İçeriğe geç
Anasayfa » NİÇİN ANLAŞ-A-MIYORUZ?

NİÇİN ANLAŞ-A-MIYORUZ?

Bu yazıda temel problemlerimizden biri olan, toplumun yapıtaşı aileden en kalabalık kitlelere kadar geniş bir yelpazede karşı karşıya olduğumuz “anlaşamamak, uzlaşamamak, bir araya gelememek” sorunu üzerinde duracak, bu yaygın problemimizin kökenlerine inmeye, çözümüne dair bir şeyler söylemeye çalışacağız.

İslam, diğer insanlarla münasebeti bakımından bir Müslümandan, -en genel şekliyle- ailesinde ve yaşadığı toplum içerisinde duyarlı ve sorumluluk sahibi, yararlı işler yapan, insanların hak ve hukukuna dikkat eden bir fert olmasını ister. İslam’ın hedeflediği Müslüman karakteri ana hatlarıyla böyleyken özelde Müslümanlar, genelde insanlar niçin birbirleriyle anlaşamıyorlar?

Anlaşmak zor, uzaklaşmak kolay!

İnsanın diğer insanlarla belki onlarca, yüzlerce ortak noktası olmasına rağmen bazen anlaşabilmesi zor, onlardan uzaklaşması kolay olabiliyor. Bunun sebebi, büyük ölçüde şişirilen ego ve kişinin kendisini başkasından müstağni görmesidir. Başkasına muhtaç olmadığını veya olmayacağını vehmeden, her şeyi maddî ölçülerle halledebileceğini düşünen birinin, başkalarıyla sağlıklı iletişim kurabilmesi kolay olmuyor.

Mesele elbette bununla sınırlı değil. Ferdin yaşam tarzı, yetişme şekli, karakteri ve genel psikolojik hali beşerî ilişkilerinde etkili oluyor. Kişinin geçmişte yaşadıkları geleceğini inşa ediyor. Hayatının belli bir zaman diliminde karşılaştıkları, sonraki davranışlarını şekillendiriyor.

Bu tür detayların farkında olarak insanlara yaklaşmak ve olumsuz bir yargıya varmadan önce insanları anlamaya çalışmak, kaliteli birliktelikler için sonuç verici olabilir, sonrasında çıkması muhtemel problemleri en aza indirebilir.

Üslûbun etkisi!

Üslûp, anlaş-a-mamanın temel sebeplerinden biri. Üslûpsuz söylenen söz, hakikat bile olsa çoğu zaman tesir etmemekte, küçücük problemleri büyütmekte ve kalıcı hasarlar verebilmektedir Söylediğimiz sözlerin faydalı bir içeriği bulunsa bile kelime seçimlerimiz, tahmin edilemeyen birçok sıkıntının doğmasına neden olabilmektedir. Bir sözün söylenirken doğru, faydalı ve zamanlamasının uygun olup-olmaması bir tarafa, nezaket çerçevesinde bulunmaması da sonuca tesir etmektedir. 

Allah Teâlâ, Hz. Musa’yı (a.s.), Firavun’u uyarması için elçi olarak gönderirken, üslûbuna dikkat etmesini istemiş, Ona “kavl-i leyyin” (yumuşak söz) ile hitap etmesini emretmiştir. Bir Peygamberin, Firavun gibi bir zalime karşı bile hitap şekli böyle olunca, beraber yaşadığımız, aynı Allah’a iman ettiğimiz ve hatta kan bağımız olan insanlarla konuşurken, üslûbumuza dikkat etmeyişimiz ne kadar doğrudur?! Bir şeyleri doğru yaptığımızı düşündüğümüz halde, bireysel veya kitlesel bir kısım ilişkilerimizin yolunda gitmemesinin önemli bir sebebi, üslûbumuzu yeterince güzelleştir-e-memek olabilir.

Beşerî ilişkiler ile Ahiret hesabı arasında yeterince ilgi kurmamak!

