İçeriğe geç
Anasayfa » NİMET VE SAADET VESİLESİ PEYGAMBERİMİZ EFENDİMİZ

NİMET VE SAADET VESİLESİ PEYGAMBERİMİZ EFENDİMİZ

Cenab-ı Hak celle ve ‘alâ, Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz’i bize İslamiyet’i yani Kur’an ve Sünnet’i öğreten ve açıklayan, uygulayıp gösteren, lütuf ve rahmetinin nişanı bir peygamber olarak göndermiştir. Nitekim bu gerçek “sözlerin en güzeli” Kur’an-ı Mübin’de şöyle açıklanmaktadır:

Allah, mü’minlere kendi içlerinden, onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara Kitap ve hikmeti/Sünneti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.”[1]

Peygamber-i Zişan Efendimiz bütün iyilikleri ve güzellikleri, Cennet ve nimetlerini müjdelemiş, kötülerden ve kötülüklerden, Cehennem ve azabından sakındırmıştır. Çünkü Efendimiz aleyhisselâm hep korkunun ümitsizliğe, sırf müjdenin de gevşekliğe sebep olacağını herkesten iyi biliyordu.[2] Sadece müjdeleyip sakındırmakla kalmamış, güzelliklerin uygulanmasında ve kötülüklerin kaldırılmasında ümmetine ve bütün insanlığa en güzelin örneği olmuştur.[3]

Ümmeti olarak biz de bir taraftan Cennet ve nimetlerine sevdalanırken, diğer taraftan Cehennem ve sıkıntılarından ürküp korkacağız ki; İlahi hudutları zorlamadan yaşayalım. Sonuçta hem ferd hem de cemiyet olarak huzur ve saadeti yakalamış olalım. İslami kaide ve kuralları uygulamakta; Allah’ın ve Dininin menfaati yoktur. Bunun faydası insanlığadır.[4] 

Bizi Cennet ve nimetlerine ulaştıracak, Cehennem’den uzaklaştırıp Hakk’ın rızasına eriştirecek olan; Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz’in verdiğini almak, yasakladığından kaçınmaktır.[5]

Nitekim Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır:

Ey insanlar! Sizi, Cennet’e yaklaştıracak ve Cehennem’den uzaklaştıracak her ne varsa Ben onu size mutlaka emrettim. Yine sizi, Cehennem’e yaklaştıracak ve Cennet’ten uzaklaştıracak olan her şeyden de mutlaka nehyettim.”[6]

Habib-i Ekrem’inin niyazıyla Yüce Rabbimiz’e olan duamız:        

Allah’ım! Senden, Cennet’i ve ona yaklaştıracak söz ve amelleri isterim. Cehennem’den ve ona yaklaştıracak söz ve amellerden de ancak Sana sığınırım.[7]

Huzur ve saadetin yerleşip kökleşmesi, bolluk ve bereketin artması; Peygamberlerin verdiğini almak, yasakladıklarından uzak durmakla mümkün olduğu Kur’an-ı Mübin’de şöyle açıklanmıştır:

Eğer o ülkelerin halkı Peygamberlerin tebliğ ettikleri gerçeklere iman edip küfür ve isyandan sakınmış olsalardı, üzerlerine gökten ve yerden nice bolluk ve bereket hazinelerini açar ve her taraftan nimetlerimizi üzerlerine saçardık. Fakat onlar, Peygamberlerin getirdiği gerçekleri inkâr edip yalanladılar. Biz de kendilerini, kazanmakta oldukları küfür ve isyanlar yüzünden tutup cezalandırdık.[8]

Hiç şüphesiz Allah katındaki nimetlere, itaat ve ibadetle erişilir, isyanla değil. İlahî nimetlerin şükür vesilesi olan Hakk’a ve Habib-i Ekrem’ine itaat, nimeti bereketlendirip hayatı kolaylaştırır; isyan ise şikâyet ve cezayı arttırıp hayatı zorlaştırır.

İlahî rahmet, nimet ve bereketin artması, âlemlere ancak rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz’e uymakla mümkündür.[9]

Peygamber-i Zişan Efendimiz’e uymak, yolunu izlemek, verdiğini ve getirdiğini almak; yasakladıklarından kaçınmak yegâne huzur, saadet ve bereket kaynağıdır.

Çünkü Hz. Muhammed aleyhisselâm’a itaat eden ve uyan kimsenin Allah’a itaat etmiş olacağı bir Kur’an hükmü olup, bizi bağlayıcıdır.[10]

Müslüman, her söze değil, “sözlerin en güzeli” olan Kur’an-ı Kerim’e ve onu bize öğreten ve açıklayan Hz. Muhammed aleyhisselâm Efendimiz’e tâbî olacaktır.[11]

Müslüman, Hakk’ın ve Habib-i Ekrem’inin her emrini birer nimet ve emanet bilip tutkuyla yerine getirecek, Cenab-ı Hakk’ın rıza ve sevgisinin Râsûl-i Ekrem’e (sav.) tâbî olmakla kazanılacağını ve günahlarının bağışlanacağını unutmayarak hayatını buna göre düzenleyecektir.[12]

Hz. Muhammed aleyhisselâm Efendimiz’e muhalefetin, Sünnetine dil bükmenin, itirazın ve karşı gelmenin cezası, bir Müslümanın iyilik namına yaptıklarının tamamını hükümsüz bırakacak kadar mühimdir.[13] Eğer İlahî affa mazhar olmazsa gideceği yer cehennemdir.[14]

 Mal ve ganimet gibi dünyalık arzu ve menfaatler için Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in emrine muhalefet ne büyük bir hata ve günahtır.

Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz Uhud harbinde Abdullah bin Cübeyr’in 4 komutasında elli okçuyu Ayneyn vadisinin ağzına yerleştirdi ve onlara hitaben şu kesin talimatı emir buyurdu:

Vücudumuzun etlerini kuşlar kapıyor görseniz de Ben sizlere haberci gönderinceye kadar asla şu yerinizden ayrılmayınız. Yine sizler, bizim düşmanı bozguna uğrattığımızı ve onların cesetlerine basıp geçtiğimizi görseniz de Ben size haberci gönderinceye kadar asla yerinizden ayrılmayınız.[15]

Hiçbir yoruma açık olmayan bu Nebevî kesin emre rağmen, İlahî takdir gereği Peygamberimiz’in bazı ashabı arasında dünyevî nimet ve şahsî yorumlar sebebiyle Efendimiz’in emrine muhalefet ediliyor ki, Hazreti Muhammed aleyhisselâm ümmeti bundan ders alsın ve bir daha böyle bir hataya düşmesin.[16]

Kureyş ordusu bozulup kaçmaya yönelince, geride bıraktıkları ganimeti İslam askerleri toplamaya başladı. Bu hali gören bazı okçular, “Düşman bozuldu ne diye burada duruyoruz?” diyerek ganimet için yerlerini terk etmeye başladılar. Abdullah bin Cübeyr 4, “Siz Rasûlullah’ın emrini unuttunuz mu?” diyerek engel olmaya çalıştıysa da sekiz okçu hariç komutanlarını dinlemeyip dağıldılar. Bunu fırsat bilen düşman hücum ederek Abdullah bin Cübeyr 4 dâhil yerlerinden ayrılmayan okçuları şehid ettiler. İslam ordusunu da arkadan kuşatarak büyük zarar verdiler ve ashab-ı kiramdan yetmiş kadarı şehid oldu O.[17]

Allah Teâlâ Hazretleri, bu hadise hakkında Âl-i İmrân suresi 152. ayet-i celilede şöyle buyurmaktadır:

Allah, size olan va‘dini yerine getirdi. Siz o kâfirleri Allah’ın izni ile yok etmek üzere idiniz. Ancak Allah size sevdiğiniz şeyi (zafer ve savaş ganimetini) gösterince, Peygamberin emrine uyup uymama konusunda birbirinizle tartıştınız, emre itaatsizlik ettiniz ve zayıfladınız. Kiminiz dünyayı, kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra Allah sizi imtihan için yardımını üzerinizden alıp onları size galip getirdi. Ama sonunda sizi yine de bağışladı. Zira Allah, mü’minlere  karşı çok lütufkardır.

Bu ayet-i celile, Uhud harbinde Allah’ın Müslümanlara va‘d ettiği zaferin gerçekleştiğini, devamında ise yüz gösteren bozgun ve hezimetin; dünyalık arzusu ve şahsi yorumlar sebebiyle Rasûl-i Ekrem’in (sav.) emrine muhalefet etmenin neticesi olduğunu bildirmektedir.

Hakk’ın ve Rasul-i Ekrem’inin emrine muhalefet ederek dünya kazancını isteyenin, ahirette nasibi olmayacağının bir İslamî hüküm olduğu, ayet-i celilede şöyle ifade edilmektedir:

Kim ahiret kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse ona da yalnız dünyalık veririz; fakat onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.[18]

Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğu ve hayatın bereketi, dünya durdukça değişmez İlahî bir hakikat olarak Habib-i Ekrem (sav.) Efendimiz’in her emrine imtisalle olacaktır.

Allah’ın zerrece rızası dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha üstün ve faziletlidir. Asıl bahtiyarlar Hakk’ın rızasını hayatının merkezine kökleştirenlerdir. Ne mutlu İslam ümmetinin bahtiyar kullarına. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Hakk’ın bu kulları bize şöyle tanıtılmaktadır:

Allah’ın rıza ve hoşnutluğu ise her şeyden daha büyüktür. İşte asıl bu, en büyük saadet ve bahtiyarlıktır.[19]

Bu saadet ve bahtiyarlığa erişmek ise, Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz’in her emrine bir nimet ve emanet olarak iman ve itaat etmekle mümkündür.

Böylece dünya ve ukbanın izzet ve saadetine, bereketli nimetlerine erişilir de dünyamız Cennet misali bir hayata dönüşür ki; İslamiyet’in gönderiliş gayesi de budur.


[1] Âl-i İmrân, 3/164.

[2] Bkz. Bakara, 2/119.

[3] Bkz. Ahzab, 33/21.

[4] Bkz. Prof. Dr. Osman Öztürk, Sözlerin En Güzeli, Rağbet Yayınevi, s. 83.

[5] Bkz. Haşr, 59/7.

[6] Mişkâtü’l-Mesâbih, hadis no: 5300.

[7] İbn Mâce, Dua, 4.

[8] A‘râf, 7/96.

[9] Bkz. Enbiyâ, 21/107.

[10] Bkz. Nisâ, 4/80.

[11] Bkz. Zümer, 39/18.

[12] Bkz. Âl-i İmrân, 3/31.

[13] Bkz. Muhammed, 47/33.

[14] Bkz. Nisâ, 4/115; Bkz. Prof. Dr. Osman Öztürk, Biricik Önderim Peygamberim Efendim, Rağbet Yayınevi.

[15] Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, c. 6, Hadis no: 239.

[16] Daha geniş bilgi için bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Ashab-ı Kiram.

[17] Bkz. Mahmud Sami Ramazanoğlu k.s., Uhud Gazvesi, Erkam Yayınları .

[18] Şura, 42/20.

[19] Tevbe, 9/72.