıralamasını gözeten ve ihtiyaca göre neşriyat yapan; yayınevleri tesis edelim veya kuruluşlarına vesile olalım.
Meşhur şair Abdülhak Hâmid der ki:
Çocuğa kim demiş; küçük bir şey,
Bir çocuk belki; en büyük bir şey.
Evet, “en büyük şey” için, en büyük gayret ve hatta himmetin gerekeceği şüphesizdir. Neslimizi ve geleceğimizi kurtarmak, dünya ve Âhiret saadetine ulaşmak için, çocuk terbiyesi konusuna ne kadar eğilsek azdır. Unutmayalım ki, neticeyi tayinden değil amma, sa’y ve çabadan mes’ûlüz.
[i] Kehf, 18/46
[ii] Teğâbun, 64/15
[iii] el-Câmiussağîr,c.2,s.79
[iv] Tahrîm, 66/6