Günlük hayatın koşuşturmacası içerisinde diğer insanlarla ilişki şeklimiz ile söz ve fiillerimizin ahiretteki sonucu arasında yeterince ilgi kurmayışımız birçok problemi beraberinde getiriyor. Her bir fiil ve sözümüz ile bunların ahiretteki karşılığı arasındaki irtibatı düşünme oranı, aslında davranışlarımızı şekillendiriyor. İslam’ın hayatın her anını kuşatan bir din olduğuna dair bilincimizin kuvveti, söz ve eylemlerimizin istikametini çiziyor, beşeri münasebetlerimizin yönünü belirliyor.

Bu yüzden yazılı, sözlü, yakın, uzak bütün iletişimlerimizde, söz ve ifadelerimizi seçerken her zaman ahiret bilinciyle hareket edebilirsek, bu daha sağlıklı ilişkiler kurmamızı da sağlayacaktır.

Kendimize beklediğimiz değeri başkasına ne kadar veriyoruz?!

Çevremizdeki insanlara yeterince değer ver-e-memek, beşerî ilişkileri olumsuz etkileyen, bir ve bütün olmayı engelleyen sebeplerden biri. Herkes kendisine değer verilsin, sözü dinlensin, hatırı tutulsun istiyor. Fakat çoğu insan çevresindeki insanlara yeterince değer ver-e-miyor, gerekli ilgi ve alakayı göster-e-miyor. Memur amirinden, öğrenci öğretmeninden, anne-baba çocuklarından, eşler birbirinden vb. bilumum insanlar, öncelikle değer görmemek konusunda şikâyetçi.

Bu noktada şu sorulardan bazısını kendimize sorabiliriz: İyi bir dinleyici miyiz? İnsanları doğru anlamaya ve algılamaya ne kadar çalışıyoruz? Yanımızdaki insanlara kendilerini nasıl hissettiriyoruz? Çünkü iyi bir dinleyici olmak, aynı zamanda karşımızdakine verdiğimiz değerle ilgili bir özelliktir.

Bir kişiden en kalabalık insan topluluklarına kadar, kalıcı ve yararlı birliktelikler oluşturabilmek için, canlı bir iletişim kurabilmek önemli bir yerde duruyor. Çevremizdeki insanlardan değer görebilmek için, onlara vereceğimiz değer önemli. Bu konuda ilk adımı atabilen taraf olabilmek ayrıca kıymetlidir.  

Anlaşabilmek için gerçekten anlaşmayı istemeli!

Anlaşmayı istiyor muyuz gerçekten? Bizim gibi düşünmeyen insanlarla uyum içinde yaşamaya istekli miyiz? Anlaşarak yaşamanın bir gereklilik olduğuna inanıyor muyuz yeterince? Problemin kökenlerinden biri bu belki de. Herhangi bir konuda bir insanla yahut kitleyle olan iletişim şeklini tamamen değiştiren bir düşünce tarzı bu.

Kişi, bir başkasıyla veya grupla bir şekilde anlaşmam lazım, şeklinde meseleye yaklaştığında müşterek noktalar bulabilir. En azından arasındaki ihtilafı asgarî düzeye indirebilir. İnsan oluşumuz, asgarî düzeyde müşterek noktadır. İnsan olmak bakımından bütün insanlarla biriz. Sonra İslam olmak bakımından diğer Müslümanlarla aynıyız. Bu müşterek noktalar, yaşadığımız muhite, okuduğumuz okula, yaptığımız işe göre vb. daha da artmaktadır.

İnsan, birçok yönüyle diğer insanlarla benzeşir. İnsanların korktukları, üzüldükleri, sevindikleri şeyler genellikle birbirinden çok farklı değildir. Yine bir insanın genel olarak diğer insanlardan bekledikleri şeyler de birbirine yakındır: Güven, değer, saygı, empati vs… İnsanların birbirlerinden beklentileri arasında bazı detay farklılıklar varsa da bunların farklı mizaç ve kültürlerden kaynaklanan noktalarda olduğu söylenebilir.

Bundan dolayı birlik ve beraberliği sağlayabilmek için, öncelikle anlaşma isteği konusunda samimi olmak, sonrasında ortak noktaları artırmaya gayret etmek bir gereklilik olarak önümüzde durmaktadır.  

Peki, niçin anlaşmalıyız?

