İçeriğe geç
Anasayfa » ÖYLEYSE İZİN İSTE…

ÖYLEYSE İZİN İSTE…

Allah Teâlâ biz kullarına Hak Dini’ni ulaştırdığında insanlar arasındaki münasebette riayet edilmesi icab eden hususları, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Rasûlü (s.a.v) ile bildirdi ve yine O’nun pâk, saf şahsiyetinde bizler için izhâr etti.

Bu mühim mevzulardan biri de isti’zân yani izin istemedir. İlk bakışta mahzâ güzel ahlakla alâkalı hatta belki de lüzumsuz gibi görülebilen ‘izin isteme’, aslında kişinin hayâsını gösterdiği kadar, muhâtabının hak-hukuku, şahsî hayatı ve mahremiyetinin himayesi ile de bağlantılıdır. Bu sebeple meseleye kendi zaviyemizden bakmakla yetinmeyip diğer yönlerini de düşünerek hareket etmeliyiz. Ayrıca İslam hayatının kâmil manada yaşanmasında, İslamî terbiyenin kâmil manada verilmesinde isti’zân prensibinin uygulanmasının ciddî bir payı vardır.

Nedir isti’zân? diye sorulduğunda lügat âlimlerimiz buna “bir işin olabilirliği hakkındaki ruhsat ve müsaade” şeklinde cevap vermişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de bizlere buyrulduğuna göre; bir mekâna girmeden önce kendini tanıtacak şekilde seslenerek içeridekilere geldiğini duyurmak suretiyle onların izin verip-vermeyeceğini öğrenme manasındadır. Kur’an-ı Kerim’de bu hususa ayrı bir ehemmiyet verilmiş, hadis kitaplarımızda da müstakil fasıllar açılmıştır. Ayrıca isti’zân bahsine yer vermeyen (âdâba dair kaleme alınmış) hiçbir eser yok gibidir. Bu husustaki ilgili ayetler gayet sarîhtir:

“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izin almadan ve sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Herhalde bunu düşünüp anlarsınız. Eğer orada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar içeriye girmeyin. Eğer size “Geri dönün” denilirse hemen dönün. Bu sizin için daha nezih (bir hareket)tir. Allah (c.c) yaptıklarınızı (hakkıyla) bilendir.”[1]

Görüldüğü gibi ayet-i kerimeler izin istemenin vücûbiyetini ortaya koymaktadır. Bu şekilde, Müslüman kimse başkalarının şahsi hayatına hürmet ederek vâkıf olunması kendisi için helâl olmayan şeylere muttali‘ olmamış olur. Ayrıca orada bulunanlara ansızın görünerek onları sıkıntıya düşürmemiş ve rahatsız etmemiştir. Dolayısıyla Müslüman kimse bu hareketiyle can sıkıntısına ve nefrete mahal vermez. “Bu sizin için daha hayırlıdır.” buyrulmuştur yani izin isteme ve selâm verme hem izin isteyen kimse hem de aile halkı için ansızın girmekten ve cahiliyet selâmından daha hayırlıdır. “Eğer orada kimseyi bulamazsanız size izin verilmedikçe içeriye girmeyin.” Yani başkalarının evinde izin verecek bir kimse bulunmazsa, ev sahibi izin verinceye kadar oraya girilmemelidir. Bu durumda giriş helâl olmaz. Çünkü bu durum başkasının mülkünde sahibinin izni olmadan tasarrufta bulunmak demektir. Ayrıca evlerin bir mahremiyeti vardır aksi takdirde bu mahremiyet ihlal edilmiş olur. “Geri dönülmesi istenildiği” halde orada durmak ise yanlıştır. Çünkü böyle ısrar etmek zillettir, ayıptır, ev sahibine sıkıntıdır.

Tâbiin âlimlerinin büyüklerinden Ebü’l-Hattâb es-Sedûsi bu konuda şunları nasîhat etmiştir: Sizi kapılarından geri çeviren insanların kapısında bekleyip durmayın. Sizin ihtiyaçlarınız olduğu gibi onların da ihtiyaçları, meşguliyetleri olabilir. Onların özür beyan etme hakkı, sizin onların evlerine girme hakkınızdan daha önce gelir. Varılan yerde muhâtabın halinden müsait olmadığı anlaşıldığı halde ısrarcı olmak karşı tarafı müşkile sokacak ve belki de yalan söylemesine sebep olacaktır. Kur’an-ı Kerim’in irşadı bizleri bu kötü durumlara düşmekten kurtarmaktadır. Ziyaret için kapısı çalınan ev sahibine kibarca kardeşine özür beyan etme fırsatı sunmaktadır. Ziyaret için gelen Müslümandan da kardeşinin bu özrünü makul karşılayıp kabul etmesini istemektedir.

