Mutluluğun yolunun bireysellikten geçtiği savunulan ve Batı algısıyla şekillenen günümüz dünyasında bir insanın huzuru için, etrafındaki insanlardan olabildiğince uzaklaşması ideal davranış modeli olarak görülmektedir. Çünkü sorumluluk alanı daralan bir şahıs, artık başkalarının dertlerini kendi sıkıntısı haline getirmekten kurtulacak ve –iç dünyasında- kendini huzurlu(!) hissedecektir. Modern dünyanın izinde giden insanın, kendi sıkıntısı olup da diğer insanlara muhtaç hissedince yalnızlık ve pişmanlık duygusunu tatmakta, bununla birlikte toplumdaki değişen algı sebebiyle yaralarına derman bulamamaktadır.
Toplumsal bakımdan bir sorun haline gelen psikolojik sıkıntılara düşmüş insanların sayısının her geçen gün arttığı dünyamızda bu problemin çözümü konusunda –modern- bilim adamlarının sosyalleşme, aile içi iletişim, diğergamlık, arkadaş edinilmesi, sosyal projelerde yer alma gibi tavsiyelerinin ideal İslamî toplum yapısında olduğu görülünce özümüze dönmenin gerekliliği savunulmaya başlanmıştır. Bu noktada bütün Müslümanların kardeş olduğu vurgulanan bir ayetin[1] yanında Rasulullah’ın (s.a.s.) de Müslümanları “Bir uzvun rahatsızlığını bütün bedende hisseden tek vücut” şeklindeki tanımı ile[2] bir Müslümanın huzurunun ancak diğer kardeşleri rahat ettiği zaman sağlanabileceği hatırlatılmaktadır.
Son dönemde Müslümanları şuurlandırma adına yapılan bazı çalışmalar onların özündeki bu kardeşlik hissine vurgu yapmakta ve içlerindeki duyguları açığa çıkarmaya çalışmaktadır. Bu amaçla, bütün Müslümanları kucaklama yönündeki çalışmalar genel çerçeveyi oluştururken özele inildikçe kendi mezhebindeki insanlar daha yakın gözükmekte nihayetinde mensup olduğu cemaatteki insanlar gerçek kardeş olarak kabul edilmektedir. Duygusal bakımdan bu yakınlığın oluşması doğal bir gelişme olmakla birlikte toplumumuzun dindar kesiminin sorunu cemaatindeki kardeşi hakkında beslediği duyguları en yakınındaki kimseler için hissedememesidir. Bunun sebebi sorulduğunda ise ortak noktalarının olmadığını ileri sürmektedir. Halbuki dinimizin emirlerinden biri de kişinin –diğer din kardeşleri gibi, hatta daha öncelikli olarak- kendi akrabalarını gözetmesi, onların sıkıntılarını gidermesi, mutluluğu ile mesrur olmasıdır. Dinimizde bu durumu anlatmak için sıla-i rahim tabiri kullanılmakta olup “kan bağı veya evlenme yoluyla oluşan akrabalık bağlarını yaşatma, akrabalarla ilişkiyi sürdürme, haklarını gözetme, onlara ilgi gösterme, iyilik ve yardımda bulunma, ziyaret etme” şeklinde açıklanmaktadır.[3]
Tanımı yapılan Sıla-i rahimin temel unsurunu oluşturan akrabalık bağları pek çok ayete de konu olmuştur. Mesela birinde Allah’a ibadet ve ana-babaya iyilikten hemen sonra yerine getirilmesi gereken bir görev olarak bildirilmiş[4], bir diğerinde Allah katında akrabaların birbirine çok yakın oldukları ifade edilmiş[5], bir başkasında ise akrabaya hakkının verilmesi emredilmiştir.[6] Allah Tealâ bir başka ayette ise sıla-i rahimi kesenleri fasıklar arasında saymaktadır.[7]
Ayetlerde bu kadar önem verilen bu güzel haslete Peygamberimiz (s.a.s.) de hem kendi hayatında sahip olmuş, hem de ashabına şiddetle tavsiye etmiştir. Hatta kendisine henüz Peygamberlik gelmeden önce sıla-i rahimi uygulamıştır. Nitekim Rasulullah (s.a.s.), Cebrail (as) ile ilk karşılaşmasının verdiği endişe ve heyacanıyla başına bir şeyler gelmesinden endişe etmiş, Hz. Hatice ise bu endişeyi gidermek amacıyla “sen sıla-i rahim yaparsın, Allah seni sıkıntıya sokmayacaktır” diye ona tesellide bulunmuştur.[8] Bir başka hadis-i şerifte belirtildiğine göre ise O (s.a.s.), geniş rızık ve uzun ömür isteyenlere sıla-i rahimi tavsiye etmiştir.[9] Diğer bir hadiste de sadakanın akrabaya verilmesinin hem sadaka hem de sıla-i rahim sevabına vesile olduğunu belirterek[10] akrabanın gözetilmesini emir buyurmuştur.