Anlaşmayı, ilahî bir emir olduğu için istemeli!

Müslümanların bir ve bütün olmalarını öncelikle Rabbimiz emretmektedir. Çünkü Allah’ın rızasına muvafık bir dünyayı, Onun istediği bir yaşam tarzını sadece Müslümanlar tanzim edebilir. İnsanî ve vicdanî bir hayatı ancak son ilahî kaynaktan beslenen insanlar inşa edebilir.

Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır. Yakınlaşmakta iyilik ve bereket, uzaklaşmakta sıkıntı ve buhran vardır. Müslümanların birlik ve bütünlüğüyle oluşan kuvvet ile ancak hem Müslümanlara hem de diğer insanlara hakikî manada fayda temin edilebilir.

Peki, bir olmak ve bütünleşmekte menfaat olduğu halde neden birleşmeyi yeterince istemiyoruz? Kişi bazen ayrılıktan veya uzak kalmaktan, elde edilecek menfaatin, bir ve bütün olmanın getirdiği menfaatten daha fazla olacağını düşünebilir. Bazen ötekileştirmekten, kötülemekten elde edilecek menfaatin, beraber olmaktan gelecek menfaatten fazla olacağını zannedebilir. Bu düşünce ilk bakışta doğru da görünebilir, fakat ilahî rızaya uygun değildir. Bu tavır kısa vadede netice de verebilir, fakat kalıcı değildir.

Örneğin, gelip-gitmek, arayıp-sormak gibi sorumluluklarını yerine getirmeyen bir akrabaya birkaç iyiliği dokunduktan ve ona karşı sıla-i rahim vazifesini yerine getirdikten sonra aynı güzel karşılığı görmeyen bir fert artık irtibatını kesmeyi düşünebilir. Belki bu irtibatı kesmenin ilk bakışta faydalı olacağı da zannedilebilir. Fakat böyle yapıldığında bu, eleştirilen hatanın aynısını tekrarlamak ve Allah’ın (c.c.) sıla-i rahim emrinin ihlali anlamına gelir. Zaten sıla-i rahim emrini yerine getirirken maksat, öncelikle Rabbimizin rızasını kazanmak olmalı değil miydi? Bu emri ifa etmenin getireceği karşılıklı fayda, ikinci noktada olması gerekirdi.

Probleme yaklaşım tarzımızın belirleyiciliği!

İnsanların olduğu yerde çeşitli problemlerin olması kaçınılmaz. Çünkü her insan farklı kültür ve çevrelerde büyüyor. Mizaçlar, meşrepler, dünya görüşleri farklı… Bu farklılıklar, -yukarıda ifade ettiğimiz gibi- müşterek noktalarımızın yanında oldukça az ve detaylarda olmasına rağmen insanlar arasında çeşitli problemler yaşanabilmektedir. Önemli olan şey, yaşanan problemlerin kalıcı küskünlüğe dönüşmemesi veya değerli birlikteliklere zarar vermemesidir. Örneğin, hadiste yasaklanan üç günden fazla küs kalınmaması emrinin hikmetlerinden biri, zaman zaman yaşanması muhtemel tatsızlıkların kalıcı ayrılıklara sebep olmamasıdır.

Bunun yanında sorunlara yaklaşım tarzımız, problemin çözümü veya büyüyerek devam etmesi açısından önemlidir. Sorunlara yaklaşımımız, sorunlu olunca hiçbir problemin çözümü kolaylaşmaz. Bu yüzden bir meseleye öncelikle “haklılık-haksızlık” penceresinden değil de çözüm odaklı bakılır ve birliktelik bilincine zarar vermemesi sağlanabilirse belki çözüm yolunda ilk adım atılmış olabilir. Çünkü haklıyı-haksızı aramak sorunun taraflarını rencide etmeye sebep olur ki, bunun çözüme katkısı olmaz.

Olay sakinleştikten, birliktelik bilinci oluştuktan sonra problemin detaylarına girilebilir. Bu da, taraflar özeleştiri yapabilsin ve aynı hatalar tekrarlanmasın diyedir. Sorunun kendisi konuşulup çözülmeden bırakılırsa, bu defa ameliyat edilmesi gereken bir hastalığın pansumanla geçiştirilmesi durumu söz konusu olur ki, aynı hastalıkların tekrar nüksetmesi muhtemeldir.