Bu iki ayet-i kerimenin hemen akabinde gelen “İçinde oturulmayan; fakat sizin için bir menfaat bulunan evlere (ve odalara) girmenizde bir günah yoktur. Allah açığa vurduğunuzu da gizlediğinizi de bilir.”[2] şeklindeki ayet, istisnâ tutulan noktaları belirtmiştir. Âlimlerimiz izin alınmadan girilebilecek bu yerlerin hanlar, hamamlar, kervansaraylar, dükkanlar, oteller ve umuma açık barınma yerleri olduğunu beyan etmiştir. İzne hacet olmasa da bu yerlere selâm vererek adım atmak daha faziletlidir.

Bunun dışında dikkat edilmesi gerekenler ve izin istenecek vakitler şöyle bildirilmiştir: “Ey iman edenler! Sahip olduğunuz köle ve cariyelerle sizden henüz bulûğ çağına ermemiş (küçük)ler şu üç vakitte (odanıza girmek isterlerse) sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin (istirahat için) elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar üç mahrem vaktinizdir. Bunun dışında(ki vakitlerde) sizin için de, onlar için de bir günah yoktur. (Onlar hizmet için) yanınızda dolaşabilir, birbirinizin yanında olabilirsiniz. Allah (c.c) size ayetleri böyle açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Çocuklarınız bulûğ çağına erince kendilerinden önceki (büyük)lerin izin istedikleri gibi izin istesinler. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[3]

Görüldüğü gibi izin istemenin aile içinde de ayrı bir yeri ve tatbik ediliş şekli vardır. Bu hususta Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v): “Annemin yanına girerken izin isteyeyim mi?” diye soran bir sahabiye “Evet, iste.” buyurdular. Hadis-i şerif şöyle devam etmektedir:

-Ama ben evde onunla beraber kalıyorum.

-Annenin yanına girerken izin iste!

-Ama ben ona hizmet ediyorum.

-Annenden izin iste! Anneni uygun olmayan vaziyette görmen hoşuna gider mi?

-Hayır!

-Öyleyse ondan izin iste!

Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v) bir müminin, hayatında değişmez adetlerden biri haline getirmesi gerektiği isti’zân vasfını bizlere şöyle özetlemiştir: “İzin istemek üç defadır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin.”[4]

Ebu Musa el-Eş’ari (r.a), Hz. Ömer (r.a)’in kapısına gelip üç defa kapıyı çalmak suretiyle izin istemiş, kapının açılmaması üzerine geri dönmüştü. Hz. Ömer (r.a), ona niçin daha çok izin istemediğini ve geri dönmeyi tercih ettiğini sorduğunda Ebu Musa (r.a) şöyle cevap verdi: “Üç defa izin istedim, verilmedi. Ben Rasûlullah (s.a.v)’ı şöyle buyururken işittim: “Sizden biriniz üç defa izin istediği zaman, izin verilmezse geri dönsün.”[5]

Bir eve gelindiğinde orada bulunanlardan izin istemenin ehemmiyeti, bizlere nakledilen daha birçok hadis-i şerifte vurgulanmıştır. Bir adam Rasûlullah (s.a.v)’ın kapısındaki bir delikten içeri bakmıştı. O sırada elinde başını taradığı demir bir tarak bulunan Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) onun bu davranışını görünce: “Senin beni gözetlemiş olduğunu bilmiş olsaydım bununla gözünü çıkarırdım. İzin istemek evin içerisi görülmesin diye emredilmiştir.” buyurmuştur.[6] Bir kimsenin başkasının evine pencere ya da başka yerden bakması, içeridekileri gözetlemesi haram kılınmıştır. Çünkü bu davranış bakan açısından bir düşüklük, bakılan için de bir mahcubiyet ve huzursuzluk kaynağıdır. Bu sebepledir ki bazı âlimlerimiz, mahremiyeti bu şekilde ihlâl edilen kimsenin, suçu işleyeni cezalandırabileceğini savunmuştur. İmam Buhârî, el-Edebu’l-Müfred adlı kıymetli eserinde bizlere Rasûlullah (s.a.v)’ın şu hadisini naklediyor: “Kişinin izin alıp girmeden önce bir evin içine bakması helal değildir. Eğer bunu yaparsa zaten girmiş olur.”

