Millî Mücâdele döneminde, Doğu Anadolu’da Ermeni devleti kurma girişiminin bulunduğu sırada, Erzurum’a gelen Amerikan heyetinden General Harbord’a, Erzurum Belediye Reîsi pencereden mezarlıkları işâret ederek: “….İşte Türk mezarlığı, işte Ermeni mezarlığı; bu Ermeniler ölülerini yemediler ya!..” demiştir. Tabii ki, küçücük Ermeni mezarlığı yanında, Müslüman mezarlığı çok daha büyüktü. Böylece vatanın gerçek sahibini tespitte mezarlıklar önemli bir argüman olmuştur. Esasen tarihî eserler, bütünüyle bir memleketin tapusu ve karakteri hüviyetindedir.
Osmanlı mezarlıkları ve mezar taşları dün olduğu gibi bugün de herkesin ilgisini çekmektedir. Çünkü bu mezarlıklar, endamlı servileri, rengârenk çiçekleri ve sanat şâheseri taşlarıyla insana huzur veren mekânlardır. Eski mezarlıklarımızda ölümün, insana ürperti veren soğuk yüzü görülmez. Osmanlı Medeniyeti buraları birer “mânevi istirahat bahçesine” çevirmiştir. Mezar taşı kitâbeleri yapıları itibariyle de sanat ve estetiğin konusu olmuştur. Çok ince taş işçiliği, çeşitlilik arz eden başlıkları, taşıdıkları edebî ifadeler ve yazı sanatının çok güzel örneklerini taşımaları onları önemli kılmıştır. Ayrıca kişi ile ilgili en doğru bilgiler mezar taşlarından elde edilmiştir. Meselâ, Sicill-i Osmâni müellifi Mehmed Süreyyâ, kitabını telif ederken büyük ölçüde mezar taşlarından faydalanmıştır.
Her zaman öğündüğümüz medeniyetimizde mezarlık alanları şehir dışına, hayatın dışına taşınmamış, devamlı göz önünde olan yerlere yapılmıştır. Önemli kişilerin türbelerinin etrafı, cami hazireleri, bazen mahallenin en mevkî yeri mezarlık alanı olarak tahsis edilmiştir. Bir manada insanlar, ölüleri ile birlikte yaşamış, bundan da huzur duymuşlardır. Bu sayede, devam edip giden hayatta faniliklerini hiçbir zaman unutmamış, devamlı iyilik ve güzellik peşinde olmuşlardır. Her gün beraber oldukları yahut önünde geçerken hayır dua ile andıkları bu mezar sakinleri, onlara hayatın fâniliğini, geçiciliğini hatırlatarak, kalıcı güzelliklere yönelmelerini hatırlatmıştır.
Hayatın her safhasında gerçek güzelliği yakalama gayreti, mahallenin bu mezar köşesinin de estetikten nasiplenmesini sağlamıştır. Kadın mezar taşına ayrı bir güzellik, erkek mezar taşına ayrı bir özellik verilmiştir. Mezar taşına yazılan edebî ifadeler, düşürülen tarih mısraları, hayatı şuurla yaşamanın bir ifadesi olarak görülebilir. Mezardaki kişi ile ilgili bilgiler taşa kaydedilmiş; en doğru bilgiler taşa kaydedilerek sağlam bir kaynak oluşturulmuştur.
Mezar Taşı Kitâbelerinin Yapısı
Mezar taşı kitâbelerinde üç önemli özellik, sanat göze çarpmaktadır. Taş işçiliği, yazı sanatı ve mezar taşlarında bulunan dînî ve edebî ifadeler… Yapı olarak mezar taşları birbirlerine benzer özellikler göstermektedir. Ana farklılık erkek ve bayan mezar taşlarında görülür. Erkek mezar taşlarında ölünün statüsüne göre bir başlık bulunmasına karşın, kadın mezar taşlarında çiçek motifleri başlık olarak yer alır.
Osmanlı’da batılı anlamda bir heykel geleneği yoktur. Batıda en, boy ve derinliği olan insan ve hayvan figürleri çalışılmasına karşılık, Osmanlı’da özellikle mimari unsurlarda çok farklı bezemelere sahip taş işçiliği kullanılmıştır. Bunun yanında mezar taşı kitâbeleri, taş işçiliği olarak çok zengin örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Genelde, kadın ve erkek mezar taşı olarak iki grupta toplanan bu taşlar, kendi içinde de farklılıklar göstermektedir. Erkek mezar taşlarında, sosyal statü gereği başlıkları çok çeşitlidir. Erkek mezar taşları başlık taşımalarına karşılık, kadın mezar taşlarında daha çok kadın zerâfetini yansıtan çiçek motifleri bulunmaktadır.
