İçeriğe geç

ÖZLENEN VE ARANAN “İSLÂM ÂLİMİ”

Kavramlar vardır; günümüzde farklı manalarda kullanılarak içi boşaltılmıştır. “Sadaka, nâfile, tevâtür” gibi…

Kavramlar vardır; son derece nezîh manaları olduğu halde, birileri tarafından özellikle ürkütücü ve korkutucu manalar yüklenmiştir. “Cihâd, bîat, fetih, emir, şerîat” kavramları gibi…

Kavramlar vardır; günümüzde bu kavramları temsil edenlerin azlığı sebebiyle ya hiç kullanılamaz ya da az kullanılır olmuştur. “Âlim, muhaddis, müfessir, fakîh, müttakî, âbid, zâhid” gibi…

Ecmaîn ifadesi de bu çeşit ifadelerden biridir. Eskiden cemaat ruhu, birlik şuuru vardı. Birine “Allah razı olsun.” dediğinizde muhâtabınız “ecmaîn” derdi. Ecmaîn ruhu, cemaat ruhu, birlik şuuru kaybolunca “ecmaîn” diyenler de azaldı.

Şair, yazar İsmet Özel diyor ki: “Bir hayır dua aldığımızda veya bize hoş gelen bir temennî ile karşılaştığımızda “ecmaîn” derdik. Ecmaîn cümlesi, hepsi anlamına gelirdi. Yani iyi ve güzel saydığımız şeyleri bir kısım, bir kesim için değil cümlemiz, hepimiz için isterdik. Ecmaîn, aynı zamanda ait olduğumuz öbeğin özel adıydı… Ecmaîn, öyle bir şeydi ki kelime olarak ortadan kaybolurken insanlarını da kaybetti.”[1]

“Âlim” mefhumu da bugün “ilim” gibi şerefli bir makâmı hakkıyla temsil edenlerin sayıca azlığı ya da istenen ve beklenen üstün seviyenin kaybolması sebebiyle az kullanılır olmuştur. Bunun yerine daha çok “ilim adamı, akademisyen, ilahiyatçı, din görevlisi” ifadeleri yaygınlaşmıştır.

Gerçekte “Âlim”, Kur’ânî ve Nebevî bir kavramdır. Âlim, gerçek anlamda Peygamber vârisi olmalıdır. Kur’ânî ve nebevî ölçülerin ışığında aranan, Peygamber vârisi olan İslâm Âlimi’nde şu özellikler bulunmalıdır:

İSLÂM ÂLİMİ NASIL OLMALI?

İSLÂMÎ ŞAHSİYET: İslâm Âlimi, her şeyden evvel nezîh İslâmî kişiliğe sahip olmalıdır. Hadis imâmlarının, hadis râvîlerinde aradıkları güvenilirlik (sika) ölçülerini taşımalı, takvâ ve şahsiyet evsâfına sahip olmalı; ahlâkî açıdan problemli, şâibeli olmamalı, küçük günahları işlememe konusunda titiz olmalı; maddî, mâlî meselelerde, helâl-haram noktasında titiz olmalı; maddeci, çıkarcı, menfaatçi olmamalıdır. Etnik hastalığı olmamalı; kavmiyetçi, ırkçı bir anlayışa sahip olmamalıdır.

İslâm Âlimi; “Allah’tan kulları içinden ancak âlimler gereği gibi korkar.”[2] âyetinde ifade edildiği gibi; gönlü takvâ ile, Allah korkusuyla dolu olmalıdır. Nâfile ibadetlere önem veren, Kur’ân tilâvetini asla ihmâl etmeyen, hayır ve hasenâtta payı olan, fedakâr ve vefakâr, cömert ruhlu, hilim ve itidal sahibi bir kişiliğe sahip olmalıdır.