Ne kadar müsamaha, o kadar uzlaşı!

Eskilerin güzel bir sözü var: “Rıza gözü kördür, kusur görmez; kusur gözü kördür, hüner görmez.” Sevgi olaylara bakışımızı kökünden değiştiren bir özelliğe sahiptir. Sevdiğimiz bir insanın davranışı gözümüze güzel gelirken, hoşlanmadığımız bir insanın aynı davranışı bizi rahatsız edebilir. Aynı şekilde sevdiğimiz bir insanın bize karşı bir hatasını müsamaha ile karşılayabilirken, hoşlanmadığımız bir insanın aynı hatası gözümüze büyük bir hata gibi görünebilmektedir.

O halde sevginin bu belirleyici yönünün bilincinde olarak, özellikle hoşlanmadığımız veya yeterince haz etmediğimiz bir insanın hatası karşısında ağırbaşlı hareket etmek daha akıllıca bir tavırdır. Yine böyle birinin hatası, yanlışı, kusuru bize aktarıldığında dikkatli olmak adilane bir davranış olacaktır. Aksi takdirde haksızlığa sebep olunabilir. Bizim hata zannettiğimiz aslında hata olmayabilir, o şahıstan hoşlanmayışımız sebebiyle küçük şeyleri büyük görme yanlışına düşmüş olabiliriz.

Müsamahalı olmayı, teenni ile hareket etmeyi alışkanlık haline getirmek bir olgunlaşma alameti sayılabilir. Aynı şekilde özelikle belli bir yaşa eriştikten, belli süreçleri geçtikten sonra bu meziyete sahip olamamak bir kişilik zayıflığı da kabul edilebilir. Fakat herkes aynı imkânlarla yetişememiş olabiliyor. Hayat herkesin karşısına farklı tecrübelerle çıktığı için, insanlar farklı duyarlılıklara sahip fertlere dönüşebiliyor. Birinin büyük gördüğünü diğeri küçük görebiliyor, birinin yanlışı diğerinin doğrusu olabiliyor.

Bu yüzden olgun kişinin, ham olanın halinden anlaması, tecrübelinin tecrübesizi hoş görmesi, büyüğün küçüğün davranışlarını müsamaha ile karşılaması gerekir.

Müsamahayı, sosyal uyumun önemli bir veçhesi olan eğitim ve insan kazanma çabamız ile ilişkilendirdiğimizde şu söylenebilir: İslam adına hizmet etmek isteyen insanların bir gözünü kusurlara, olumsuzluklara ve basit hatalara kapatması gerekmektedir.

Öğrencilerine tedris yapan öğretmen, cemaatine imamlık yapan hoca, çocuğunu iyi yetiştirmek isteyen anne-baba basit şeyleri görmezden gelebilmelidir. Zira uzun vadede bazı olumsuz sonuçları çıkaran şey, basit şeylerin büyütülüp problem edilmesidir. Görmezden gelerek bazı hata ve kusurları örtebilmek mümkündür. Bu taktik, işlenen hataların hiç görülmemesi anlamında değil, bunları yapanlara yargılayıcı olmamak, küçük problemlere odaklanıp, esastan olan meseleleri kaçırmamak içindir. Yine vakar ve şefkatle yapılacak hizmetten olumlu sonuç alabilmek içindir. İnsanların küçük hatalara müsamaha göstermesi kendi değerini yüceltmesi için de gereklidir.

Sözün özü…

Aileden başlayıp toplumun bütün kesimlerine kadar birlik ve bütünlüğü yayabilme, Müslümanlar arasında güçlü bir uzlaşı kültürünü tesis edebilme, kolay oluşturulamayan anlamlı birliktelikleri yüksek idealler uğruna ayakta tutabilme hedefimiz açısından Şehit İmam Hasan el-Bennâ’nın şu sözü, meselenin özünü anlatmaktadır: “Anlaşabildiğimiz hususlarda anlaşırız, anlaşamadığımız hususlarda birbirimize müsamaha gösteririz.”