Kadın olsun erkek olsun bir mezar taşı kitâbesinin yapısı (farklı tasnifler yapılabilirse de) şu bölümlere ayrılabilir:
1- Başlık ve Sembol
2- Serlevha
3- Kimlik
4- Dua
5- Tarih
Şüphesiz bu tasnif ana başlıkları itibariyle yapılmıştır. Bu bölümler çoğu zaman yer değiştirebildiği gibi, birbiri içine yedirilmiş olarak da yer alabilmektedir. Yine bazı taşlarda bu bölümlerin biri yahut ikisi yer almamaktadır. Bazı mezar taşlarında manzum ifadeler yer almakta, bazı mezar taşlarında ölüm tarihi bulunmadığı gibi bazı mezar taşlarında, mevtanın ölüm günü saati ile verilmiştir.
Mezar Taşı Başlıkları
Erkek mezar taşı kitâbelerinde mevtanın sosyal hayattaki statüsünü yansıtan, başlıklar ve semboller mezar taşı kitâbelerine işlenmiştir. Her halde dünya üzerinde pek az toplum, mezar taşlarını usta işi bezemeler, lâleler, sümbüller ve sair nebatat ile süsleyip mezarlıklarını Osmanlılar kadar şenlendirebilmiştir. Şüphesiz erkek mezar taşlarının en dikkat çeken kısmı, başlıklardır. Başlıklar üç ana kısma ayrılabilirler:
1- Kavuklar
- Kallavi Kavuk
- Mücevveze Kavuk
- Kafesi Sarıklı Kavuk
- Kâtibi Kavuk
- Örfî Kavuk
2- Fes
- Mahmûdi Fes
- Azîzi Fes
- Hamidî Fes
3- Tarikat Tâcları
- Mevlevi Tâcı
- Kadirî Tâcı
- Nakşî Tâcı
- Bektaşî Tâcı
- Halvetî Tâcı
Osmanlılarda mezar taşlarının asıl amacının bir insan tasviri yaratmak olmadığı, aksine, o insanın pâyesini, daha alt katmanda kimliğini ortaya çıkarmak, kısacası taşın sahibini tanıtmak olduğu görülecektir. Kişinin genç yaşta ölmüş olduğunu belirten çiçek, hacı olduğunu belirten hurma ağacı, idam edildiğini anlatan boyun kısmındaki kement, mesleklerini yansıtan tulumba, çapa, ok-yay – ki namlı bir kemankeş olduğuna işaret eder – ve okur-yazarlığına delalet eden kalem-divit gibi simgelerde de, kişinin kimliği ile ilgili daha özel bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Bu yüzden, serpuşun ve diğer simgelerin mezar taşlarındaki anlamı, son derece büyüktür. Osmanlılarda sosyal statünün en önemli göstergesi olan kavuklar, bu nedenle mezar taşlarının da en belirleyici özelliği olmuşlardır.
En eski türü, sivri ve dilimli bir külaha geniş olarak sarılmış burma destarla kuşatılan iri kavuklardır. Sahibinin zenginliğinin göstergesi olarak iri sorguç kabartmaları ile süslenen bu tür kavuklar, XVI. yüzyılın başlarından itibaren görülmeye başlar ve XVII. yüzyılın sonlarına doğru ortadan kaybolur. Ancak bu süre zarfında sultanların sandukaları üzerinde, sadrazam, vezir ve paşa gibi üst düzey devlet görevlileri ile, hatta henüz küçük yaşta vefat eden çocukların mezar taşları ve sandukalarında kullanılan bu kavuğun, geniş bir kullanıcı kitlesine sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Bunların ortadan kalkmasından sonra görülmeye başlayan kallavi ise, aslında sadrazam, vezir ve üç tuğlu paşaların kullandığı, bir tür tören başlığı idi. Gündelik kullanımda çok az yeri bulunan bu kavuğun mezar taşlarındaki kullanımı, tamamen semboliktir.
Daha çok orta ve alt tabaka ulema sınıfı ve kadılar tarafından kullanılan, dilimli ve basık bir takkenin etrafına kılıçlamasına sarılan destar ile oluşturulan tür ise bu grubun üyelerini belirlemektedir. Ancak zamanla yaygınlık kazanan bu tür başlıklar, herhangi bir tarikata mensup olan siviller ve dervişler tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Bunlarda farklılık ise, takkenin dış yüzünde, dikişlerle oluşturulan ve her tarikatta farklı sayıda olan dilimlerle belli olmuştur.