İLMÎ ŞAHSİYET: İslâmî ilimlerde tedrîs, te’lîf veya tercüme ile meşgul olan ilmî bir kişiliğe sahip olmalı, ana prensipleri unutturacak derecede gereksiz ayrıntılarda boğulmamalı, ana konulardan habersiz, kuru, donuk ve resmî akademik kişilik yerine tarihî Fâtih Medreseleri üstadları gibi çok yönlü, çift kanatlı ilim erbâbı olmalıdır. Âlim; ilmiyle âmil olmalı, bildiğini yaşamalıdır.

AKÎDE SÂFİYETİ: İtikâdî açıdan ehl-i sünnet ve cemaatten olmalı, problemli olan ehl-i bidat görüş ve düşüncelerine sahip olmamalı, kaderi inkâr eden rasyonalist, mutezilî düşünceye kapılmamalı, modernist ve reformist saplantılardan uzak olmalıdır. Hz. Îsâ aleyhisselâm’ın nüzûlü, Mehdî’nin zuhûru, kabir azabının hak olması, şefaat-i Muhammediyye gibi hususlarda ehl-i sünnet itikâdına sahip olmalıdır.

Başkalarını kolayca tekfîr eden bir zihniyete sahip olmamalı; ama ana itikâdî çizgileri çiğneyen kimseleri ilmî metotlarla uyarmaktan ve onlara haddini bildirmekten de uzak durmamalıdır.

HİKMET: Davet ve tebliğde, te’lîf ve tedrîste “hikmet” yolunu tutan, cihad şuuruna sahip olmalı; ama mümin kardeşine silah çekmeyi tasvîb edecek bir basîretsizlik ve şiddet anlayışına sahip olmamalıdır. Mümin kardeşini kolayca tekfîr eden, değerlendirmeleri sert (müteşeddid) bir kimse olmamalı; dışlayıcı, saldırgan bir üslup kullanmamalıdır. Kendi cemaat, meşreb ve tarîkati dışında kalanları acımasızca reddeden ben merkezli bir zihniyete sahip olmamalıdır.

KUR’ÂN VE SÜNNET: Ana referansımız Kur’ân-ı Kerîm’i asla gözardı etmemeli, Kitâbımızın en güzel yorumu ve en müstesnâ uygulaması olan sünnet-i seniyyeyi baş tacı eden bir anlayışa sahip olmalıdır. Sünnet-i seniyyeyi ihyâ etmek ve hayata hâkim kılmak için gayret etmelidir.

TEFSÎR: Kur’ân-ı Kerîm tefsîrinde İslâm Tarihi boyunca izlenen Kur’ân’ın Kur’ânla ve Sünnetle tefsirine önem vermeli, dirâyet tefsîrinden istifade etmeli; ama Kur’ânî perspektife aykırı olan şahsî, indî, keyfî yorum ve görüşlere yer vermemeli, uyarıldığında bu muhalif görüşlerinde ısrar etmemelidir.

SÜNNET-İ SENİYYE: Sahîh ve makbul hadisleri referans olarak almalı, menâkıbın sahîh olanlarını nakletmeli, tenkide açık mübâlağalı örneklerden sakınmalı, uyarıldığı halde bilerek mevzû hadisleri, hurâfeleri ve asılsız menâkıbı nakleden biri olmamalıdır.

VAHDET RÛHU: İslâm ümmetinin vahdeti şuuru ve anlayışına sahip olmalı, İslâm kardeşliğini takviye için gayret etmelidir. İslâmî Cemaat ve İslâmî hareket ruhuna aykırı söz, görüş ve düşüncelere sahip olmamalı, tefrikaya karşı çıkmalıdır. Hissî ve nefsî sebeplerle, duygusal nedenlerle ilim erbâbı ile irtibâtını koparmamalı, marjinal (uç) yorumları ve şâz görüşleriyle ön plana çıkan bir kimse olmamalıdır.

SİYÂSÎ ŞUUR: İslâm’ın din ve devlet, iman ve davet, eğitim ve cihad dini olduğu şuuruna sahip olmalı, bölük pörçük olan İslâm Dünyası’nın birliği için çalışmalı, siyaseti, siyasîleri ve günlük olayları takip ederken olayların içinde boğulmamalı; siyasîleri alkışlayan ve öven değil, onlara yön ve yol gösteren ilmî bir şahsiyete sahip olmalıdır.