Bir cemaate bağlı olup da akrabalarını ihmal edenler konusunda Peygamberimiz’in (s.a.s) hayatında önemli bir uyarı bulunmaktadır. Zira Rasulullah (s.a.s) baba tarafından akrabaları olan bir grubun Müslüman olmadıkları için kendilerine dost olmadığını; ancak aradaki akrabalık ilişkisi sebebiyle kendisi onlarla irtibatı kesmeyeceğini bildirerek[11] ümmetine kalıcı bir ders vermektedir.
Günümüz akrabalık ilişkilerinde “biz ona üç kere gittik, o daha adımını bizim eve atmadı. Ben de ona bir daha gitmem” şeklinde pek çok evde kullanılan söz konusunda da Efendimiz’in (s.a.s) bir uyarısı vardır. Nitekim o “Akrabadan gelen iyiliğe misliyle karşılık veren kimse tam manasıyla akrabasına sıla etmiş değildir. Gerçek sıla, kendisiyle ilgiyi kesenleri görüp gözetmektir”[12] buyurmuşlardır.
Hadislerde yerine getirilmesi halinde pek çok sevaba nail olunacağı bildirilen sıla-i rahimi yerine getirmeyenler de çeşitli vesilelerle Rasulullah (s.a.s) tarafından uyarılmıştır. Kutsî bir hadiste zikredildiğine göre “Allah, mahlûkatı yaratıp bunların takdiratını tamamlayınca, akrabalık ayağa kalkarak: (Ya Rabbi!) Burası, akrabalık münasebetlerini kesmekten sana sığınanların makamıdır dedi. Cenab-ı Hak: Evet. Sana sıla yapana benim de sıla yapmama; senden alâkayı kesenlerden benim de kesmeme razı olmaz mısın? buyurdu. Akrabalık: Evet, diye cevap verdi. Yüce Allah: “Bu sana verilmiştir” buyurdu. Bundan sonra Allah Resulü: İsterseniz şu âyetleri okuyunuz buyurdu: “ Geri dönerseniz hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık bağlarınızı keseceksiniz, öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki Allah onları lânetlemiş, sağırlaştırmış ve gözlerini kör etmiştir. Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinde kilitler mi var? (Muhammed, 47/22-23)”[13] Bir başka hadis-i şerifte ise sıla-i rahmi kesenin cennete giremeyeceği[14] ifade edilerek bu konunun büyüklüğüne dikkat çekilmiştir.
[1] Hucurat, 49/10.
[2] Buharî, Edeb, 27.
[3] Mustafa Çağırıcı, “Sıla-i Rahim”, DİA, XXXVII, 112.
[4] en-Nisa, 4/36.
[5] el-Enfal, 8/75.
[6] el-İsra, 17/26.
[7] el-Bakara, 2/27.
[8] Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
[9] Buhârî, Büyû’, 13.
[10] Tirmizî, Zekat, 26.
[11] Buhârî, Edeb, 14.
[12] Buharî, Edeb, 15.
[13] Buhârî, Edeb, 13.
[14] Buharî, Edeb, 12.