Rib‘î b. Hırâş’ın bize nakletmiş olduğu şu rivayet, Rasûlullah (s.a.v)’ın ashabına izin istemeyi nasıl öğrettiğini göstermesi cihetiyle oldukça mühimdir:

Benî Âmir’den birisi Rasûl-i Ekrem (s.a.v) hücre-i saâdetlerinde iken “Gireyim mi?” diyerek izin istedi. Rasûlullah (s.a.v) hizmetçisine “Çık, bu adama izin istemeyi öğret. Önce es-Selâmü aleyküm desin, sonra gireyim mi? diye sorsun.” buyurdu. Adam bunları işitince es-Selâmü aleyküm gireyim mi? dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v) ona izin verdi ve o da içeri girdi.[7]

Yine bir keresinde Rasûlullah (s.a.v) selâm vermeden ve izin istemeden huzuruna giren Safvan b. Ümeyye (r.a)’ye “Geri dön, es-Selâmü aleyküm, gireyim mi? de.” buyurdular.[8]

Bir eve girmek için izin isteyen kimsenin selâmı önce mi yoksa sonra mı vermesi gerektiği konusunda, her ikisine delâlet eden hadisler mevcut olması sebebiyle ihtilaf edilmiştir. Ancak bu rivayetlerden hareketle denilmiştir ki, eve girmek isteyen kimse hane halkından birini izin almadan önce görürse ona selâm vermesi gerekir; şayet kimseyi görmemişse önce izin alır, sonra selâm verir.

Bu güzel âdâbı tatbîk ederken en çok düşülen hatalardan biri izin istendikten sonra kim olduğu sorulunca ‘Ben’ diye icabet edilmesidir. Hâlbuki bu davranış muhâtab için bir şey ifade etmemekle beraber, kişiyi kesin tayin için kifayetsiz kalmakta ve emredilen husus yerine gelmemiş olmaktadır.

Cabir (r.a) dedi ki: Rasûlullah (s.a.v)’ın kapısını çaldım. “Kim o?” dedi. ‘Benim.” diye cevap verdim. Rasûlullah (s.a.v) “Benim, benim!” dedi ve bu şekilde cevaptan hoşnut olmadığını îmâ etti.[9]

Ebu Zerr (r.a) şöyle anlatıyor: Bir gece dışarı çıkmıştım. Baktım ki Rasûlullah (s.a.v) da tek başına yürüyor. Ben de ay ışığında yürümeye başladım. Rasûlullah (s.a.v) bana döndü ve beni gördü: “Kim o?” diye seslendi. Ben de “Ebu Zerr” dedim.[10] Bu rivayetten de anlaşılıyor ki gelene kim olduğunu sormak sadece eve girerken değil yolda, sokakta, karanlıkta, gelen kimsenin tanınmadığı ve görülmediği hallerde de elzemdir.

Ebu Davud’da yer alan bir rivayete göre Rasûlullah (s.a.v) sahabeden birisinin kapısına geldiği zaman mübarek yüzlerini direk olarak kapıya döndürmez; ya sağ köşeye ya da sol köşeye doğru yönelerek dururdu.

Yine Ebu Davud ve Taberâni’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Sa’d b. Ubade (r.a) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in kapısına gelip izin istedi. Yüzü kapıya dönük olarak duruyordu. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ona “Şöyle dur” buyurdu. Onu biraz yana çekmiş ve onun yüzünü başka tarafa dönük olarak durdurmuştu. Böylece kapı aralanınca tam aralığa gelecek noktadan onu uzaklaştırmış ve ona bu şekilde durmasını emretmişti. Sonra “Şüphesiz izin istemek gözleri haramdan sakınmak içindir.” buyurdu.

Bütün bunlara ilave olarak Müslüman kişi ev sahibini zor durumda bırakmamak için ziyaret vaktinin tayinine, eve girerken çıkarken hassas ve kibar davranmaya, ziyaret müddetinin rahatsızlık verecek kadar uzamamasına dikkat etmelidir. Müslüman kardeşinin hüsn-i niyetinin değişmemesi ve ev ahalisinin hak-hukukuna tecavüz olmaması için bu gibi ince hususları daima göz önünde bulundurmalıdır. Çünkü bu gibi esaslar toplum hayatının düzenini, sevgi ve muhabbet bağlarını korumak, müminler arasındaki karşılıklı ziyaret ve iyi geçimi devam ettirmek için vaz‘ edilmiştir. Ayrıca bu prensipler yüksek ahlak ve fazileti ifade eden ictimaî, şer’î edeplerdir.

[1]  Nur 27, 28.

[2]  Nur 29.

[3]  Nur 58, 59.

[4]  Buhari, İstîzan 13; Müslim, Edeb 33-37.

[5]  Buhârî, İstîzan, 13; Müslim, Âdâb, 37.

[6]  Buhari, İstîzan 11; Müslim, Edeb 41.

[7]  Ebu Davud, Edeb 127; Ahmed b. Hanbel, V, 369.

[8]  Ebu Davud, Edeb 127; Tirmizi, İstîzan 18.

[9]  Buhari, İstîzan 17; Müslim, Âdâb 38-39.

[10] Buhari, Rikak 13; Müslim, Zekat 33.