İslâm âlimi, Ümmet-i Muhammed’in dertlerini dert edinmeli, ümmet-i Muhammed’in ve ülkemiz insanlarının ailevî, ticârî, iktisâdî, ilmî problemlerine çözümler sunmalıdır. Âlim duruşu ve görüşü ile referans olmalı, manevî boşlukları doldurmalı, toplumu mânen ve ilmen aydınlatmalı, irşâd ve irfân erbâbı olmalıdır. Âlim, her çeşit fitne ve fesâda, terör ve bölücülüğe karşı koymalı, gerçekleri her zaman ve zeminde ifade etmekten çekinmemelidir.

İslâm âlimi, istikamet sahibi olmalı, zâlimin değil, mazlûmun yanında yer almalı, yakın tarihi iyi okumalı, masonluk ve siyonizm oyunlarını bilmeli, onların çirkin oyunlarına âlet olmamalıdır. İslâm düşmanları tarafından kesinlikle işletilmemeli, kötü emelleri uğruna kullanılmamalıdır.

FIKHÎ İSTİKÂMET: İslâm âlimi, amelî açıdan mezâhib-i erbaadan birine tâbî olmalı; fıkhî açıdan, bin dört yüz yıllık bereketli tarihî fıkhî birikimi yok saymamalı; mezhepsiz ve mezhebi geniş biri olmamalıdır.

Fetvâ verirken titiz olmalı, Kur’ânî ve Nebevî anlayışa ters olan “kadın karşıtı” bir anlayışa sahip olmamalı; ama feminist de olmamalıdır. İslâm’ın getirdiği ictimâî adalet esaslarına sahip çıkmalı; ama sosyalist çizgide olmamalıdır.

ÖRNEK ŞAHSİYET: İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe gibi, talebeleriyle birlikte ilim meclislerinde ortak ictihad, ortak fetvâ, ortak görüşler ortaya koyan ilim adamı olmalıdır.

İhyâ hadislerini tahrîc[3] eden Hâfız Zeyneddîn el-Irâkî ile Hidâye hadislerini tahrîc eden Hâfız Cemaleddîn ez-Zeylaî gibi birlikte ortak ilmî çalışmalara imza atan, ekip halinde çalışan örnek ilim erbâbı olmalıdır.

Halîfe Hârûn Reşîd’e tesirli nasîhatlerda bulunan değerli muhaddis, fakîh İmâm Hasan el-Basrî gibi; zamanın valilerine yol gösteren İmâm Nevevî ve İzzeddîn b. Abdisselâm gibi yürekli ve cesur olmalıdır.

Âlim, ilim erbâbı dostlarına değer vermeli, değeri yeteri kadar bilinmeyen ilim erbâbının iâde-i itibarı için çalışmalı, müstakîm âlimlere yöneltilen yıkıcı tenkitlere gereken cevapları vermeli, ilim erbâbı vasfını zedeleyen, ilim adına korkunç ilmî cinayetler işleyen çarpık fetvâlarıyla meşhur “medya vâizleri”ne gereken uyarıları yapmalıdır.

Özetle, İslâm Âlimi; ilmi ve irfânıyla, nezîh davet ve irşâd üslûbu ile insanlığa yol gösterici, duyarlı ve ilkeli, müttakî, muhlis, müstakîm bir mü’min olmalıdır.

 

[1] İsmet ÖZEL, “Ecmaîn güzel bir sözdü”, Yeni Şafak gazetesi 10.12.1999.

[2] Fâtır; 35/28.

[3] Tahrîc: Bir hadîs kitabındaki hadîslerin, bu kitabın yazarının senedlerinden ayrı senedlerinin bulunmasıyla, söz konusu hadîsleri bu yeni senedleriyle yazma işi. Bu şekilde oluşturulan hadîs kitabına da “müstahrec” adı verilir.