Destarının kafes biçiminde sarılmış olması nedeniyle “kafesi” olarak adlandırılan tür ise, daha çok divan ve sadaret kâtipleri, tevkiî, beylikçi, reisü’l-küttâb, defterdar, tersane ve darphane emini gibi hâcegân ünvanına sahip olan kişiler tarafından kullanılmaktaydı. “Kalafat” olarak adlandırılan ve üst kısmı mantar şeklinde sonlanan tür, bu modelin en belirgin örneklerinden biridir. Ancak bunun kullanımı, yüzeyi yivlerle zenginleştirilmiş düz tepeli silindirik kavuğa sahip olan türün yanında daha nadirdir. Yine bu türün içinde bulunmakla birlikte, dilimli küre şeklinde olması ile diğerlerinden ayrılan bir tür vardır ki, bu serpuşu kullanan kişilerin sosyal statüleri de farklıdır. Zira daha çok divan kâtipleri tarafından kullanılan diğer türlerin aksine, kapıkulu tabir olunan sipahiler tarafından kullanılmaktaydı. Nitekim XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren, daha alt kademelerde bulunan kâtipler de, bu başlığı kullanmaya başlamışlardır.
Ancak bunlar gibi kâtipler ve memurlar, “katibi” olarak adlandırılan kavuğu kullanmaktaydı. Osmanlı Dönemi mezar taşlarında en sık rastlanan serpuş türü olan kâtibinin, bir kaç değişik türü bulunmaktadır. Bu serpuşun kullanım aralığı ise, XVII. yüzyılın başlarından, XIX. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Öte yandan bu türün kullanıcı grubuna bakıldığında ise, kâtiplerin yanı sıra, aralarında saray görevlileri, kapıkulları, değişik meslek gruplarına mensup kişiler ve hatta alt kademe din görevlilerinin de bulunduğu geniş bir kitle tarafından kullanıldığı dikkati çekmektedir.
Tarikatlara ait başlıklar da, ilk bakışta kendilerini belli ederler. Özellikle Mevlevîlerin kullandığı, etekte genişleyen tepesi yuvarlak silindir şeklindeki sikkeler dikkat çekicidir. Mevlevî dervişleri bu başlığı kullanırken, dede statüsünde olanlar bu sikkenin alt kısmına destar dolamaktaydılar. Bektâşîlerin kullandığı on iki terkli ‘hüseyni’ ve dört terkli “edhemî” tacları da, ilk bakışta ayırt edilebilen başlıklardır. Diğer tarikatlarda ise, takkenin üzerindeki dilim sayısı belirleyici olmaktadır. Bayramî Tarikatı altı terkli takke kullanırken, Celvetî Tarikatı on iki terkli takke kullanmaktaydı. Öte yandan sivil ve resmi kişilerin bu tarikatlarla olan ilişkileri, daha çok mezar taşları üzerine işlenen simgeler vasıtasıyla belirtilmekteydi.
Belirlenmesi kolay olan bir başka başlık ise, kadınların kullandığı “hotoz” adı verilen özel başlıklardır. Genellikle basık yarım küre şeklinde olan bu başlıklar, bazen dilimli ya da halkalı olabilmekte, bazı örneklerde ise yüzeyin dönemin üslubunda desenlerle bezendiği görülmektedir. Boyun kısımları çoğunlukla çiçek demetleri ile bezeli olmakla birlikte, maddî gücünü yansıtmak isteyenlerin, muhtemelen sağlıklarında sahip oldukları kolye, gerdanlık gibi ziynet eşyalarını nakşettirdikleri de görülmektedir. Onlar da kendi sosyal statülerini, herhalde böyle belirtmişlerdir.
Mezar taşlarının, taş işçiliği ve edebî özelliği yanında yazı sanatı bakımdan önemi bulunmaktadır. İstanbul’un tarihi mezarlıklarında Osmanlı’nın önemli hattatlarının yazdığı imzalı mezar taşı kitâbeleri bulunmaktadır.
Mezar taşlarında genellikle celî sülüs, celî talik, kûfi yazı çeşitleri kullanılmıştır. Sanatta üslup sahibi hattatlar yazdıkları mezar taşı kitâbelerinin sonuna imzalarını atmışlardır. İmza sadece hattat ismi olduğu gibi genelde “bunu yazan” anlamına gelen Arapça “ketebehû” fiiliyle birlikte de kullanılmıştır.